Ne kulaklarıma inanabiliyorum, ne de gözlerime.. "Nouma olayı" ile ilgili olarak şu birkaç günde neler okudum, neler duydum! Programlara çıkarılan "bazı" Prof'la#dan, hocalardan, psikologlardan tutun da, medyamızın "anlı-şanlı" bazı yazar - çizerlerine, spor yazarlarına, futbol yorumcularına kadar!.. "Nouma'nın hareketi çirkinmiş de... Tasvip edilemezmiş de... miş... miş de... miş... miş... miş de... Amma... Fakat..." "Söylediklerinizin... Yazdıklarınızın sonuna 'amma' ya 'fakat' ekleyerek yeni bir 'paragraf' açıyorsanız"; bilesiniz ki, "söylediğiniz, yazdığınız ilk sözler ve cümleler değil, ikinci bölümdekilerdir asıl düşünceleriniz ve görüşleriniz!." İlk bölümdekiler "suret-i haktan görünmek için" söyledikleriniz ya da yazdıklarınızdır; o kadar!.. Evet... Bu "amma"lardan ve "fakat"lardan sonra gelenlere bakınız: "Efendim, tribünlerde neler söyleniyor, bağırılıyormuş... Falan antrenör antrenmanda spor yazarlarına neler söylemiş... Filanca futbolcu, gece lokanta önünde gazetecilere nasıl saldırmış... Futbol programlarında konuşmacılar birbirlerine neler söylüyormuş... Halkımız, çok affedersiniz 'belden aşağı' konuşmaya bayılıyormuş... Zaten filan tarihte bir futbolcu, falan tarihte bir başka futbolcu şortlarını indirmemişler miymiş... Bu olay bu kadar büyütülür müymüş? Ne varmış yani, işte özür dilemişmiş... Bakınız kadınlar tepki gösteriyor muymuş.. 'Erkeklik kompleksi' içinde olan erkekler, kıskanmışlarmış da, onun için Nouma'nın üzerine gidiyorlarmış... Beşiktaş'ın yolunu kesmek için Galatasaraylılar işi çok büyütmüşlermiş... miş... miş... miş..." Vah benim, "Ben sporcunun ahlâklısını severim" diyen Atatürk'üm... Vah benim, fair play'im... Vah benim, "temiz kalması gereken" sporum... Vah benim, "spora ahlâksızlık ve kir bulaştıranlara karşı çıkmak görevi ile de yükümlü olan" mesleğim!.. Vah benim, kendisine "bühtan" edilen halkım!. Vah benim, "kim olursa olsun, hangi takımdan olursa olsun" fair play'e ters düşenleri, çirkin, terbiyesiz, ahlâksız hareketler yapanları "teşhir eden, cezalandırılmalarını isteyen, spora leke sürülmemesi konusunda durup dinlenmeden yazılar yazan, konuşmalar yapan" insanlarım, yazarlarım, çizerlerim, yorumcularım, spor yazarlarım!.. Bu "çok çirkin hareketi yapanın" bir "sporcu" olduğu ayrımını yapamayan, o terbiyesiz hareketin "spor sahalarında" ve "spor yapılırken" ve "yapılan sporu, tribünlerde ve TV başında çoluk - çocuk - kadın - erkek yüz binlerce kişi seyrederken" yapıldığını düşünemeyen Prof'lara, hocalara, psikologlara, yazar-çizerlere, spor yazarlarına, futbol yorumcularına bilmem ki ne demem gerek? Söyler misiniz bana: Böylesine "terbiyesizce" ve üstelik "Türk Ceza Kanunu'na göre suç olan" bir fiili işleyen, "bir üstelik daha", bu tip hareketlerde hem Avrupa'da, hem Türkiye'de "sabıka üstüne sabıkası olan" bir futbolcuya "hak ettiği ceza verilmezse", yarın spor sahalarında ve salonlarında "benzer olaylar cereyan ettiğinde" ne yapılacak? Nedir istenen? Tribünleri küfürden, kavgadan temizlememiz gerekirken ve bunun mücadelesi yapılırken, spor sahalarında "ahlâksız ve terbiyesiz hareketlerin yayılmasının önünü mü açmak" istiyoruz? "Bazı bakkallar" sattıkları süte su katarak "ahlâksızlık, sahtekârlık yapıyorlarsa", o bakkaldan "mal çalan hırsız" cezasını görmeyecek midir? Bu hırsızı yakalayan polise, "Efendim zaten bakkal da süte su katıp, halkı kazıklıyordu, bırakın girsin" mi diyelim? Ya da, geçmişte "orada burada yolsuzluk yapıldı" diye, bundan sonra "yapılacak olanlara" müsamaha mı gösterelim? Bu nasıl bir mantıktır? İşte açıkça söylüyorum ve altını "kalın çizgiler" ile çiziyorum: