Eskiden, bir futbol yorumcusu "bir polemiğe girip de, iddialı laflar etmeye başladı" mı, yazıp çizdi mi, spor servislerinin müdürleri "Dur bakalım arkadaş... Böyle böyle diyorsun ama, bu söylediklerini bir araştır bakalım doğru mu?" derlerdi!. Şimdi, her önüne gelen, ekranlara çıkıp ya da köşe başlarına kurulup, atıyor da atıyor... Ne "ne diyorsun" diyen var, ne de hesap soran!.. Mesela "birileri" çıkıp diyor ki: "Milli takımda oynamak istemeyen oynamaz. Oynamak istemeyenlere ceza verilemez, insan haklarına aykırı... Dünya'a da benzeri yok." Aman etmeyin eylemeyin... Dünyayı bıraktım, şu etrafımıza, Avrupa'ya bir bakalım; kaç ülkede "onların söylediği gibi" bir düzen var, kaç ülkede "tedbirler, cezalar, oynama mecburiyetli uygulamalar" var? İtalya'dan Rusya'ya, Yunanistan'dan İspanya'ya kadar!.. Bir bakalım "onlar" ne yapıyor? Bir genç "spor yazarı arkadaşım" araştırsa da hep beraber öğrensek; atan ve atmayan da ortaya çıksa!.. Şimdi düşünelim; "tedbir ve ceza olmasa", hele hele "büyük maçlardan önce" hangi kulüp "oyuncularını milli takıma gönderir?" Hazırlık maçları için "bu da nereden çıktı?" diyen, "oyuncularını göndermemek için" türlü mazeretler ve bahaneler icat eden teknik direktörleri, yöneticileri az mı gördük? Bazı yöneticilerimizin ve yorumcularımızın kanlarına "kulüpçülük" öylesine işlemiş ki; gerçekleri de, milli takımı da gözleri görmüyor!.. "Başkaları" çıkıyor; ortaya bir başka iddia atıyor: "Efendim B Milli Takımı da neymiş? Böyle bir uygulama Dünya'da var mıymış?" Hoppala!.. Türk Milli Takımı'na karşı yıllar yılı "B takımlarını oynatan" Fransa'ları, İtalya'ları ne çabuk unuttuk? Bakın bakalım, Brezilya'lara, Arjantin'lere... Dünya Şampiyonalarından önce, "asıl takımları" Avrupa'da hazırlık turnelerine çıkarken, B takımları, hatta C takımları Japonya'larda, Endonezya'larda "hazırlık turnuvaları" oynamıyor mu?. Fevkalade faydalı, "milli takıma hemen gelebilecek oyuncuları hazırlayan" daha da önemlisi "hazır tutan" bir formül!.. "40-50 kişilik" bir futbolcu ordusuyla çalışmak ve hazırlık maçları yapmak yerine 24'er kişilik kadrolarla çalışmanın ve hazırlık maçları oynamanın avantajı ortada!.. Hem teknik adamların oyuncularla yakından ilgilenebilmesi, hem de "maç oynama fırsatlarının artması" ve böylece A Takımının nihai kadrosuna giremeyenlerin "uluslar arası maç tecrübesi kazanması" bakımından "bundan iyi formül" olur mu? Ne diyelim; atan atıyor ve "attığı da yanına kâr kalıyor!.." Böyle saça, böyle traş!.. Hadi çocuklar!.. Avrupa Şampiyonası eleme grubunda ilk maçımızı bugün Slovakya ile oynuyoruz!. Son günlerde spor(!) medyamıza bakıyorum; adeta "Milli Takım yenilsin de Şenol Güneş'i yerden yere vurmaya devam edelim" havası var!.. Milli Takımın Hocasını, "futbolcularıyla kavga ettirmek" ve kamuoyu önünde "küçük düşürmek" için "elden gelen" yapılıyor!.. Mesela "5 cümleli Hakan tasvirinin içinden" cımbızla "bir cümle" seçilerek, o cümlenin "maksadını aşan anlamlara taşınması" sağlanıyor!.. Bu çirkin "polemik" manşetlere çıkarılıyor!. Hem de ne