Bilmem ki, Türk spor medyasının sayfalarında ve TV programlarında "yazdıklarına inandığınız" ya da "yorumlarına güvendiğiniz" kaç tane spor yazarı ya da yorumcusu var? Her tarafımızı "kulüp ve reyting çığırtkanları" kapladı! "Spor gibi", sportmence rekabete, dostluk, dürüstlük, centilmenlik, fedakârlık, arkadaşlık, vefakârlık, yarışma ve kazanma keyfi, yenilgiyi olgunlukla karşılayabilme, kısacası "insan olma" hasletlerini katma heyecan ve coşkusunun duyulabileceği bir ortama, düşmanlığı, hakareti, küfrü, kişiliklere dönük aşağılamayı, kavgayı, sayfaları ve ekranları arenaya çevirme yarışını getirenler, her tarafta "insafsızca ve iz'ansızca" fink atıyorlar!. Maalesef ve maalesef, bütün bu olanları "devamlılık göstermeyen çıkışlar dışında seyreden", mesleğimizi derinden yaralayan ve kamuoyunda itibarımızı yok eden bu tabloya "radikal tedbirlerle ve tavırlarla müdahale etmeyen" meslek kuruluşlarımız da ve meslek kuruluşlarımızı "doğrudan harekete geçirecek" inisiyatifi kullanmayan bizler de, işlerin bu noktaya gelmesinde, en az "sporu yozlaştıranlar" kadar suçluyuz!. Ve... Maalesef ama maalesef, Türkiye Spor Yazarları Derneği yönetimleri "bunlara karşı gösteremediği hiddet ve şiddeti", gerçek gazetecileri ağır şekilde suçlamak, gerçek spor yazarlarını "disiplin kurullarına vermekte" gösteriyor!. "Vay sen nasıl soru sorarsın? Vay sen nasıl dernek yönetimini eleştirirsin?.. Vay sen nasıl aleyhte yazarsın?.. sen... sen..." Ey arkadaş... Bu ülkede cumhurbaşkanlarını, başbakanları, bakanları, liderleri, meclisi, kısacası her şeyi ve herkesi eleştirmek, onlara soru sormak, onlardan hesap sormak serbest; zira "basın özgürlüğü, fikir özgürlüğü, iletişim özgürlüğü" var!.. Amma... İş, TSYD yönetimlerine gelince; "olmaaaz!.." Nerede ise "yarım asırdır" bu mesleğe "inandığı doğrular çizgisinde" hiç kimseden korkmadan ve yılmadan hizmet eden Hıncal Uluç, doğru ya da yanlış, "Futbol Federasyonu'ndan alınan para için yazı yazdı" diye, derneğin resmi organında "hakarete uğruyor"; olacak şey mi? Evet, ben de sevgili Hıncal Uluç'un yazısını eleştirdim, hatta kendisine telefon ederek "hatalı hareket ettiğine inandığımı" da söyledim; amma "eleştirmek başka, uyarı başka, hakaret başka!.." Çıkar "efendi gibi cevap verirsiniz" olur, biter!. Üstelik her insan gibi, bir yazar da, bir gazeteci de "hata yapabilir"; amma "15 kişilik" bir yönetim kurulunun "ortak aklının", ondan da büyük bir yanlışı yapması kabul edilemez!. Ve daha da ötesi, "150 bin dolar alınan bir federasyonun başkanına, dernek tarafından iletişim ödülü verilmesini" eleştirmek de, bir dernek üyesinin ve bir gazeteci-yazarın en tabii hakkı değil midir? "Spor yazarlığının, mesleğin, derneğin onurunu korumak için" doğru bildiklerini yazmaya çalışanların, hayatları boyunca bunun için mücadele edenlerin, yaptıkları var sayılan "en ufak yanlışlarında" dernek yönetimlerince "bu şekilde örselenmeleri" kime fayda