Bilinmelidir ki; "bu mantık", sporumuz için, ülkemiz için, "Nouma'nın yaptığı hareketten çok daha tehlikelidir!." Bizler, "spor ekranlarında ve spor sayfalarında" çirkin örneklerini görmeye başladığımız "arabesk kültür ağzı, tele vole ağzı, sokak ağzı" ve ne yazık ki sonunda gelinen noktadaki görüntüsüyle "köprü altı ağzı" ile yapılan tartışma ve yorumlarla mücadele ederken, tribünlerin "küfürden ve kavgadan arınması için" çaba harcarken, spor sahalarında, spor sayfalarında ve spor ekranlarında estirilen ve "Noumacılık"ın yayılmasına yol açacak olan müsamaha rüzgârı için söyleyeceğimiz bir söz kaldı: Pes doğrusu!.. Unutkan Lucescu!.. Ben, insanda öncelikle "sağlam bir karakter ararım!" "Dün öyle, bugün böyle, yarın şöyle" olan ve konuşan insanlara da "ihtiyat" ile yaklaşırım! Hele "dün öyle, bugün böyle, yarın şöyle" yapma ve konuşma ilkesini alışkanlık haline getirenlerden, "ağızları ile kuş tutsalar", hiç ama hiç hoşlanmam!. Yavaş yavaş Lucescu da "bu sınıfa girmeye başladı!." Lucescu'yu çok eleştirdim, eleştirilerim "futbol bilgisinin inkârı" anlamına değil, "disiplin anlayışına, liderlik kariyerinin zayıflığına, korkak futbol oynatma felsefesine" karşı idi. Bir de, "her kötü sonuçtan sonra" devamlı olarak "ağlayışına" ve art arda "bahaneler" sıralamasına idi!. "Ağlaması" ile ilgili çok yazı yazdığım için biliyorum; sözleri de, yazılarım da arşivlerde duruyor!. Onun için "Hakem hatalarını Galatasaray'da bu kadar yaşamıyorduk" sözünü duyunca, çok güldüm!. Açalım gazeteleri, bakalım "hakem hatalarından yakınarak ağlaması" Galatasaray'da mı daha çok olmuş Beşiktaş'ta mı? Yoksa, Galatasaray'da iken "hakem hatası yokken", kötü sonuçlarda "hedef saptırması yapmak" için mi; durmadan "hakemlerden yakınmış?" O gün "doğruları söylememiş" ise; yazık!. Yok o gün "doğruları söylemişse" ve bugün "inkâr etmeye çalışıyorsa"; çok daha yazık!. Yıldız takmaya iki aday!.. Anlaşılıyor ki, "Galatasaray bu sezon da şampiyon olursa", bazı meslektaşlar ve dostlar "Federasyon şunlara, şunlara da yıldız takmalı" diye öneriler yapmaya başlayacaklar!. Ben "öncelik" alayım: Federasyona teklifim: Fatih Terim'e de "bir yıldız" takılmalı; "Aynı takıma 5 şampiyonluk kazandırdı" diye!.. "Daha önce" aynı takımı 5 defa lig şampiyonu yapan hocalar varsa, "onlara da birer yıldız takılmalı!." Durun... Durun... Daha bitmedi!.. "Galatasaray şampiyon olursa", Federasyon Aziz Yıldırım'a da "bir yıldız" takmalı!. "Görevde bulunduğu süre içinde, Galatasaray'ın 5 şampiyonluğunu yaşayan Fenerbahçe Başkanı" olması sıfatı ile!.. Bence, Galatasaraylı futbolcular da "Aziz Başkan'a bu yıldızı taktırmak için" ellerinden geleni yapmalılar!. Ben öneriyorum; karar federasyonun!.. Onur Belge doğru yaptı!.. TSYD Başkanı Onur Belge, "Mustafa Denizli'nin basın toplantısında bulunup, ona destek verdiği ve onu savunduğu için" eleştiriliyor!. "Kendi üyeleri olan Turgay Şeren ve Ziya Şengül'e karşı Denizli'nin safında yer almamalı idi" deniliyor!. Madde bir; Onur Belge, "Mustafa Denizli'nin yanında ve safında değil", giderek çığırından çıkan "ekran ve sayfa kirliliğine karşı", çoktan başlatılmış olması gereken "top yekûn bir mücadelenin bayraktarlığını yapmak için", doğan bir fırsatın yanında ve safında yer almıştır!. "O duruma düşen ve o basın toplantısını yapan" Denizli olmayabilirdi; "Türk kamuoyunu ilgilendirecek birer kişi olmaları" şartıyla, Ahmet, Mehmet, Hasan ya da Hüseyin de olabilirdi; bu bir şeyi değiştirmezdi, Onur Belge "gene" aynı yerde ve safta olur, "bayrağı eline alırdı!." Alması gerekirdi; geç bile kaldı, geç bile kaldık!. O toplantıda 100'den fazla da