Bak şu konuşana!..

A -
A +

Yooo, "bu konuşan" bir tane değil, onlarca!.. Akıl veriyorlar, yol gösteriyorlar, masallar anlatıyorlar, eleştiriyorlar!.. Kim bunlar?.. Bakınız, "kim olduklarını yazmadan", öncelikle "neler yaptıklarını anlatayım", araya "kimler olduklarını" da serpiştiririm!.. Bir: Aklı başında, akıllı, "geçmişten ders almış" tecrübeli insanlar, yöneticiler "aynı" hatayı art arda, hem de "aradan birkaç ay geçmeden" yaparlar mı?.. Aynı hata yüzünden "müesseselerine, camialarına çok büyük zararlar verirler" mi?.. Özhan Canaydın ve arkadaşları "işte aynen böyle büyük iki hatayı art arda, hem de birkaç ay içinde yaptılar"; kendilerine de, yönetimlerine de, kulüplerine de, camialarına da "büyük" zarar verdiler!.. Hayret etmemek mümkün değil; içlerinden bir tanesi de çıkıp, "Yahu arkadaşlar, bakın ilk olayda şu hatayı yapmıştık, şimdi gene aynı hatayı yapıyoruz, bu da başarısızlıkla sonuçlanacak" demez mi?.. Demedi ve tam bir hüsran!.. "Seyrantepe projesi" neden "istenilen ve beklenilen şekilde sonuçlanmadı?.." Zira, "fazla konuşmak, kapalı kapılar ardında konuşulması gerekenleri", TV ekranlarına, gazete manşetlerine, oradaki, buradaki toplantıların kürsülerine taşımak hevesi içinde, ortaya "şöyle" bir görüntü kondu: "Batmış Galatasaray'ı, Milli Emlâk kurtaracak"; yani "devlet" kurtaracak!.. Olur mu?.. Elbette, "olmaz!!!" Nitekim, olmadı, olamadı!.. Eeee??? Bu olaydan "ders alınması" gerekmiyor muydu?.. Elbette gerekiyordu!.. Ama nerdeee??? Bu defa, "Riva projesi!.." Ve "gene" aynı hata!.. Olay "öyle bir ortaya konuldu" ki; "Batmış Galatasaray'ı Toplu Konut İdaresi kurtaracak"; yani "devlet" kurtaracak!.. "Bu da yetmezmiş gibi"; Olağanüstü Genel Kurul'da, "Özhan Canaydın'ı bitirmek isteyenlerin çabası ile", bu konuda bile "her şey ele yüze bulaştırıldı" ve sonunda TOKİ açıklama yapmak zorunda kaldı: "Bizim Galatasaray'ı kurtarmak gibi bir görevimiz yoktur, olamaz da, ilgilenmiyoruz!.." Maalesef Galatasaray, "böyle bir yönetimin elinde bulunuyor!.." Bitmedi!.. İki: Yıl 1999; Aralık ayının 12. günü!.. Galatasaray Divan Kurulu'nda "ak saçlı" bir üye konuşuyor: "Kongredeki konuşmamda da söylediğim gibi, Galatasarayımızın alkışlanacak şampiyonlukları yanında mâli bakımdan bir felâketin eşiğine getirilmiş olmasını önlemeye çalışmamın tek gayesi, benim her şeyimi borçlu olduğum Galatasarayımıza bu manevi borcumu ödemeye çalışmamdır. Alacak verecek peşinde değilim." Duruyor, "ak saçlı adam", bir nefes alıyor ve devam ediyor: "Hayır, hayır. Haklısınız, davamız henüz bitmedi. 'İstiklâl Savaşı'mızın daha başındayız. Bu savaşı, hiç ama hiç kimseden korkmadan birlikte yapacağız." Bu ak saçlı Galatasaraylı'nın adı, "Necdet Çobanlı" idi ve ne yazık ki, "gerçekleri söyleyen, Galatasaray yönetimlerinin Galatasaray'ı hangi uçurumların eşiğine getirdiğini, AIG, TGS, Cayman Adaları, off-shore bankalar tuzaklarını, hayali stat projelerinin ardındaki gerçekleri" anlatmaya çalışan Necdet Çobanlı'yı Disiplin Kuruları'na verdiler, Disiplin Kurulları'nın kapılarında saatlerce beklettiler, "Divan Kurulları'nda konuşturmamak için" her şeyi