Ey Ergin Ataman Hocam, bir takımın, bir maçta da hiç olmazsa "bir defacık" son topu iyi kullansın ve galibiyete yetecek bir basketi, başarı ile rakip takımın potasına bıraksın, ne olur?!.
Son yıllara bir bak, "bu kaçıncı başarısız son top" mağlubiyeti ve "böyle" kaybedilen kaçıncı maç, kaçıncı kupa, kaçıncı şampiyonluk?..
Bitmedi, "bütün takımların top kullanmak için 24 saniyeleri varken", senin takımında "bu süreç" 14 saniyeye düşüyor; zira, en başta, maç anlatanların, yorumlayanların, yazanların, "övgü yarışları" ve senin "müsamahan" yüzünden, kendini "Kobe Bryant sanmaya başlayan" Arroyo olmak üzere ,"basketbol topu, senin oyun kurucularının eline yapışıyor" ve bir türlü o ellerden çıkmak bilmiyor; sonra da "zaman sıkışması paniği içinde" çok kötü atılan şutlar, hatalı paslar ve kaptırılan toplar, gelen mağlubiyetler!..
NBA'da "en nefret edilen" basketbolcuların başında geliyor; "egoist" Kobe ve "hiçbir yıldız basketbolcu", onun takımı olan Los Angeles Lakers'ta "onunla beraber" oynamak istemiyor!..
İşte, "Arroyo" da bu; o oynadıkça ve "zaman sıkışması oldukça", Galatasaray Basketbol Takımı'nın "basketbol oynaması" mümkün olmuyor; eninde sonunda iş "Sallabol'a dönüyor"; bazı maçlarda da Sallabol, "Karavanabol" hâline dönüşüyor!..
Tabii, Arroyo'nun bir de yardımcısı var; Erceg, o da "eli tutarsa vezir, eli tutmazsa rezil ediyor" takımı; işte son örnek, 26 sayı attığı Konya Torku maçının bir ilk yarısına, bir de ikinci yarısına bakın; ne demek istediğimi çok iyi anlayacak ve "Bir koç bunlara bu kadar müsamahayı nasıl gösterir" diye isyan edeceksiniz!..
Halbuki, Ergin Ataman'ın elinde "basketbolu, basketbol gibi oynayacak" iyi bir kadro var; bir oyun kurucu hariç, rotasyona da müsait; pota altında, hızlı hücumda iş yapacak bir kadro!..
Ama, Arroyo'nun, Erceg'in "egoizmleri" ve Hoca'nın "onlara müsamahası" yüzünden küsüyorlar; hele de "paralarını da alamıyorlarsa, ki alamıyorlar", siz anlayın ruh hâllerini!..
Yazık!..
"Lisecilik" Galatasaray'ın önünü kesmeye devam ediyor; çok açıktır ki; "bin tane Aziz Yıldırım savaş açsa", Galatasaray'a "lisecilerin verdiği zararı veremez!..
Bakınız, "liseli" başka bir şey, "liseci" başka bir şey; arada "dağlar kadar" fark var!..
"Bin bir iddia" hem de "çok önemli, üzerinde durulması, açıklığa kavuşturulması gereken" iddia yayılarak taa Avustralyalara, Amerikalara kadar ulaşırken, hatta bu iddiaların bir çoğu, "facebook / twitter / mail mesajlarından da öte, gazete sayfalarına, TV ekranlarına dökülürken", hâlâ "Aman bu iddiaların üzerine gidilmesin" diyen, diyebilenler var; yazıklar olsun!..
"O iddialar", bir insan, bir spor adamı, bir gazeteci, "gönlü Galatasaray'dan yana" bir sporsever olarak beni utandırıyor; ama "sarı-kırmızılı kulüpte öyle pişkinler var" ki; "Yapmışlarsa, Galatasaray için yapmışlardır (Kulakları çınlıyordur, Aziz Yıldırım'ın), ne var yani" diyebiliyor ve "iddiaların halının altına süpürülmesi için" ellerinden geleni artlarına koymuyorlar!..
"Türk spor tarihinin en büyük kulüp gelirlerinin kasaya girdiği bir süreçte", Galatasaray Kulübü'nü, "sporcularının paralarını ödeyemez hâle düşürenler" kimlerdi; "sadece bu sebepten" işte futbol takımı; perişan hâlde, işte basketbol takımları; perişan hâlde, işte voleybol takımları; onların da "ötekilerden" farkı yok, perişan hâlde ve "en kötüsü", statlarda ve salonlarda tribünler de perişan hâlde; yarıları bile dolmuyor!..
