Yeniler "eski" gibi, eskiler de "kendileri" gibi oynayınca, Galatasaray "aylardan sonra" nihayet oldu, Galatasaray!.. Mondragon... Orhan... Frank De Boer... Tamas... Prates... Petre... Sabri... Berkant... Bunlar yeniler... Hakan Ünsal... Ergün... Hasan... Hakan Şükür... Bülent... Bunlar eskiler... Evet, Mondragon ilk yarıda "tek başına" takımı sırtlamış göründü... Evet, Hakan Şükür ikinci yarıda "tek başına" maçı alan adam oldu!.. Amma... Berkant... Ergün... Hasan... Petre... Sabri... Hakan Ünsal... "Kulakların çınlasın" sevgili Hıncal, "lâfı" sevmediğin için belki kızacaksın ama, gerçekten "inanılmaz" oynadılar!.. Ve... Orhan... Frank De Boer... Tamas... Bülent... Görevlerini "en iyi" şekilde yaptılar!.. Demek ki; "Galatasaray'ın Galatasaray gibi olması için", öncelikle "eskilerin" hem de istisnasız "kendileri gibi" oynamaları gerekiyormuş ve "yenilerin" de, tıpkı "takımdan ayrılan eskiler" gibi mücadele etmesi!.. Kimse "Galatasaray'ın Rumenleri" ile uğraşmasın; "Bunlar gibi Türkiye'de bir yığın adam var" demesin!.. Bu çocukların "kumaşları çok iyi" ve "birinci sınıf elbise olmak için" sadece "iyi" bir terziye ihtiyaçları var!.. Galatasaray'a yıllar yılı "çok iyi hizmet edecekler" ve belki de "satılırlarsa" çok iyi para kazandıracaklar!.. Herkes Mondragon'a, Hakan Şükür'e, Berkant'a, Sabri'ye, Ergün'e, Hasan'a bakmaktan, Petre'yi farkedemedi!.. Alın maçın kasedini baştan sonra dikkatle, tekrar tekrar izleyin!.. Orta alanda "muhteşem" bir genç göreceksiniz; adı "Petre" olan bir genç... Juventus gibi bir "dev ekip önünde", bir-iki hata hariç, orta sahada "müthiş bir teknikle, müthiş soğukkanlı ve akıllı" bir futbol oynadı; topla da, rakipleriyle de "kedi fare ile oynar gibi" oynadı!.. Onu, Berkant'ı ve Ergün'ü seyrederken "çok büyük keyif aldım"; rakibi deli ettiler, seyredenleri de hayran bıraktılar!.. "Ergün" dedim de aklıma geldi; Hakan Ünsal ile beraber aylardır "nerelerdeydiniz?" Galatasaraylılar ve futbolseverler sizi özlemişlerdi; futbola ve takımınıza "hoş geldiniz, sefalar getirdiniz!.." Hasan'ı, Sabri'yi ve Orhan'ı seyrederken, TV başında ben yoruldum, onlar yorulmadı!.. Hasan - Sabri "böyle" oynarlarsa "Okan - Emre ikilisini unutturacak" yeni bir "ekürisi olacaktır", Galatasaray'ın!.. Tamas, Frank De Boer ve yerine giren Bülent, haftalardan beri ilk defa bu kadar "sakin ve güvenli", üstelik "soğukkanlı ve akıllı" bir futbolla, büyük galibiyette pay sahibi oldular!.. Ve geliyorum; "onca golü kurtararak" maça damgasını vuran Mondragon ile Mondragon'a "unutulmayacak bir sevinç gösterisi" fırsatını hazırlayan gollerin sahibi Hakan Şükür'e!.. Bir "büyük" takım için bir "büyük" kalecinin neler ifade ettiğini, bilmem ki Kolombiyalı'nın kahramanı olduğu Galatasaray - Juventus maçından daha iyi gösteren kaç 90 dakika oynandı, bu yıl? Hele hele Fenerbahçe - Beşiktaş derbisinde Recep ve Cordoba'nın yenen "dört golün üçündeki" bariz hatalarının seyredilmesinden sadece 50 saat sonra.. Ya Hakan Şükür? Türk futboluna bunca "üst düzeyde başarılar getiren" hizmetlerine, kaptanlığına, gollerine, asistlerine karşılık "vefa duygusunu" unutmuş ve "Hakanofobiye yakalanmışlar" tarafından yerden yere vurulan... "Futbolu ne kadar bildikleri tartışılır" bazı futbol yorumcuları ve yazarları tarafından "yerine oturtulmak istenen" ve "işte milli takımın santrforları, golcüleri" diye takdim edilmeye çalışılanların tümünü toplasanız "bir Hakan etmeyeceğini", burnu kırık, adalesi sakat, ayağı ödemli olarak ve "iğne ile" oynadığı, bu yüzden "takıma konmasına ancak saatler kala karar verilebilen" bir maçta bile gösteren... Büyük futbolcu ve büyük golcü!.. "Haklı" olarak denildi ki; "Hakan'ın gollerinden biri Juventus'a, öteki UEFA'ya!.." Ben de diyorum ki; bu yorum, iki golün dışa dönük görüntüsüydü, içe dönük görüntüde ise bu goller, "kanat takmış bir tambura hediye edilmiş" gibiydi!..