zaman; Slovakya maçına "3-4 gün kala!.." Bu ne bitmez kin? Sadece "Türk futbolda değil", basketbolü, voleybolu dahil "takım oyunlu" bütün branşların "büyükler kategorisinde" ekibine "dünya üçüncülüğü kazandıran tek hoca" olarak spor tarihimize geçen Şenol Güneş'i yemek için, "Milli Takım'ın altına dinamit koyduklarının" bile farkında değiller!.. Takımın eksiklerine, fazlalarına, Slovakya'nın duruma bakıp, "uyarıcı teknik yazılar" yazacaklarına, yorumlar yapacaklarına, durup dinlenmeden "dedikodularla, kişiliğe dönük aşağılayıcı cümlelerle" gazetecilik yaptıklarını zannediyorlar!.. Bugün sahaya eksikleri olan, yorgunları olan, problemleri olan bir takımla çıkıyoruz; ama gene de Slovakya'yı yenecek güçteyiz!.. Yeter ki, bizim futbolcularımızın "en büyük hastalığı olan" rakibi küçümseme ve maça konsantre olamama alışkanlığımız nüksetmesin!.. Futbolcularımız, "12 Dev Adam rolüne özenmesin!." Maçı "Dünya Üçüncülüğü" etiketi kazandırmaz, sahada oynanan oyun kazandırır!. Bunu hiç ama hiç unutmamamız gerek!. Haydi çocuklar yenin Slovakya'yı da, hem sizleri, hem Hocanızı yerden yere vurmak için fırsat bekleyenlerin hevesleri kursaklarında kalsın!.. Şımartalım... Şımartalım... İşte "12 Dev adamı ne hale getirdik" ortada!.. Hezimetler gelirken sırıtanların bir de "bir kaç yüz dolarlık harcırah için" kazan kaldırmaya çalıştıklarını öğrenmez miyiz; vah olsun onlara!.. İnsanda biraz utanma, sıkılma olur; ne yaptınız da "para" diye tutturuyorsunuz? Basketbolda "böylelerine", futbolda "benzerlerine" mesela Nouma'lara, İlhan'lara ve "onlara özenenlere" arka çıktıkça, şımarttıkça, sadece onlara, takımlarına ve futbolumuza değil, "yeni yetişen" genç sporcularımıza da ne kadar büyük kötülük ettiğimizin farkında değiliz!. Ya Dünya ya Avrupa Şampiyonası finallerindeydi; İtalyan Takımı'nın kaptanı "yaşlı" Baresi "dizinden sakatlandı", maçların arasında "menüsküs - atroskopi" operasyonu yapıldı; bir maç oynamadı, sonra sahalara döndü, finallerin sonuna kadar takımında yerini aldı!. Bir ona bakınız, bir de "genç" İlhan'a... Mevsim başından beri sakat... Almanya'dan haber gönderiyor; "bir ay daha yokum!.." Benim spor yazarlarım, yorumcularım "İlhan'lara, Nouma'lara dönerek" hesap soracaklarına, "Ne yapıyorsunuz, aklınızı başınıza alın" diyeceklerine, hakemlere, Milli Takım Teknik Direktörlerine savaş açıyorlar!.. "Bastonla ve topal ayağı ile" Laila'lara giden ama, "Hocası'nın ikazına rağmen" bir taksi ile 20 dakikada gidebileceği Milli Takım Kampı'na ulaşıp, milli takım doktoruna görünerek "izin almayı" zül addeden bir futbolcuyu savunmak, ona iyilik değil kötülük yapmaktır!. Bugün Milli Takım Hocası'nı dinlemeyen, yarın "kendi takımının hocasını" da takmayacaktır; bunun örneklerini daha önce gördük ve yaşadık!. Hadi "18-19 yaşında" tecrübesiz ve genç bir futbolcu olsa neyse, "27 yaşında" koca bir adam İlhan!.. Nouma ondan da büyük!.. Ama, "her yaptıkları yanlarına kar kalırsa", bu futbolculardan takımlarına hayır gelir mi? Yooo. Kimse bu yazdıklarıma "kulüpçülük kulpu" takmaya