"Korunmak istenen" Aysal yönetimlerinin, Duygun Yarsuvat yönetimine bıraktığı miras tablosu bu ve dahası, bu mirasın üzerinde "mutlaka aydınlatılması gereken iddialar" kol geziyor!..
Çoğu "parasal" bu iddialar ortada iken, bir denetim mekanizmasının işletilmemesi, hele "Galatasaray gibi bir camiada işletilmemesi" mümkün mü?..
"Futboldan anlamam, kulüp yönetimini bilmem" diyerek iş başına gelen Ünal Aysal'ın "akıl hocaları" kimlerdi; "kulüp içindeki görevi" çok konuşulmaya başladığı için, "Avrupalara gönderilen" ve de "başdanışman yapılan" kimdi; "onunla ilgili iddialar" yok mu sayılacak?..
"Lisecilerin en büyük şefi" kim ve ne yapıyor, ne yapmak istiyor?..
Bilinmelidir ki, bu tablodaki "karanlık köşeleri" aydınlığa kavuşturacak bir soruşturma açılarak "ciddi bir denetleme mekanizması işletilmediği" sürece, biz "bunları" hemen her gün yazmaya devam edeceğiz ve "hesabını veremeyenlerden" öteye "hesabı sormayanlardan, soramayanlardan" da hesap sormaya başlayacağız!..
Diyorum ya, bıraktım Türkiye'yi, Avrupa'yı, taa Avustralyalardan, Güney Amerikalardan "mesajlar geliyor"; oralarda yaşayan, çalışan sarı-kırmızı aşıklarının istek ve beklentileri, "Galatasaray'ı bu hâle düşürenlerden hesap sorulması" ve bize "Devam" diyorlar ve elbette devam edeceğiz; "gazeteci olarak" görevimiz bu!..
Hesap sorulması önlenemez!..
"Lisecilik" Galatasaray'ın önünü kesmeye devam ediyor; çok açıktır ki; "bin tane Aziz Yıldırım savaş açsa", Galatasaray'a "lisecilerin verdiği zararı veremez!..
Bakınız, "liseli" başka bir şey, "liseci" başka bir şey; arada "dağlar kadar" fark var!..
"Bin bir iddia" hem de "çok önemli, üzerinde durulması, açıklığa kavuşturulması gereken" iddia yayılarak taa Avustralyalara, Amerikalara kadar ulaşırken, hatta bu iddiaların bir çoğu, "facebook / twitter / mail mesajlarından da öte, gazete sayfalarına, TV ekranlarına dökülürken", hâlâ "Aman bu iddiaların üzerine gidilmesin" diyen, diyebilenler var; yazıklar olsun!..
"O iddialar", bir insan, bir spor adamı, bir gazeteci, "gönlü Galatasaray'dan yana" bir sporsever olarak beni utandırıyor; ama "sarı-kırmızılı kulüpte öyle pişkinler var" ki; "Yapmışlarsa, Galatasaray için yapmışlardır (Kulakları çınlıyordur, Aziz Yıldırım'ın), ne var yani" diyebiliyor ve "iddiaların halının altına süpürülmesi için" ellerinden geleni artlarına koymuyorlar!..
"Türk spor tarihinin en büyük kulüp gelirlerinin kasaya girdiği bir süreçte", Galatasaray Kulübü'nü, "sporcularının paralarını ödeyemez hâle düşürenler" kimlerdi; "sadece bu sebepten" işte futbol takımı; perişan hâlde, işte basketbol takımları; perişan hâlde, işte voleybol takımları; onların da "ötekilerden" farkı yok, perişan hâlde ve "en kötüsü", statlarda ve salonlarda tribünler de perişan hâlde; yarıları bile dolmuyor!..
"Korunmak istenen" Aysal yönetimlerinin, Duygun Yarsuvat yönetimine bıraktığı miras tablosu bu ve dahası, bu mirasın üzerinde "mutlaka aydınlatılması gereken iddialar" kol geziyor!..
Çoğu "parasal" bu iddialar ortada iken, bir denetim mekanizmasının işletilmemesi, hele "Galatasaray gibi bir camiada işletilmemesi" mümkün mü?..
