Bir "adam" arıyorum!..

A -
A +

Bir "adam" arıyorum!.. Elbette elimde "Diyojen'in Feneri" yok!.. Ama, "gene" de bir "adam" arıyorum!. Gelecek ay yapılacak genel kurulda "Türkiye Spor Yazarları Derneği'ne başkan olacak" bir adam!.. Adı "onur" olmasa da, mesleğin ve derneğin, meslek ve dernek üyelerinin "onurlarını, kişiliklerini, kimliklerini korumayı" birinci ve öncelikli görevi sayan bir adam!.. Hatta, "bu görevi başarmak için" öteki bütün görevlerini "arkadaşlarına, şubelere, şube yönetimlerine bırakan" ve sadece ama sadece "bu konuyla uğraşan" ve "bu konudaki problemleri çözecek olan" bir adam!.. Spor yazarlarına "ulanlı, hıyarlı" iltifatlarda bulunanlara, "Onları dövmek istedim" diyenlere, kulüp tesislerinde antrenman sahalarında "spor yazarlarını aşağılamayı âdet hâline getirdiklerini" gösteren tavırlar ve yasaklar koyanlara, gazetecilere ve spor yazarlarına "zibidi" diyecek kadar kendini kaybedenlere "müstahak oldukları karşılığı verecek" bir adam!.. Arada sırada ve "çok sıkışınca" ve eleştiri alınca "iş olsun, dostlar alış-verişte görsün" misali bildirilerle "işi geçiştirmeyecek", olayları kamuoyuna taşıyabilecek, "mesleğimize ve derneğimize yakışır" eylemleri ortaya koyabilecek bir adam!. Spor yazarlarına "hakaret edenleri" derneğin eğitim seminerlerine davet ederek "aklamayacak", spor yazarlarına "hakaret eden" hatta "tehdit eden" yöneticileri "gören, duyan" ve gereğini yapan, onların "özel telefonlarla sözüm ona özür dilemelerini" kabul ederek susup oturmayacak olan bir adam!. Gerektiğinde ve icap ettiğinde federasyonları da, kulüpleri de "karşısına almaktan" çekinmeyecek ve onların "gelip-geçici" olan yönetici ve başkanlarını, bundan yıllarca öncekiler gibi "spor yazarlarına ve spor yazarlarının meslek kuruluşlarına son derece saygılı olacak" bir duruma getirinceye kadar mücadelenin bayrağını taşıyacak bir adam!. "Spor yazarlığına ve gazetecilik mesleğine yakışmayan tutum ve davranışları" dernek tüzüğüne uygun bir şekilde takip ve tecziye edecek olan, "bu hareketlerin devamlılık kazanması hâlinde", yapanları "dernekten temizleyerek", meslekten de temizlenmelerinin yolunu açacak olan bir adam!. "Gerçek" spor yazarı olmayanların "bu unvanı kullanmalarının" önüne geçecek ve "haksız olarak" bu unvanı kullananlara "destek veren, yardımcı olan ve yolu açanlara", tüzük hükümlerini "cesaretle" uygulayacak olan bir adam!. Kısacası, "gününü gün etmek ya da geçiştirmek için" değil, "bir büyük davayı, bir büyük mücadeleyi omuzlayıp", dernek ve meslek üyelerinin de "bu büyük mücadeleye katılmalarını sağlayarak" sürdürecek ve "hedefe ulaştıracak" bir adam!. "Seçim kazanmak için değil" tek maddelik "böyle bir programla" ve "mavi boncuk" dağıtılarak, pazarlıklar yapılarak değil, "böyle bir mücadeleyi göze alanlardan kurulu" bir listeyle TSYD Genel Kurulu'na gelip "Bana oy verirseniz, mesleği ve derneği içine düştüğü bu kabul edilemez durumdan kurtarmak ve giderek battığı dipsiz kuyudan çekip çıkarmak için sonuna kadar