sağlamaktadır? Üstelik bu kaçıncı defadır, aynı şey oluyor? Ben, "Futbol Federasyonundan alınan paranın Derneğin hakkı olduğuna inananlardanım!." Ama ola ki, "bazı arkadaşlarımız", Spor Teşkilatlarından, Federasyonlardan "bu şekilde paralar alınmasına karşıdırlar!." Karşı olduklarını yazmak, "bunun yanlış olduğunu söylemek", işin iç yüzünün dernek tarafından açıklanmasına ön ayak olmak, en tabii haklarıdır!. Üstelik sevgili Hıncal Uluç "bu yazıyı yazmasa idi", benim gibi bir çok dernek üyesi ve spor yazarı, Federasyon'dan "böyle bir paranın alındığını" öğrenemeyecekti; taa ki, "Genel Merkez Genel Kurulu'na delege olarak gidene ve faaliyet raporunu okuyana kadar!." Delege olamayanlar, onu da öğrenemeyeceklerdi; neden? Spor sayfalarının ve TV ekranlarının "hakaret, küfür kavga yerleri haline getirilmesine karşı" radikal tavırlar koymayanların, "üslubunu beğenmedikleri" gazetecilere ve spor yazarlarına "derneğin dergisinde" hücum etmeye hakları yoktur! Bütün bunlar şu gerçeği ortaya koyuyor; "Bir şeylerin yapılması ve bugün işleyen sistemin mesleğimizin ve çağın gereklerini karşılamayan taraflarının süratle değişmesi gerek!." Önümüzde TSYD'nin genel kurulu var!.. Yönetime talip olanlardan "ilk isteğimiz", kesinlikle, "meslek ve kimlik" konusunda, en radikal adımları atmaya hazır olduklarını açıklamaları ve "bunu nasıl yapacaklarını anlatmaları" olmalıdır! Dernek genel merkez yönetimi, tesisler dahil, üyelerle ilişkiler dahil, dernek içi faaliyetler dahil, bir çok yetkisini "şubelere devretmeli", bunun için "tüzük değişikliklerini hazırlamalıdır!." Dernek genel merkezi, "dış ilişkiler, derneğin ve mesleğin temsili" ama öncelikle "meslek ve kimlik sorunlarının temelden çözümü" ile uğraşmalıdır! Derneğin yönetimine talip olanların, "dernekte bu evrimi gerçekleştirilecek" programlarıyla ve bu programların altından kalkacak yönetim kadrolarıyla genel kurula gelmeleri esastır! Artık açıkça ortaya çıkmıştır ki; "böyle gelmiş, böyle gider" diyemeyiz ve bekleyemeyiz!. Mesleğimizin "bütün tersanelerine girilmiştir!." Ve yapacak çok şeyimiz vardır; yolumuz engebeli ve uzundur! Görev başına!.. Dostlara Bakın!.. Spor sayfalarında okuyor, TV ekranlarında seyrediyor ve dinliyorsunuz!. Mevsim başında, yatlarda, yemekli toplantılarda, öpüşerek, koklaşarak, kucaklaşarak "Biz hep dosttuk, hep dost kalacağız" nutukları atanlar, kameralara, fotoğraf makinelerine poz verenler, aradan 6 ay geçmeden her gün birbirlerini boğazlar hale geldiler!.. Birbirleri için, rakip kulüpler için verdikleri beyanatlar utanç verici!. En ufak nezaket yok, edep yok, efendilik yok!. Nerede ise, birbirlerine "köprü ağzı" tiplemeleriyle hitap edecekler!. "Bunlar" böyle yaparlarsa, kimsenin kalkıp da, "bunların beslediği ve ceplerine para bile koyduğu" işsiz-güçsüz serseri takımının döner bıçaklarıyla, kasap şişleriyle, kılıçlarla, kamalarla maça gitmesine söz söyleme hakkı olabilir mi? Durum açık: Böyle