Ben bilimin yalancısıyım!..

A -
A +

Kimseler kızmasın, gücenmesin... Aşağıda yazacaklarımda "kişi" olarak kimseyi hedef almadım; ben "bilimin yalancısıyım" ve "genelleme" yapacağım!.. Sevgili Ömer Faruk Ünal, "gazetenin mutfağında olmanın sorumluluğunu bilen" bir gazeteci olarak bana, "mutfaktan 600 kilometre uzakta olan" bir gazeteciye, "önemli bir destek" veriyor!. Gazete mutfağına "bir yığın ajans bağlı" ve her gün o ajansların fakslarından, internet sitelerinden binlerce haber yağıyor!. İşte o haberlerden "yararlanacağımı düşündüklerini" bilgisayarıma gönderiyor!. Ben de, "o bilgilerden" yazılarımda, sohbetlerimde, toplantılardaki konuşmalarımda faydalanıyorum; binlerce teşekkür!. Son gönderdikleri içinde "beyin ile hafıza ile ilgili" birkaç haber var; yan yana getirince "ilginç" bir tablo ortaya çıktı!.. Hem sporumuz açısından, hem "TV'lerdeki spor programlarımız açısından", hem de sporcularımız açısından!.. Birkaç örnekle meramımı anlatayım: Birinci örnek: TV ekranlarına yansıyan görüntülerinden anladığıma göre, bazı futbolcularımız ve bazı teknik adamlarımız "sakız çiğnemeye çok meraklı!.." Maç sonrasında mikrofonlar uzatılınca da , "sakızlı" konuşmalar yapıyorlar!. Düşünürdüm ki; "kötü bir görüntü ve TV başındaki yüz binlerce insana saygısızlık!." Amma, "bilim" öyle söylemiyor: "www.egitimplatformu.com" sitesinde yer alan bir yazıda, hafızayı kuvvetlendirmenin 10 yolundan biri şöyle; "sakız çiğnerken beynin 'hipocampus' bölümü daha iyi çalışıyor." İkinci örnek: Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Metin Tekin diyor ki: "Görsel kültür (yani TV kültürü) verileni alan, hazıra konan bir toplum meydana getiriyor. İnsan içselleşemiyor, sevgiyi, aşkı kısır düzeyde yaşıyor. Görsel kültür insanoğlunun hafızasını zayıflatıyor ve dağarcığını küçültüyor." TV'lerimizdeki spor programlarının çoğunluğunu hatırlayınız ve Metin Tekin hocamızın sözleri ile tartınız; "bu programları devamlı izleyenlerden, tribünlerde sakin sakin oturmalarını bekleyebilir misiniz?" TV ekranının içinde oturanların "çoğu zaman TV kültürünün alt çizgisinin gerisine düştükleri bir ortamda", futbolcuda, taraftarda, teknik direktörde "sevginin kırıntılarının bile kalması" büyük şans değil mi? "Bir programda söylediğini, ertesi programda tam tersini söylemek, hatta aynı programlarda bile inanılmaz çelişkilere düşmek, her hafta artık ezberlenmiş tavır ve sözleriyle kendi kendini tekrarlamak", Tekin Hoca'nın "TV kültürü hafızayı zayıflatıyor, dağarcığı küçültüyor" nitelendirmesini haklı çıkarmıyor mu? Üçüncü örmek: Ya Ege Üniversitesi Temel Tıp Bilimleri Fizyolojisi Bilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr. Toygar'ın söyledikleri? Değerli hocamız, "beyin hücrelerinin ölmesine, beynin az çalışmasına ve hafıza kaybına yol açan" faktörleri sayarken, "strese, alkole, kolestrole" dikkati çekiyor!. Spor programlarına çıkanları şöyle bir gözden geçirin... Yakından tanıyorsanız, "alkol sevenleri, TV ekranında herkesle kavga edenleri, kendilerini strese boğarken, seyredenleri de strese sokanları, kolestrol ambarı haline gelmiş olanları" bir hatırlayın!.. Toygar Hoca diyor ki: "İnsan beyni günlük yaşamda basit yöntemlerle kalıplardan kurtarılarak daha verimli çalıştırılabilir. Hergün gittiğiniz yolu, sabah uyandığınız müziği, oda ve büronuzun düzenini değiştirerek beyninizi şaşırtın, şaşırtın ki daha iyi çalışsın!." Yıllardır ekranlarda "aynı masalarda, aynı koltuklarda oturan, hemen hemen aynı sözleri tekrarlayan, oturma şekillerini bile değiştirmeyen aynı kişilerle" söyler misiniz bana, spor programlarını seyredenlere, bile bile kötülük yapılmıyor mu? Gelin de Toygar Hoca'ya hak vermeyin bakalım!!! Trabzonspor'da aydınlık günler!.. Keşke, Trabzonspor'da genel kurula "tek liste ile