kalkışmasın!.. Arif'ler, Tugay'lar ve "benzerleri" için nasıl "ağır yazılar yazdığımı" okuyucularım bilirler; gazete arşivleri de işte orada duruyor!. Komik... Hem de çok komik!.. Lig fikstürü ile oynamayı, hem de "haftalar önce" Galatasaray istese idi; bilmem ki benim anlı şanlı "futbol medyam" ne yapardı? Hangi Fenerbahçeli yöneticilerden "Bu lig şaibeli... Haluk Ulusoy Galatasaraylı..." beyanatları almayı, bu beyanatlar üzerine "yorum üzerine yorum yazmayı" kimler yarış haline getirirdi? Kimler, "Bu Galatasaray' durdurmak gerek... Sizden yardım istiyorum" diyebilen başkanların "gözüne girmek için" ellerinden geleni artlarına koymazlardı? Belki de 10 yılda bir olacak bir "Roma Savaşı'ndan yaralı çıkmış" Galatasaray'ın maçı ertelenince, Federasyona "harp açanların" bakıyorum bugünlerde nedense sesi sedası çıkmıyor? Bir Allah'ın kulu da çıkıp, Fenerbahçeli yöneticilere, "Kardeşim UEFA Kupası'nda sadece siz mi oynuyorsunuz? Bunca Türk takımı var, kimsenin ne erteleme,ne gün değişikliği talebi var; size ne oluyor?" demiyor!.. "Senin ki can da, Barcelona ile oynayacak olan Galatasaray'ın canı patlıcan mı?" diye soran yok!. Eh, bu yıl "ligleri tamamen erteleyelim" bari!.. Ne o? Anlaşılıyor ki; UEFA Kupası'nda oynayan takımlarımızdan "birinin" yöneticileri "devamlı" mızıkçılık yapacaklar!.. "Devamlı" ayrıcalık isteyecekler, verilmezse "medyadaki kalemşörleri ile beraber" kıyameti koparacaklar!. Hayırlısı!.. Adı değişmeli!.. Eh!.. Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy nihayet muradına erdi; "mavi boncukcu" ANAP'lı bakanların himmetiyle "Üstün Hizmet Madalyası"na kavuştu!.. Artık geceleri rahat uyuyabilir!.. Ne demiş atalarımız: "Ağlamayana meme vermezler!.." O da ağlaya ağlaya, "madalyayı" kopardı!. Amma... Selami Özdemir, Şeref Has ve Can Çobanoğlu, "Milli Takım ile yatıp, Milli Takım ile kalktıkları halde" madalya alamadılar; neden? "Ağlamadılar" da ondan!.. İşte "bu sebeple" ben diyorum ki; artık o madalyaya "Üstün Hizmet" değil "Ağlayana Kısmet" adını vermek gerek!. "Ağlayana Kısmet Madalyası!.." Terim'in sorunu!.. Mesela "Perez'i, Capone'u gönderip", sonra da "sağ bek problemi yaşadığı" ya da Galatasaray'ın, Beşiktaş'la nerede ise savaşa girdiği Murat'ı "doğru dürüst şans tanımadan", hem de "sakat olan" Mehmet Polat ile takas ettiği için Fatih Terim'i eleştirmek mümkün!.. Amma... Bence mesele bu değil!.. Mesele, "zirveye tırmanıldığında" Terim'li Galatasaray'ı sırtında taşıyan "uluslar arası standartlardaki dört büyük yıldızın yerinin doldurulup doldurulmadığında!.." Kimdi onlar? Taffarel... Popescu... Hagi... Hakan Şükür!.. Taffarel'e karşı... Ehh, "biraz biraz" Mondragon... Popescu'ya karşı....???? Hagi'ye karşı....???? Hakan'a karşı....???? İşte Terim'in "asıl" zorluğu burada!.. Terim'e, "3 tane yıldız oyuncu alacağım" sözünü veren ama "tutamayan" Başkan Özhan Canaydın yanılttı!.. "O üç yıldız" Popescu'nun, Hagi'nin ve Hakan'ın yerini dolduracaktı; hani neredeler? "Böyle ortada bırakılacağını" tahmin edebilseydi, bilmem ki Fatih Terim Galatasaray'a gelir miydi?..