başa, böyle ayak!.. Elbette, yönetimlerde görev yapanların "hepsini kastetmiyorum!." Ama, her gün spor sayfalarında, her gece TV ekranlarında arzı endam eden "herkesin bildiği ve tanıdığı öyleleri var" ki, spor adına, insanın tüylerini diken diken ediyorlar, ürpertiyorlar!. Sanki yönetimlere, spor sahalarına, tribünlere, kulüplerin ve taraftarların arasına "düşmanlık tohumları ekmek için" girmişler!. Hiç kimsenin şüphesi olmasın, "bunlar" maalesef Galatasaray yönetiminde de, Fenerbahçe yönetiminde de, Beşiktaş yönetiminde de kendilerine yer bulmuşlardır! Beşiktaş yönetiminde sayıları azdır ama, "eşitliği", kulüpten maaş alan bir idari menecer sağlamaktadır! "Şampiyonluk yarışında nefes nefese rekabet ettikleri" rakiplerinin "en iyi oyuncusuna kanca atacak, onun kafasını karıştıracak" ve bunu iftiharla söyleyecek kadar vurdumduymaz bir menecer!.. Ya, fol yok yumurta yokken Fenerbahçe'ye "lâf atan" ve ortalığı kızıştıran Galatasaraylı yöneticiler? Ağızlarından çıkanları kontrol edemeyen ve belki de duymamak için bizzat kendi kulaklarını tıkayan yöneticiler? Bir "ya" daha: Şampiyonlar Ligi Tarihi'nde ilk etap maçlarını "tek puan alamadan ve en kötü averajla kapatan" iki takımdan biri olmak rekorunu kıran bir takımın yöneticisinin şu "ipe sapa gelmez" sözlerine ne demeli? "Galatasaray bizi Avrupa'da rezil ediyor!." Ona sormak gerek; Dünya'nın dört bir yanında Türkiye'nin adını duyuran, neredeyse Eskimolar ülkesinde bile taraftarı olan bir takım "Avrupa'da Türkiye'yi rezil ediyorsa", acaba "senin takımının yaptığına ne demek lazım?" Ayrıca Galatasaray'ın bir takımı da dışarıda oynuyor: Taffarel - Popescu - Ümit - Tugay - Okan - Emre - Hakan - Hagi -Jardel - Marcio... Bir eksiği var, onu da yakında K.Hakan tamamlayacak!. Acaba bu durum "fena halde kompleks mi yaptı?" Açık açık yazayım; "bu kafalarla" değil dost, "düşman" bile olunmaz!. Zira, düşman olmanın da bir raconu, bir seviyesi vardır; tabii büyükseniz!.. Nasıl inanacağız? Galatasaray yönetiminin "Niculescu'nun transferinde düştüğü durum", doğrusu ya, değil "Avrupa etiketli bir büyük kulübe", Ataryemezspor gibi bir "mahalle takımına bile yakışmaz!." Galatasaray'ı ne hallere düşürdüler? Birileri de hâlâ ortaya çıkıp, kulübün bütün manevi değerlerini tahrip eden ve "sadece para ve borç ile uğraşarak", her şeyi ama her şeyi "alınıp satılan metalar olarak gören" yönetimleri savunuyorlar!. Süren - Cansun ikilisinin yönetimlerinin Galatasaray'a yaptığını, inanıyorum ki, "en tanınmış Galatasaray düşmanları" bile yapamazdı!. Galatasaray'a güveni yok etmek için ellerinden geleni artlarına koymayan bu ikili ile gelinen nokta ortadadır!. Göz göre göre, kamuoyu kandırılmakta, "gerçekler saklanmakta" ama "yalancının mumu yatsıya kadar yanar" misali, doğruların ortaya çıkması için bir-iki gün yeterli olmaktadır! Peki bu arada, Galatasaray'ın anlı-şanlı Divan Kurulu ve bu kurulun "bizi mahkemelere veren" başkanı ne