basın mensubu vardı, spor yazarı olan, olmayan... Meslek teşekküllerimizin başka temsilcileri, yöneticileri de vardı; orada olmaları gerekirdi, oldular!. Madde iki; O toplantı Turgay Şeren'e, Ziya Şengül'e karşı değildi; kime karşı olduğu, hangi zihniyete karşı olduğu ortadaydı ve herkes biliyordu!. Madde üç; ayrıca TSYD Başkanı, hiç çekinmeden "yanlış yapmışlar ise" elbette "yanlış yapan" üyelerine de karşı olmalıydı, olması gerekirdi !.. "Bu olayın içinde benim üyem var, öyleyse bu konuda susmalıyım" diye düşünen ve "yüklendiği görevi bu sebeple yerine getirmeyen" bir başkanın, TSYD'nin başında ne işi olabilirdi? Mesleğimizi doğrudan ilgilendiren bir mücadeleyi ve korumamız gereken ilkeleri, "olayların içinde olan kişilere göre" değiştirirsek ve de savunmazsak, inandırıcılığımızı kaybetmeye başlamış ve "eyyamcılık yapmış" olmaz mıyız? Onur Belge'yi kutluyorum!. Yorumun yorumu!.. Sevgili okurlarım; "TV'lerimizdeki hakem yorumlarına fazla itibar etmeyin" demeye devam edeceğim!. Zira, bu yorumlar "zamana, zemine, hakeme, takıma, yukarıdan gelen ikazlara göre" değişiyor ve "hakemlerimizde zaman zaman görülen çifte standardı" kat kat katlamaya devam ediyor!.. Aynı gece, art arda iki maçın hakemi ile ilgili yorumlar: ...Bir hakem, "ileri geri oynata oynata", bir faulde "çıkarılmayan" bir kart bahane edilerek, "ipe çekiliyor", onunla da kalınmıyor; iş Merkez Hakem Komitesi'ne ve "Bu maça bu hakemin neden verilir" karanlığına ve şüphesine kadar götürülüyor!. ...Hemen ardında bir başka hakem için, yorum son derece net: "Hakem gibi hakem... Mükemmel bir maç yönetti!.." Amma... "Mükemmel maç yöneten" hakemin, "ileri geri oynat" oyununda görüldüğü ve kabul edildiği şekli ile "çıkaramadığı iki sarı kart" ve "bütün dünyanın gördüğü" son derece çirkin bir hareketi "es geçip çıkaramadığı bir kırmızı kart" var; kimin umurunda!.. Yorumun yorumu; okuyucularımın!.. Şenol Hoca istifa etmelisin!.. Eğer haber doğru ise; eğer "maça geleceğin biline biline", Antalya'daki Türkiye Kupası Finali'nde Şeref Tribünündeki "protokolde" yerin ayrılmamışsa ya da ayrılan yerine başkaları oturtulmuş ve sen ayakta dikilirken kaldırılamamışlarsa ve sonunda tribünü terk etmiş isen, bundan sonra Türk Milli Takımı'nın başında "bir dakika bile kalman" hem kişiliğin ve kendin, hem de milli takım bakımından zararlı olacaktır!. Aylardır belli ki, Halûk Ulusoy ve Federasyonu seni istemiyor!. Amma... "Görevine son vermeye" de cesaret edemiyor!.. Her fırsatta "delikanlıyım" diyen Federasyon Başkanı'nın kulakları çınlasın!. Seni "açmaza düşürerek, küçük düşürerek" bırakıp gitmeni sağlamaya çalışıyorlar!. Görüyorsun, spor medyamızda da hâlâ sana karşı "kan davası yürütenler" var!. Her fırsatta "hakaret" etmeye devam ediyorlar!. "Böyle" bir ortamda, "hak etmeyen" onlarca kişi, Şeref Tribünü'nün "protokol koltuklarında oturtulurken", Türk Milli Takımı'nın Teknik Direktörü'ne yer vermeyen bir Federasyon ile ya da "başkaları vermemiş" ise, "vermeyenlere haddini bildirmesi" gerekirken, "tam tersini yapan" bir Federasyon ile "gidebileceğin yer" bellidir!. "Bu duruma düşürülen" bir teknik adam, her gün "itibar kaybeder" ve sonunda "öğrencileri bile" itibarını kaybetmiş bir hocanın sözüne "değer vermez hale gelir!." Sen, Türk futboluna ve milli takımına "büyük hizmetler" verdin; artık kendini harcama ve harcatma!.. Bizlere de, Türk futboluna da daha uzun yıllar hizmet edeceksin!. Seni kaybetmek istemiyoruz!. Ama, görünen köy kılavuz istemez; "bu kafalar" fırsatını buldukları anda seni yemeye kararlılar ve yiyecekler!. Onlara bu fırsatı verme; "kendi göbeğini kendin kes!."