yaptılar!.. Bugün "o yönetimlerin başkanları, asbaşkanları" Faruk Sürenler, Mehmet Cansunlar, o yönetim kurullarında üye olanlar Ali Dürüstler'den, Özhan Canaydınlar'a kadar pek çok kişi, o Divan ve Disiplin Kurulları'nın başkanları Duygun Yarsuvatlar, Mükerrem Taşçıoğluları"en çok konuşanlar", en çok "yol gösteren ve akıl verenler", hatta "kurtarıcı" diye ortaya çıkanlar arasındalar!.. Üç: Vah Galatasaray vah!.. Yıllardan beri, kimlerin elindesin ve kimlerin elinde kalacaksın?.. >> Bekliyor!.. Şenes Erzik'i "kim destekliyor?.." Kimler, "Şenes Erzik Başkan olmalı" diyor?.. Kulüplere bakıyorsunuz; Erzik'in, "en az şansı olan" Mehmet Ali Yılmaz kadar bile arkasında destek yok!.. Taban Birlikleri'ne bakıyorsunuz; "o birlikleri temsil eden" bir Allah'ın kulu da çıkıp "Şenes Bey Başkan olmalı" demiyor!.. Eee, Şenes Bey, "nasıl" Başkan olacak ve "nasıl yönetecek" Türk futbolunu?.. Haftalardır"bu tablo ortada iken" ve "kanunen yasaklı olduğu dönemde bile", büyük çoğunluk "Haluk Ulusoy'un yolunu gözlerken" ve Anayasa Mahkemesi'nden karar çıkar çıkmaz, "çoğunluğun temsilcileri" art arda "Ulusoy'u destekliyoruz" açıklamaları yaparken, "onurlu" bir insan olan Şenes Bey'in çıkıp da "Ben yokum arkadaşlar, hiçbir şekilde aday olmam ve olmayacağım" demesi gerekmez mi?.. "Seçimi kaybeden" ama, "Turgut Özal'ın tepeden inme seçimi" ile "başkanlık koltuğuna oturması kesinleşen" sevgili Coşkun Özarı ağabey ne demişti, o zaman: "Ben seçimi kaybettim, Erdenay Oflas kazandı, ben o koltuğa oturmam!.." "Onurlu" bir adam olan Özarı"böyle" yapmıştı!.. O gün "Coşkun Özarı'nın oturmadığı" Erdenay Oflas'ın koltuğuna "Özal tarafından oturtulan" Şenes Erzik, "adeta" bugün de "Haluk Ulusoy'un oturacağı koltuğa Mehmet Ali Şahin tarafından oturtulmayı bekliyor!.." Olacak şey mi?.. Nasıl oturacak o koltukta?.. Ona "her gün" bu "kirli seçim izini" hatırlatmayacak mıyız?.. Bilmeli ki; hatırlatacağız; herkes hatırlatacak!.. Hele hele "mavi boncuk" bekleyenler!.. >> Bu nasıl hocalık? Bir hoca, bunca zaman ve maç sonra, hâlâ Sabri'ye korner, Hakan'a penaltı attırıyorsa, hâlâ "penaltılar dahil" duran toplarda "ligin en etkisiz takımının hocası olmak" unvanını"açık ara" kimseye kaptırmıyorsa, ona "büyük hoca" demek mümkün müdür?.. Kaç korner, kaç serbest atış; "gol" bir yana "gol pozisyonu" bile yok!.. Koca takımda hâlâ "doğru dürüst orta yapan" futbolcu yok!.. İkinci yarının başına gelinmişken, "beş pasın sadece bir tanesini hedefine ulaştırabilen" futbolcularla "orta saha kurmak" herhalde ancak "Gerets'e yakışıyor!.." Hele hele Zafer'i, Arda'yı, Cafercan'ı resmen ve alenen "harcamak için" her şeyi yapmak ve sonra "kiralayıp", şimdi de "Şu sakat, bu cezalı ben ne yapacağım" diye düşünmek de "büyük hoca olmanın" bir başka göstergesi!.. Volkan'a, Heinz'a, "bekte" Cihan'a verdiği şansı, genç Zafer'e, Arda'ya, Ferhat'a, Aydın'a, Cafercan'a tanısaydı , şimdi "bu gençler, hiç olmazsa yedek kulübesinde hakkı ile oturmuş" olurlardı!.. Elbette, bazı meslektaşlarımın ve arkadaşlarımın "birçok hoca için söyleyip yazdıkları gibi", kalkıp da "Gerets futbolu bilmiyor" demem, elbette ki "Gerets de, o hocalar gibi, hepimizden daha iyi futbolu biliyordur"; zira onlar, futbolun içindeler, tecrübeleri, eğitimleri var, ekmek paralarını bu işten kazanıyorlar; amma "büyük hoca" değiller!.. Gerets de "büyük hoca" değil ve "bu kafayla da, olması mümkün değil!.." Onun derdi "günü idare etmek!.." Tıpkı, "Başkan'ı" Özhan Canaydın gibi!.. Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş; işte Galatasaray'ın hâli!.. >> O "taktı"; yazar!.. Dün bir arkadaşım telefonla aradı: "Vatan'da Doğan Koloğlu'nun yazısını okudun mu, Hıncal'dan ve senden söz ediyor, biraz da küçümser ifadeleri var!.." Sözünü kestim: "Hayır okumadım ama, dur tahmin edeyim; Hakan Şükür'ün kaçırdığı penaltıyı uzun uzun yazmış, sonra da bize takılmıştır. Takılsın; o bizim ağabeyimiz, Türk futboluna da, mesleğimize de çok hizmet verdi. Ama artık onu hiç okumuyorum. Zira, 'spor medyamızda bilgisine ve uzmanlığına inandığım, güvendiğim' az sayıdaki yorumcunun başında gelenlerden biriydi. Bir - iki yıldır 'uzmanlık' niteliğinin yerini 'takıntıları' ile doldurmaya başladı. Hakan Şükür takıntısı da bunların başında geliyordu. Hakan, Galatasaray'a gelirken onu yanıltmıştı. 'Bundan iyi futbolcu olmaz' demiş, Hakan bütün zamanların en büyük futbolcusu olmuştu. Hakan, Fethullah Gülen'i seviyor ve bunu da açık açık söylüyordu. Doğan Abimiz bunlara taktı, yazdıkça yazdı. 'Haksızlık etme' dediğimiz için, bize de taktı. Canı sağ olsun. O ne yazarsa yazsın, biz onu hem sever, hem sayarız. Ama dediğim gibi artık onu okumuyorum. Onun için ne yazdığından haberim yok, olmayacak da!.." Telefonda arkadaşım da güldü: "Yahu, kahin misin? Onun ne yazdığını, okumadan bu kadar güzel nasıl da anlattın?.. 'Platini dahil, ne futbolcular, hem de hangi büyük ve kritik maçlarda ne penaltılar kaçırdılar, Doğan Koloğlu bunu bilmez mi; neden bu kadar üzerinde duruyor; Necati de penaltı kaçırdı, neden ondan tek kelime ile bahsetmiyor' diye düşünmüştüm. Demek ki, işin içinde iş varmış, teşekkür ederim!.." Bu telefon konuşmasından sonra "gene" düşündüm: "45 yaşındaki Romario, omuzlarda taşınarak ve övgüler yağdırılarak Brezilya'ya dönüyor ve ülkesinde futbol oynuyor, oynatılıyor, sonunda gol kralı oluyor." 79 yaşındaki Doğan Abimiz, hâlâ "maç kritikleri" yazıyor, ama Hakan Şükür 34 yaşında futbolu bırakıp evine gitmediği için, vur da vur!.. Necati penaltı kaçırınca, 'tek kelime yok', Hakan kaçırınca yaz da yaz; olur mu?.. Bilmem ki, Doğan Abi'yi artık "okumamakta" haksız mıyım?.. >> Özür!.. Dünkü "Dost acı söyler" başlıklı yazımda, "önemli bir hata" gözümden kaçmış!.. "..Ne var ki, Halûk Ulusoy, 'kelle koltukta' bir mücadele vererek, devlet güvenliğinde sorunlu olanların da desteği ile, 'Türk Futbol Federasyonu'nu onlara teslim etmemiş' ve Türk futbolunun önünü açmıştı; UEFA Kupaları'na, dünya üçüncülüğüne kadar" paragrafındaki "... devlet güvenliğinde sorunlu olanların" ibaresi "... devlet güvenliğinden sorumlu olanların" olacaktı!.. "Anlamı bütünüyle değiştiren" bu hata için, hem okuyucularımdan, hem de "kasteddiklerimden" özür dilerim.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.