mücadele edeceğim, vermezseniz teşekkür ederim" diyecek bir adam!.. Arıyorum; elimde Diyojen'in Feneri yok!.. Ama, aklım var, güvenim var ve her şeyden önce "hâlâ" ümidim var!.. Seçim doğru!.. Halûk Ulusoy'un Şenol Güneş'le "500 bin dolar tazminat ödeme" pahasına "erken" yollarını ayırdığı günlerde, "yerine kim gelebilir" diye düşünmüş ve "Neden Ersun Yanal" diye bir yazı yazmıştım!. "Yabancıdan yana" değildim, "yerli" olarak kimler vardı; Fatih Terim, Mustafa Denizli, Ersun Yanal, Aykut Kocaman, Ziya Doğan, Yılmaz Vural, Samet Aybaba, Giray Bulak... Terim ve Denizli "Biz yokuz" diyerek listeden çıkmışlardı; kalanlar içinde "Ersun Yanal'ın seçtim"; zira özellikle "karizma ve kariyer" konusunda "hassas olan" ve bu yüzden Şenol Güneş'i "yiyip bitirenler" için "en cazibi" o olacaktı!. Gençti, başarılıydı, gözü yükseklerde idi, büyük hedeflere koşuyordu; milli takımda iyi işler yapabilirdi!.. Ve de, Ulusoy "onu seçti"; bence doğruyu yaptı!. Yanal'ın, "ekip sıkıntısı" ile işe başlaması "ilk" handikapı!.. Eğer "sadece bu yüzden" oyun bozanlık ederse, "bundan önce bırakıp gittiği takımlara benzemez" milli takım işi!. Kulağına küpe olsun ve "milli takımda sözleşmesi devam eden değerli hocalara", sözleşmeleri bitene kadar, ki haziran ayıdır, saygı göstersin; "yeni" başkanının "Şenol Güneş'e göstermemiş olmasına rağmen!.." Kimi alırdım? Bana deselerdi ki; "Sen bir büyük takımın teknik direktörü olsan ve sadece bir oyuncu alma hakkın olsa, şu üçlüden hangisini seçerdin; Gençlerbirliği'nden Serkan, Altay'dan İbrahim ve Gaziantepspor'dan İbrahim!" Gazete haberlerine bakıyorum, büyüklerin kimlerin peşinde olduğunu görüyorum; İlhan Cavcav başkanın ortaya attığı "Serkan'ın fiyatını 4 milyon dolara indirdim" haberlerine gülüyorum ve biliyorum ki "Cavcav bu yemle masaya çekeceği büyüklerden birine Serkan'ı 2 veya 2.5 milyon dolara satacak", yüzüme gülümseme daha da yayılıyor ve kendi sorduğum soruya cevabımı veriyorum: "Hiç ama hiç düşünmeden Altaylı İbrahim'ı alırdım!" Altaylı İbrahim "ikinci ligde" ve "göz önünde değil!." Ama, alacak kulüp onu vitrine çıkardığında "ne aldığını" herkese gösterecek!.. İnanmayanlar, varsa ellerinde Altay'ın maçlarının kasetleri, dikkatle izlesinler, ne demek istediğimi çok iyi anlayacaklar!. Seçim ve Kanun Kulisi!.. Madde bir: "Ankara'da kapalı kapılar ardında bir kulis var; maç naklen yayını havuzunu Büyük Kulüpler ve İstanbul'un büyük medya kuruluşları lehine bozmak isteyenler ile Halûk Ulusoy'u mutlaka ekarte etmek isteyenler neler yapılması üzerinde tartışırlarken, ortaya bir öneri atıldı. Futbol Kanunu'nu değiştirirken, kanuna Ulusoy'un başkan seçilmesinin önüne geçecek hükümler konulması ve kanunun adeta 'kişiye özel bir kanun' damgayla çıkması yerine, rahmetli Turgut Özal döneminde 'onun talimatıyla denenmiş' bir formül uygulansın.. 