"Futboldan anlamam, kulüp yönetimini bilmem" diyerek iş başına gelen Ünal Aysal'ın "akıl hocaları" kimlerdi; "kulüp içindeki görevi" çok konuşulmaya başladığı için, "Avrupalara gönderilen" ve de "başdanışman yapılan" kimdi; "onunla ilgili iddialar" yok mu sayılacak?..
"Lisecilerin en büyük şefi" kim ve ne yapıyor, ne yapmak istiyor?..
Bilinmelidir ki, bu tablodaki "karanlık köşeleri" aydınlığa kavuşturacak bir soruşturma açılarak "ciddi bir denetleme mekanizması işletilmediği" sürece, biz "bunları" hemen her gün yazmaya devam edeceğiz ve "hesabını veremeyenlerden" öteye "hesabı sormayanlardan, soramayanlardan" da hesap sormaya başlayacağız!..
Diyorum ya, bıraktım Türkiye'yi, Avrupa'yı, taa Avustralyalardan, Güney Amerikalardan "mesajlar geliyor"; oralarda yaşayan, çalışan sarı-kırmızı aşıklarının istek ve beklentileri, "Galatasaray'ı bu hâle düşürenlerden hesap sorulması" ve bize "Devam" diyorlar ve elbette devam edeceğiz; "gazeteci olarak" görevimiz bu!..
Burası Türkiye!..
Yüzüne gözüne bulaştıran, ama "kahraman" olan; Aziz Yıldırım!..
Yüzüne gözüne bulaştıran ama "kaçak" olan; Ünal Aysal!..
Yüzüne gözüne bulaştıran, ama "kimseye yaranamayan"; Fikret Orman!..
Yüzüne gözüne bulaştıran ama "farkında bile olamayan"; İbrahim Hacıosmanoğlu!..
Yüzüne bulaştıran ama "Federasyon Başkanı" olan; Yıldırım Demirören!..
Oğuzhan'a dikkat!..
Her maçta, sahanın neresinde olursa olsun, "Beşiktaşlı futbolcuların itirazda bulundukları" çalınan ya da çalınmayan her düdükte, hakemlerin karşısına dikiliyor ve "konuştukça konuşuyor" Oğuzhan Özyakup!..
Arada bir "sarı kartı da yiyor"; yakında "kırmızılar" da gelirse kimse şaşırmasın!..
Dahası, "onun bu hareketleri", takımını da etkiliyor ve siyah-beyazlı futbolcular gerildikçe geriliyor; kırmızı kartlara abone olunuyor!..
Oğuzhan, kaptan değil, takımın ağabeylerinden değil, peki neden hep "hakemlerin önünde o var?.."
Başkan, yönetici, hoca, kaptan, sorumlu her kimse, "Oğuzhan'ın kulağını bükmeli"; Beşiktaş'ı "Gökhan gibi" yakmadan!..
Bilmeli ki, her futbolcunun "Emre Belözoğlu gibi" dokunulmazlığı olmaz!..
İyilik mi, kötülük mü?
Gerçi, "öyle ya da böyle gidecek" ama Kasımpaşa-Galatasaray maçının hakemi, "Burak'ın ofsayt golünü, Chedjou'nun kolla asistini geçerli sayıp" Galatasaray'ı galip getirince, Prandelli takımın başında kaldı!..
Soru; şimdi "Bu hakem, Galatasaray'a iyilik mi yaptı, kötülük mü?"
Menajer / Hoca / Yönetici!..
Tanıdığı ve hatta ilişkisi olduğu menajer aracılığıyla, "başında olduğu takıma oyuncu aldıran" ve "menajerin transfer komisyonunu paylaşan" teknik direktörlerin (yerli-yabancı) var olduğunu biliyorduk!..
Şimdi, "tam tersi bir durumun olduğunu" da yeni öğrendim; menajer geliyor ve teknik adama diyormuş ki; "Başında olduğun takımın filan oyuncusuna iyi ve paralı bir talip var; o oyuncuyu kadro dışı bırak, sezon listene koyma, satılsın, komisyonu paylaşalım!.."
Dahası, bu ikilinin çoğu zaman "bir başka ayağı" da var; yani oluyor tam bir sacayağı; "futboldan yetkili bir de yönetici!.."
Ben, "böyle bir teklif aldığını ve teklifi getiren menajeri tekme tokat kovduğunu söyleyen" bir hocamızın yalancısıyım; üstelik "piyasada dönenleri" ondan iyi bilmeme de imkan yok; sizler ne dersiniz?..