yapmaktadır? Galatasaray Tüzüğü ortadadır; o tüzükte Divan Kurulu'na verilmiş olan görevlerin "hakkı ile yerine getirilmediği" de ortadadır!. Görevini yapmayan, yapamayan insanların yerlerini "yapacak olanlara terk etmesi kadar tabii ne olabilir?" Ne var ki, yıllardan beri Galatasaray'da "bu tabii mekanizma işlememekte, işletilememektedir!." Ortaya çıkan bunca acı ve hatta bazıları utanç verici gerçeklere rağmen, "bunları yapanlara kol kanat gerenler" acaba koltuklarında bugün rahat ve vicdan huzuru ile oturabiliyorlar mı? Galatasaray'ı Türkiye standartlarına göre, "Süper Ligdeki bütün kulüplerin toplam borçlarından daha fazla bir borç batağına sürükleyenlere karşı" gerçekleri anlatmak isteyenleri susturmak için ellerinden geleni artlarına koymayanlar, bilmem ki nasıl kulüp üyesidirler? Temenni ediyoruz ki; çoğu gitmiş azı kalmış olsun ve Mart'taki genel kurulda "Galatasaray'a layık" bir yönetim iş başına getirilsin!. Bekleyelim, görelim!. Kendimize gelelim!. Basketbol Milli Takımımızın Litvanya önünde uğradığı hezimet, temenni edelim ki, bizim oyuncularımıza ve hocalarımıza ders olsun!. Öylesine "burnumuz büyümüştü" ki, hoplaya zıplaya "12 Dev Adam" diye diye, "herkesi yeneceğimizi" zannediyorduk!. Kafamızı öyle bir duvara çarptık ki, "önemli eksiklerimiz olduğunu bile hatırlamadığımızı" bir anda anlayıverdik!. İşimiz zor!. İkinci yarıdaki maçlarımız hiç de kolay olmayacak!. Final yolu iyice sislendi; sakatlarımızın iyileşmesi takımımızı "eski gücüne kavuşturacak" ama, bu defa da "stres ve telaş" en büyük rakibimiz olacak!. Ne diyelim; kolay gelsin!. İki Mesaj!.. Fatih Terim, Futbol Antrenörleri Derneği'nin seminerinde yaptığı konuşmada "Okan topla çok oynuyordu. Bir gün antrenmanda ona ayrı bir top verdik, bu huyundan vazgeçti!." Hımmm; ünlü teknik direktör bu sözleriyle "iki önemli mesaj veriyor!" Mesaj bir: "Ey Lucescu... Sen de Hasan Şaş'a antrenmanda bir hatta iki top ver, belki o da tek başına oynama huyundan vazgeçer!." Mesaj (bu mesaj kendi kendine) iki: "Ey Fatih, tez elden bir kulüpte görev al, ama öyle bir kulüp seç ki, sana ayrı bir kulüp versinler... İşte belki o zaman, 'ben bir kulüpte kendimden başka kimseyi takmam' huyunu unutur, 'Ben..ben..ben' narsistliğinden kurtulursun!." İnat!.. Fenerbahçe yazarlarının çoğu, yeni teknik direktör Lorant'ı topa tutuyorlar; "Yaşlıları bırak. Onlardan sana hayır gelmez... Hakan gibi, Ceyhun gibi gençleri oynat!" Alman Hoca, ya "Türkçe bilmediği için bu yazıları okuyamadığından" ya da Oğuz ona "bu yazıları tamamen ters tercüme etmiş olacak" ki; kalktı Brezilya'dan "34 yaşında bir futbolcu daha transfer etti!" Şimdi, "orta sahada" gençlerin, yani Hakan Bayraktar ile Ceyhun'un oynama şansları iyice azaldı!. "Ak saçlı" bir hocaya da, doğrusu "böyle futbolcular" yakışır!. Bu gidişle, koca takımı "tekaütler karması" haline getirirse şaşmamak lazım; neyse ki transfer kapandı, yoksa Fenerbahçe'nin hali haraptı!