'Türk Futbolu'nun içine düştüğü kaosun yok edilmesi' gerekçesiyle bir dönem ya da hiç olmazsa bir yıl bir 'atama' başkan görevlendirilsin, bu atama başkan da, İstanbul medyasından büyük destek alacak olan Şenes Erzik olsun!." Ankara'dan gelen "bu fısıltı", ciddiye alınacak cinsten: zira,Türkiye'de, "olmaz" olmaz!.. Ve de; "Ateş olmayan yerden duman çıkmaz!.." Anadolu Kulüpleri'ni uyarmaya devam ediyorum; "Havuz konusu S.O.S. veriyor!!!" "Tek aday olursam ve bana ihtiyaç olursa..." diyen Şenes Erzik ortada iken... Bu "kulis haberine dikkat!.." Türk Futbolu'nu belki de "yarım asır geriye götürecek" ve Anadolu Futbolu'nu yok edecek "böyle bir formül" kabul edilemez!.. Ama, dedim ya; Türkiye'de, "olmaz" olmaz!.. Madde iki: Futbol Kanunu'nda "değişiklik" tasarısını hazırlayan yetkililere, bakan M.Ali Şahin'e ve genel Müdür Mehmet Atalay'a bir önerim var: Yasaya, "Taban birlikleri başkan ve yöneticilerinin, Futbol Federasyonu ile akçeli ilişkilerini kesecek" maddeler konulmalı; ya "akçeli ilişkileri" olanlar "birliklerinde başkan ve yönetici olamamalı" ya da "federasyonla akçeli ilişkilere girdiklerinde" başkanlıkları ve yöneticilikleri düşmeli!. Zira, "akçeli ilişkileri olanlar", delegeleri ile beraber "genel kurula gelip" taraf oluyorlar; "adaylardan birinden yana taraf!.." "Hür" irade, yerini "akçeli" ilişkilere bırakıyor; olur mu? Doğru olan yapıldı!.. Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer, "göreve başladığında" rahmetli Turgut Özal'ın ve Süleyman Demirel'in Çankaya Köşkü'nde kurdukları "değerli uzmanlardan oluşan" danışmanlar düzenini "dağıtmış" ve bunun için de "tasarruf" gerekçesini göstermişti!. Bu tasarrufun ne kadar "yanlış olduğu" görev süresince ortaya çıktı, "bütün olaylara" sadece "hukuk penceresinden ve hukukçu" gözüyle baktı, "Dünya ve Türkiye gerçeklerini gözden kaçırdı", hukukla ilgili olmayan olaylarda, "kendisine söz ve tavır sorumluluğu düştüğü halde" sustu, evine kapandı ve çok zaman ortaya "Cumhurbaşkanımız nerede" sorularının atılmasına sebep oldu!. "Sporda şiddetin önlenmesi ile ilgili kanun" olayında da "aynı şey oldu!." Türkiye'de sahalarda ve tribünlerde büyük olaylar olurken, kan akar, gazeteciler dövülürken, Meclis'in çıkardığı "Şiddeti önleyecek kanunu" Meclis'e iade etti; gerekçesi "suçun şahsiliği" idi. Yıllardır "Türkiye'de ve dünyada", özellikle "hukukun üstünlüğü ilkesini hassasiyetle işleten" Batı demokrasilerinde bile "yürürlükte olan" kanun ve tedbirlere uyan ve onları güncelleştiren kanunun yürürlüğe girmesini önledi... Peki ama "suçun şahsiliği ilkesi neden Siyasi Partiler Kanunu'nda geçerli olmuyor" da, "sporda şiddetin önlenmesi kanununda geçerli oluyor" ya da FIFA, UEFA "bunu bilmiyor" mu, ya da İngiltere'de, İtalya'da, Almanya'da, Hollanda'da, İspanya'da "benzer hükümler nasıl işliyor", Türkiye'de bugüne kadar nasıl işledi, "kaç defa sahalar kapanmadı mı?" Bunları Cumhurbaşkanımıza anlatacak bir "danışman olsaydı", kanun çoktan yürürlükte olur ve spor sahalarında "olaylar bugünkü hale gelmezdi!" Meclis'e geri gönderilen kanunu "aynen kabul etmekle" TBMM Adalet Komisyonu "doğruyu yapmıştır"; kutlarım!. Şu hâlimize bakın!.. Sevgili Ömer Faruk Ünal'ın merkezden "seçip" bana gönderdiği "ajans haberlerinin içinde" gene "üzerinde hatta kitap yazılacak" olanlar var!.. İşte sonuncusu... Mesleğimizin "ne hâle geldiğini gösteren" çok acı bir haber... Haber Anadolu Ajansı'nın... Yorum bizim... Habere göre, "Turkiye'de spor basınında çalışan gazetecilerin neredeyse tamamına yakını meslektaşlarına güvenmiyor!" Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Beden Eğitimi ve Spor Anabilim Dalı tarafından yapılan araştırmaya göre, spor muhabirlerinin yüzde 89.6'si, meslektaşlarının "yalan" haberler yaptığını düşünüyor. Ankete katılan Ankara, İstanbul, İzmir'deki gazete, ajans ve TV'lerinde çalışan 220 muhabir katılmış... Bunlardan yüzde 85'i, "muhabirlerin, hedef kitlenin duymak istediğini yazdıkları düşüncesinde olduğunu", yüzde 95.8'i ise "mensup olunan yayın organının politikasına göre haber yazıldığını" belirtiyor. Yüzde 74.8'i üniversite mezunu olan spor muhabirlerinin yüzde 87.4'ü, "meslektaşlarının kulüp yazarlığı yapmasını mesleki açıdan etik bulmazken", yüzde 90 gibi büyük bir bölümü de, "eski futbolcu veya hakemlerden iyi spor yazarı olmayacağını" düşünüyor. Ve... Yüzde 93.7'lik bir bölüm, spor muhabirlerinin "teknik konulardaki bilgilerini yetersiz bulurken", yüzde 62.2'si son bir yıldır , 46.9'u ise meslek yaşamları boyunca sporla ilgili herhangi bir kurs veya seminere katılmamış!.. Gazetecilik açısından, spor yazarlığı açısından, medya kuruluşları açısından, meslek kuruluşlarımız açısından, "doğru bilgi ve doğru haber bekleyen" spor kamuoyu açısından "yürekler acısı" bir durum!.. Aslında "bu ve buna benzer araştırmaların" Türkiye Spor Yazarları Derneği tarafından yapılması ya da "üniversitelerle ortaklaşa" yaptırılması gerekmez mi? "Yapılan anketleri", uzmanlarına "analiz ettirip" medya kuruluşlarının sahiplerine, üst düzey yöneticilerine göndermesi, kamuoyuna duyurması gerekmez mi? Toplantılar, seminerler, paneller yolu ile "bu yürekler acısı durumu ortadan kaldırmak için" kamuoyu oluşturması ve "büyük poblemin çözümü için gayret sarfetmesi" gerekmez mi? Gerekmesine gerekir de... Nerede "bunları düşünecek ve gerçekleştirecek" yönetimler? Gürcan Bilgiç'e mesaj!.. Sevgili Gürcan... Stop... Mensubu olduğun gazetenin ve yazı yazdığın sayfanın müdürüne, o sayfalarda yazılar yazan değerli ağabey ve meslektaşlarına çok ağır hakaretlerde bulunuldu... Stop... TSYD Merkez Yönetimi'nde "yardımcısı olduğun" Başkan, bu hakaretlere herhangi bir tepki göstermedi... Stop... Ya "hakaretler haklı idi"; öyleyse onların yönettiği ve yazı yazdığı o sayfalarda hâlâ nasıl yazı yazmaya devam ediyorsun?. Stop... Ya da ve doğrusu "bu hakaretler fevkalade çirkin ve haksızdı", buna rağmen sesi soluğu çıkmayan bir Başkan'ın yardımcılığı görevini hâlâ nasıl sürdürüyorsun?... Stop... Beni ikna edecek bir cevap verirsen... Stop... Senden özür dilerim... Stop... Sevgiler... Stop... Öcal Uluç... Stop...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.