Herkes bilir ki "Ben Galatasaralıyım!.." Amma. "Gönül verdiğim", kazanmasını, başarılı olmasını istediğim, hafta sonları "maçlarının ne olduğunu merak ederek" sonuçlarını öğrenmeye çabaladığım ve "TV'de yayınlanan maçları varsa" oturup seyrettiğim "başka takımlarım" da vardır!.. Mesela, "Ankara'da oturduğum" uzun yıllar boyu "üyesi olduğum, genel kurullarına katıldığım" Gençlerbirliği!.. Mesela, İzmir'de oturduğum uzun yıllar boyu "üyesi olduğum, genel kurullarına katıldığım" Karşıyaka!.. Mesela, "baba diyarı" yadigarı Bandırmaspor!.. Ve.... Liverpool!.. Ve. Barcelona!.. Bu sezon, Galatasaray kötü, Gençlerbirliği kötü, Karşıyaka çok kötü, Bandırmaspor çok çok kötüydü!.. Amma. Barcelona'm İspanya'da Real Madrid'i açık farkla geçerek şampiyon!.. Liverpool'um ise. Bilmem ki, Çarşamba gecesi TV ekranı başında ne kadar "mutlu olduğumu" anlatmama gerek var mı? "Takımım" 3-0 geriye düştüğü zaman, "maçı yorumlayan" sevgili Fatih Terim gibi, ben de "ümitsizdim", bir İtalyan takımı, hele hele Milan gibi bir takım ve "o dev kalecisi", o "müthiş savunmasıyla" maçı Liverpool'a verecek golleri yer miydi? Ekrandan akseden "müthiş" uğultunun, Liverpool seyircisinin dillere destan ve sevgili kardeşim Hıncal Uluç'a "enfes yazılar yazdıran" unutulmaz "Asla yalnız yürümeyeceksin" şarkısının Olimpiyat Stadı'ndan bütün İstanbul'a, bütün Türkiye'ye ve bütün dünyaya yansıyan yankısı olduğunu biliyor ama "Kupayı açık ara kaybederken bile" futbolcularına, hocalarına, yöneticilerine "sadece sen değil, hep beraber kaybediyoruz" mesajını verdiğini sanıyor; "Ne kadar güzel, keşke bizim kulüplerimizin de böyle taraftarları olsa" diyordum!.. Amma, "o seyirci", meğer "kupayı kaybetmeye değil, kazanmaya beraber yürüyoruz, sen varsan ve ben varsam, neden kazanmayalım, kupa bizim olacak" mesajını veriyormuş!.. Nasıl bir ikinci yarıydı, "3 golün arda geldiği" nasıl bir "6 dakika idi"; o!.. Sonra. Uzatmaların son dakikalarında, Taffarel'in yaptığı "o unutulmaz kurtarışın Galatasaray'a getirdiği" UEFA Kupası gibi, maç boyu "çok büyük hatalar yapan" adeta "şaşkın" Dudek'in "yıllarca ve yıllarca unutulmayacak" 3 saniye içindeki üst üste "iki inanılmaz kurtarışını" izleyince, "Liverpool asla yalnız yürümüyor, bu gece kupa bizim olacak" dedim!.. Ve... O "Dudek" penaltı atışlarında da "asla yalnız değildi" ve "yapayalnız" Milanlı oyuncular penaltıları kaçırır ya da Dudek'in ellerine teslim ederlerken, Liverpool seyircisi haykırıyordu: "O fırtınalı yollarda Mucizeler de vardır, korkular da Sevgiyle coşarsın hep Bazen göz yaşların damlar!.." Ey sevgili Attila Gökçe, "gecemin tek eksiği" senin Liverpool'dan getirdiğin "atkıydı"; çok aramama rağ men bulamadım ve ekran başında boynuma takamadım!.. O da olsa, keyfim tam olacaktı; tıpkı "Barcelona'yı şampiyon yapan" maçları TV başında izlerken, çayımı içtiğim "Barcelona Bardağı'nın bana verdiği müthiş haz gibi!.." Bu sezon, Galatasaray, Gençlerbirliği, Karşıyaka ve hele hele Bandırmaspor beni üzdüler ama... Barcelona ve Liverpool "sportif mutluluğumu" bana iade ettiler!.. Sporu sevdiğim ve yazdığım için "dünyanın en mutlu insanlarından biriyim"; söyleyin sevgili okurlarım; haksız mıyım? Beşiktaş'ta "Galatasaray" tasfiyesi!.. Beşiktaş Teknik Direktörü Rıza Çalımbay, yönetime "gidecek futbolcular" listesini vermiş.. Listede Ahmet Yıldırım var, Berkant var, Emre Aşık var, Fatih Sonkaya var... Okan da "yeni sezon kampına götürülecek", ama "o dönemde başarılı olamazsa", o da gönderilecekmiş... Dikkat edin, "dördü eski Galatasaraylı ve bir de son dakikada Galatasaray'ın elinden kapılan" 5 futbolcu!.. Bazılarının, Galatasaray'dan ayrıldıktan ve Beşiktaş'a geçtikten sonra "Cehennemden cennete geldim, benim asıl yuvam burası... Ne iyi etmişim de Beşiktaş'a gelmişim" diye açıklamalar yaptığı futbolculardı, bunlar!.. Özellikle Berkant'ın kulakları çınlasın!.. "Suçu kendinde arayacağına, başkalarına atan" bütün