Perşembe gecesi, Türk Futbolu için "bambaşka bir gece" idi!.. "Bambaşka!!!" Adeta bir "beyaz devrimdi", bir "Anadolu İhtilali" idi, Letonya'ya elenen, Beşiktaş ile "ıkınan sıkınan", Galatasaray ile "ümit törpüleyen" Türk Futbolu için, ışığın yandığı, karanlığın aydınlandığı bir gece idi!.. Önce Gaziantepspor... Sonra Gençlerbirliği... Uzatmalarla 95'erden 190 dakika, tribünlerdeki bir avuç, ama TV başındaki milyonlarca Türk'e "Oh be... Dünya varmış, Türk Futbolu da varmış" dedirttiler!.. Başkanlarından, yöneticilerine, teknik adamlarından, futbolcularına, doktorlarından, malzemecilerine kadar sağ olsunlar, var olsunlar!.. "Bir beraberlik alsalar, hatta tek farklı bir mağlûbiyetle dönseler bize yeter" dediğimiz Gaziantepspor, "mağrur Fransızların" güçlü takımı Lens'a "futbol dersi" verip, sahadan silerken, "içerdeki" bazılarına da "deplasmanda nasıl futbol oynanması ve nasıl galip gelinmesi gerektiğinin dersini" verdi!.. Ardından Gençlerbirliği, "acabalarla dolu" bir maça çıkıp, Sporting Lizbon'u darmadağın eder ve tribünlerdeki Portekizliler başta, TV başındaki Türk'ü, Portekizlisi, Alman'ı, İspanyol'u, İngiliz'i, İtalyan'ı yüz binlerce futbolseverden "tam not ve alkış alırken", tıpkı Gaziantepspor gibi, "içerdeki" bazılarına da "deplasmanda nasıl oynandığının ve nasıl galip gelindiğinin dersini" verdi!. "Tedbirli" oynamakla, "korkaklığın" bambaşka şeyler olduğunun, taktikle cesaretin, rakibi ve oyunu okumakla sahaya çıkarılan on birin ve değişikliklerin nasıl harman edileceğinin "unutulmaz gösterisine imza atan" genç hocalarımızın da, "adı ve sanı büyük" teknik adamlara "neler öğretebileceğini" ortaya koydu, Perşembe geceki iki maç!.. Bizlere, spor medyasına da çok büyük dersler ve mesajlar vardı; o gecede!.. "Üç büyüklerin Avrupa maçlarında", hele hele "galip geldikleri" karşılaşmalarda, 90 dakika sonrasında yorumlarıydı, röportajlarıydı, nerede ise bir saate yakın "canlı yayını devam ettiren" ve gerek maç günü, gerek maç sonrası "sayfalar yapan" spor medyamız, "Futboldaki Anadolu İhtilali'ni, o muhteşem galibiyetleri nasıl verdi", hepimiz gördük!.. İş Anadolu takımlarına geldi mi, "Maç bitti, eyvallah" diyen, "yorum, röportaj fakiri" oluveren bir "Ulusal(!) medya" ile karşı karşıyayız, "bir-iki gazete" hariç!.. Mesela "Sergen'e destanlar yazıp", Gençlerbirliği'ne ve Gaziantepspor'a, o da "iş olsun, torba dolsun" misali "şöyle bir ve de lütfen dönüp bakan" bir "ulusal(!) medyamız" var; yazıklar olsun!.. Ben Sergen'e "gerekiyorsa ve hakkı ise" destan yazılmasına da karşı değilim, yazılacaksa "ben de katkı yaparım"; amma... Anadolu takımlarına, Gaziantepspor'a, Gençlerbirliği'ne yapılan açık haksızlığı ortaya koymak için "böyle bir misal vermekten" de kaçmam!.. Gerçek ortada!.. Bu spor medyası, "spor medyası" değil, hele hele "ulusal spor medyası" hiç değil!.. Yıllardır yazıp geliyoruz, ama her geçen gün bu "spor medyası" spor medyalığından da, ulusal medyalıktan da "daha çok uzaklaşıyor"; üç büyüklerin futbolunun adeta "tapulu medyası" haline gelmekte yarışıyor!.. Yazıklar olsun!.. Onlarca milyon dolarlarla kurulan "Üç büyüklerin takımları" ortada, "her yıl en iyi oyuncularını üç büyüklerin kapıştığı", imkânları sınırlı Gaziantepspor ve Gençlerbirliği'nin