girilseydi" ve "daha güçlü, daha birleşmiş" bir yönetim kadrosu oluşturulabilseydi. Olmadı... Trabzon'un "yıllardır en büyük handikabı olan" bölünmüşlük, bu genel kurulda da sürdü!. Adaylardan "Atay Aktuğ'un kazanmasını" arzuluyordum!. Trabzonluydu, sporcuydu, futbolcuydu, kenti ve Trabzonluyu iyi tanıyordu, "yöneticilikte olgunlaşmıştı", toparlayıcı vasıfları vardı, meselelere "yukarıdan bakmayı" biliyordu, Trabzonspor'un problemlerini de çok iyi biliyordu!. Kısacası, genel kurula "aklı selimin hâkim olduğu" sandıktan çıkan sonuçla ortaya çıktı!. Trabzonlu, "uzaktan kumandalı yönetimleri artık hiç ama hiç istemediğini" de ispat etti!. Bundan sonrası Atay Aktuğ ve arkadaşlarına düşüyor!. İşleri zor!.. Çünkü ülkedeki milyonlarca Trabzonlunun beklentileri çok... Sabır kalmadı... Bu tablo ortada iken Gökdeniz'i ve Fatih Tekke'yi isteyen "üç büyüklerin yöneticilerine" şaşıyorum; acaba bunlar Mars'ta mı yaşıyorlar da Türkiye'den, Trabzon'dan haberleri yok? "Yeni işbaşı yapmış" olan ve "iddialı" bir yönetim, bu yıldızları "rakiplerine verir mi?" "Verirse", o yönetim iş başında kalabilir mi? Kuzum, siz "çok akıllılar", Trabzonspor'u "küçük bir kulüp olarak mı görüyorsunuz?" Siz, "elinizdekileri Trabzon'a kaptırmamaya bakın" ve Trabzonluyu da iyi tanıyın!.. Sevgili Şirin Berber; Trabzon'daki "yeni dönem için" yorumlarını merakla bekliyorum; biz 800 kilometre öteden "böyle" görüyoruz... Ya sen? Dürüst hâlâ susacak mı? Dünkü Sabah'ta "koca" bir başlık; "Hocaları Lucescu" Kimin hocaları, Lucescu? Mart genel kurullarında Fenerbahçe'de ve Galatasaray'da "başkan adayı olacak olan" Sadettin Saran'ın ve Ali Dürüst'ün!.. Fenerbahçe'deki gelişmeleri "yakından" izleyemedim, onun için "Sadettin Saran'ın düşünceleri" için bir şey yazamam; ama daha dün "Soy adına lâyık ol, dürüst ve açık ol.. Susma, konuş" diye yazı yazdığım Ali Dürüst için yazmaya devam edeceğim: Bu haber doğru mu? Aday olacak mısınız? Olacaksanız, Lucescu'yu mu getireceksiniz? Galatasaray Kulübü, basketbolden, futbola bütün sportif şubeleri "bin bir zorluk içinde" çırpınırken, özellikle "futbol takımının içine bomba gibi düşen bu haber" neyi amaçlıyor? Terim'in bırakıp gitmesini mi? Galatasaray'a "ocak transferinde gelebilecek birkaç oyuncunun önünün kesilmesini mi?" Galatasaraylı futbolcuların Terim'den tamamen ümitlerini kesmesini mi? Canaydın yönetiminin ve Galatasaray Kulübü'nün iyice dibe vurmasının sağlanmasını mı? Dürüst "susup oturdukça" bu dedikodular, haberler, iddialar manşetlerden inmeyecek ve Galatasaray yıprandıkça yıpranacaktır!. Ve asıl soru: Bu durumda bile "susup oturan" bir kişi, Galatasaray'ın başkanlık koltuğuna nasıl oturacaktır; oturursa Galatasaray'a ne kazandıracaktır??? Neymiş? Bir; "Lucescu hakkındaki gerçeklerin sadece küçük bir bölümünü" dünkü Hürriyet'te açıklayan Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın'a demek isteriz ki; "günaydııın!!!" Bilen, bilmeyen herkesin "Lucescu gönderilir miydi, adam o kadar kulübüne bağlıydı ki, kovulduğu halde alacağını bile almadı" sözlerinin ne kadar yanlış olduğunu açıklamak için Canaydın'ın ille de Süren-Cansun ikilisinin "kulübü yaralayan" açıklamalarını mı beklemesi gerekiyordu? Lucescu'nun "Cansun seçilmezse istifa ederim" sözü ve "tazminat istemesi" neden medyada "aksini yazıp çizenlere" bugüne kadar anlatılmadı? İki; "Hagi'nin alınışını kendilerine mâl eden" Süren - Cansun ikilisine ağızlarının payını Akşam gazetesinde sevgili Ömer Ural verdi ve "bu ikilinin sözlerinin gerçeklerle nasıl ters düştüğünü" detayları ile anlattı!. Ah Ergun Gürsoy ah... Telefonda "Hagi'yi nasıl alıp geldiğini anlatan sözlerin" hâlâ kulaklarımda çınlıyor!. "Hafıza-i beşer nisyan ile malûldür" sözü ne kadar doğru imiş; neden "Hagi'nin Türkiye'ye getiriliş hikâyesindeki