futbolculara ders olacak bir dram!.. Yazık!.. Çarşamba'dan kalanlar!.. İşte gördük; Şampiyonlar Ligi Finali'ni yöneten "hakemlerin ne hatalar yaptıklarını!.." Demek ki neymiş; "hakem her yerde aynı hakemmiş"; hata yapan, hem de "zaman zaman" fena hâlde hata yapan insanlar!.. Elbette, "o unutulmaz gecede" Olimpiyat Stadı'nda olmak isterdim, ama "asıl" maçı TV başında izlerken "olmak" istedim; "durup dinlenmeden, çoğu zaman saçma sapan konuşan" maç anlatıcı yüzünden!.. Kaç telefon geldi; "Öcal bey bu arkadaş ne yapıyor, bizlere TV'yi kapattırmak mı istiyor" gibilerden... Ben de "sesi kapatın" diyordum, bu defa itiraz ediyorlardı; "Ama yorumcu Fatih Terim!.." Hoş bir aralık, sevgili Fatih de "anlatana uydu" ya; o da başladı "devamlı" konuşmaya.. Hak da verdim; yanında oturan arkadaş "öyle" art arda "saçma şeyler söylüyordu" ki, "onları düzeltmek" hevesiyle "boyuna konuşuyor" ve üstelik "ondan" mitralyöz gibi gelen soruları da cevaplıyordu; bu kadar çok konuş mak zorunda kalınca da "büyük yorum yanlışlarına düştü"; mahcup oldu.. Bazı arkadaşlar, hâlâ ekranda maç anlatmayı, "ukalalık etme, çok konuşma ve seyircinin zaten gördüğü şeyleri, seyirciye anlatma" sanıyor; ne kadar yanlış!. O güzel gecede, o güzelim maçın keyfini bozmak için adeta elden gelen yapıldı ve asıl "büyük ayıp" maç sonundaki "reklâm" yamyamlığı ile "kupayı kazanan takımın seyircileriyle bütünleştiği muhteşem kupa turu gösterisine konan" insafsız sansürdü!.. Maçı naklen veren dünya televizyonları "bu doyulmaz görüntüleri" halklarına doya doya naklederken, "bizimkiler" tam bir insafsızlıkla "Bu kadarı bile size çok" dercesine, "yayını bitirdiler!.." Ve asıl inanılması zor olan şey de, "bu televizyonun devletin, TMSF'nin sahibi olduğu" bir televizyon olmasıydı!.. Çarşamba gecesinin "Türkiye'nin ve İstanbul'un böylesine büyük bir organizasyondan yüz akı ile çıkmasının yanında", bir başka önemli yanı da "İngiliz" taraftar ve seyircileriyle, hata bir adım daha atayım, "İngiliz holiganları" ile Türkiye'nin ve Türklerin barışmasıydı; "Liverpool'un zaferi", sanırım "kan davasını bitirdi!." "Teselli" de yok mu?.. Daha düne kadar "PAF Liginde Galatasaray şampiyonluğu garantiledi" deniyordu; art arda önce "Fenerbahçe'ye yenildi", sonra "Gençlerbirliği ile berabere kaldı"; şimdi "şampiyonluk gitti, gidecek!.." PAF'ın, Fenerbahçe yenilgisi ve Gençlerbirliği beraberliği "Süper Lig Şampiyonluğu'nu aynı takımlara karşı art arda aldığı başarısız iki sonuçla kaybeden" ağabeylerine benzemiyor mu? Anlaşılıyor ki; Galatasaray'a "teselli mükâfatını" bile çok görecekler!.. Gerçek ortada!.. Belli oldu ki; "Hagi gidiyor!.." İyi de "Gitmesi gerekenler içinde en sonda gelmesi gereken" Hagi giderken, "asıl gitmesi gerekenler" nasıl kalıyorlar? İşte, Akşam Gazetesi'nin yaptığı "Galatasaray'dan Hagi'nin mi yoksa Canaydın'ın mı gitmesini istersiniz?" konulu anketin sonuçları: İkisi de gitsin...........yüzde 40.5 Canaydın gitsin.......yüzde 23.9 Hagi gitsin.............yüzde 12.8 İkisi de kalsın..........yüzde 22.8 Tabii, "Özhan Canaydın" gitsin diyenler, "yönetimi ile beraber gitsin" dediklerini biliyorlar!.. Aslında "iflâs eden" bir yönetimin içinde "baş sorumlu Canaydın, vekili Ergun Gürsoy ve yardımcısı da Fatih Gökşen'di!.." İşte "hep beraber gitmesi gerekenler" bunlar!.. "Efendim ve kadar da centilmen. Bakınız Galatasaray Kulübü'nün muhasebesini de toparladı, artık kime borç var biliniyor" gerekçeleriyle, "bir başkanı ve yönetimini aklamaya" çalışmak ve "göreve devam etsinler" demek, "Galatasaray'ı küçültmeye devam etmek" ile eş değerlidir; hâlâ bilmem ki anlamayan kaldı mı? Elbette "tek tek" çok saygıdeğer ve değerli insanlar, ama "beraberce" ne "Galatasaray'a gerekli olan" sinerjiyi oluşturabildiler, ne de "beklenen ve istenen" yönetim becerisini gösterebildiler!.. Gitmeliler; ama oralı değiller!.. Bilmem ki, Galatasaraylılar "bu duruma daha ne kadar tahammül edecekler?"