gerçekleri", bir telefon edip "unutanlara", Süren'lere ve Cansun'lara anlatmıyorsun? Bayan futbolunda skandal!.. Hatırlıyorum; çok uzun yıllar önce "bir olay" yüzünden Türkiye'de bayan basketbolü bir yana atılmış ve yıllar yılı "bayan basketbol milli takımı" kurulmamıştı!. Şimdi de, "bir olay" yüzünden "Bayanlar Futbol Ligi" kaldırıldı ve "16 yaşından küçük bayanlar için" bir lig kuruldu!. Doğrusu ya, Türk sporunda artık sık sık "Şu mektepler olmasa, maarifi ne güzel idare ederdim" diyen maarif vekilinin kulaklarını çınlatacak olaylar olmaya başladı!. İşte bu da onlardan biri... Peki yarın da, bu ligde bir yöneticinin ya da antrenörün adının karışacağı bir olay olursa, bu defa bu lig de mi kaldırılacak? Bu nasıl bir kafa ve bu nasıl bir uygulamadır? Denetleme, varsa problemleri çözme, gerekiyorsa cezalandırma ve temizleme varken, "kaldırdım" demek, hangi çağın zihniyeti? Beceremiyorsanız, bırakırsanız, becerebilecekler gelir, yapar!.. Bunu da mı akıl edemiyorsunuz? Bir soru daha; ya "futbolcular ve kadınlar dernekleri" ne iş yapıyorlar ve bu skandale karşı neden susuyorlar? Bülent Toroğlu!.. Kendisinden izin almadığım için telefonla "Antalya seminerinde ne var, ne yok" sohbeti yaptığım arkadaşımın adını vermeyeceğim. Bana dedi ki; "Öcal abi, burada olacaktın da Bülent Toroğlu'nun, Erman Yavuz'un üstesinden nasıl geldiğini görecektin!.." "Önce" anlamadım, "herhalde dil sürçmesi" dedim, telefonda "Yani Erman Toroğlu... Bülent Yavuz..." diye kekeledim!.. Karşıdan bir kahkaha sesi geldi: "Yok abi... Bilerek söylüyorum. Burada karşı karşıya geldiler ve ekranlarda devamlı 'Gel karşıma' diye meydan okuyan Erman Toroğlu, Bülent Yavuz'la yüz yüze gelip tartışınca mat oldu ve Erman Yavuz oldu... Bülent Yavuz da aslan kesildi, oldu Bülent Toroğlu!.. Bana göre sayı hesabıyla da değil, nakavtla Bülent Yavuz galip..." Ve devam etti, değerli meslektaşım: "Ağabey, spor yazarlarına 'hıyar" benzetmesi yapan, ama burada 'Böyle bir şey yazdığımı, söylediğimi hatırlamıyorum' diyen Toroğlu'nun seminere çağrılmasına tepkiler de yoğundu... Bir çok konuşmacı bu sebeple seminere gelmedi. Bir çok spor yazarı ve bazı katılımcılar da Toroğlu'na konuşma sırası gelince salonu terk ettiler. Kısacası senin boykot çağrın bütünüyle olmasa bile bir bölümüyle tuttu!." Sanıyorum, Erman hocam, bundan böyle gerek mesleğimizle ve meslektaşlarımızla, gerek hakemlerle ilgili yorumlar yaparken ve yazılar yazarken, "Biraz daha dikkatli, hassas, cana yakın ve sevimli olur. Reyting uğruna, agresif ve antipatik görünmeye son verir." Bizler de onu, "bütün samimiyetimizle ve sevgimizle kucaklar"; kırgınlıkları, kötü hatıraları unuturuz!. TSYD Semineri de buna vesile olmuş olur!.. "Başka?" diye sorduğumda, spor yazarı dostum bir kulis daha verdi: "Spor medyası ile ilgili oturumda senin de kulağın çınlatıldı: 'Spor yazarlığı konusunda son derece hassas olan ve devamlı yazılar yazan Öcal Uluç ağabeyimizin, Fatih Altaylı'nın spor yazarlarına 'şerefsizler' dediği yazısına tepki göstermemesi bizi üzdü' denildi, haberin olsun." "Kim dedi" soruma da cevap şöyle geldi: "Sayın Başkan!" Hımmm!.. Keşke, orada olsaydım da, sevgili Başkanımızın "kendi yönünden haklı olabilecek" bu tarizine cevap verebilseydim!. Aslında "bu cevabı" burada da yazabilirim ama, bunu yaparsam, hem mesleğimi, hem de derneğimi yaralarım!. Yüz yüze geldiğimizde, sayın Onur Belge'ye "neden yazmadığımı" anlatırım!. Burada "sadece" şu hususu belirteyim: "Şerefsizler" sözünün bir gazeteciye, bir yazara "hiç ama hiç yakışmadığını" söylemeliyim; "şerefsiz olduğu" yargı kararıyla kesinleşmedikçe, hiç kimse için "bu söz sarf edilemez!.." TSYD Eğitim Semineri'nin, mesleğimize ve sporumuza hayırlı olmasını dilerim.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.