takımları ortada!.. Ve Avrupa Kupaları'nda oynadıkları futbol, aldıkları sonuç da ortada!.. Üç büyüklerin imkânları ve üç büyüklere verilen medya ve taraftar desteği "Gençlerbirliği'nde ve Gaziantepspor'da olsa", kim bilir neler olacaktı? Hayali bile "zor" ama "çok güzel!.." Durdurmayın; geçin!.. Dünyada uygarlık nasıl gelişti? İnsanlık, "neden" sorusuna cevap arayarak, "bu sorunun cevabının gerekleri yaparak" ve "daima daha ileriye" diyerek, bilime ve akla dayalı çalışmalar yaparak, bilinmeyeni "bilinir" hale getirerek, bilgiyi paylaşarak ve bunu insanlığın, dünyanın, kainatın yararına kullanarak bugünlere geldi!. Birileri çıkıp, "falanca insan, filanca topluluk fazla ileriye gidiyor, onları durdurun" zihniyetini insanlığa ve dünyaya hakim hale getirseydi; ki, Orta Çağ'da "Engizisyon döneminde" bu denendi ama sürdürülemedi, iyi ki sürdürülemedi, uygarlık "bugünkü seviyesine ulaşabilir miydi?" Bunları neden yazdım? Sevgili Kazım Kanat bir zamanlar "Galatasaray'ı durdurun, yoksa Galatasaray Türk futbolu haline gelir, Fenerbahçe'nin ve Beşiktaş'ın imajı kalmaz, esprisi kalmaz" diye yazıyordu, şimdi bazı okuyucuları ona soruyorlarmış; "Ne oldu, bak şimdi de Beşiktaş hep zirvede, neden 'Beşiktaş'ı durdurun' diye yazmıyorsun" diyorlarmış... O da diyor ki; "Beşiktaş'ı durdurun, yoksa Galatasaray ve Fenerbahçe'nin imajı, esprisi kalmayacak!." O zaman da yanlıştı, bugün de yanlış... Hem de çok yanlış!.. 14 yıl şampiyon olamayan Galatasaray, "şampiyonluklara abone olan" Fenerbahçe'yi geçti, UEFA ve Süper kupalara kadar uzandı!. Neden? "Ben onları geçmeliyim, bu ara hedef olmalı, asıl hedef Avrupa" diyerek ve bunun gereğini yaparak geçti!.. "Durdurarak", geçmeyi seçersen, elin oğlu Aylara, Marslara, Jüpiterlere gider, sen İnönü'de, Saracoğlu'nda, Ali Sami Yen'de kalır, Olimpiyat Stadı'nda donarsın!.. Letonya'ya yenilir, "neden yenildik" diye faturayı teknik adama ve 3-5 futbolcuya keser, kelle avına çıkarsın!. Keşke, "kendi yönetimleri tarafından Galatasaray durdurulmasaydı" da, Fenerbahçe'ler, Beşiktaş'lar, Galatasaray daha yukarılara koşarken, onu geçebilseydiler!.. Şimdi de "Beşiktaş'ı durdurun" dersek, yarınlarda hiç şüphemiz olmasın ki; Estonya'ya da yenilecek hale düşeriz!. Hayır sevgili arkadaşım; Beşiktaş'ı durdurmayalım;aksine teşvik edelim, alsın başını gidebileceği yere kadar gitsin!. Biz dönüp geride kalanlara, ötekilere diyelim ki: "Hadi bakalım arkadaş, eğer kulüpsen, eğer büyüksen yetiş Beşiktaş'a; onu geç!.." Geç ki; Türk Futbolu, "Türk Futbolu gibi" olsun!.. Letonyalara yenilmesin, grubunda 5 puanla sonuncu durumunda olan Lazio "dört puanını şampiyonumuz Beşiktaş'tan alamasın!." Ve de, Hıncal Uluç'un Real Madrit'i olan Beşiktaş, Lucescu'nun Real Madrit'i olan Lazio'yu ezip geçsin!.. Avrupalı rakiplerimiz bir gün gelsin, kendi takımları için "Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe kadar güçlü" desin!.. Bilmem haksız mıyım? İşte Avrupa Birliği!.. Yıllardır gülüyorum!.. Hâlâ gülmeye devam ediyorum!.. Yarınlarda da güleceğim!.. "Bizi Avrupa Birliği'ne alacaklar" hayali içinde yaşayanlara ve bunun için "her tavizi vermeye hazır olanlara" ve "verenlere" gülüyorum!. İşte "Avrupa Birliği" bu!.. UEFA'nın verdiği kararın "doğru mu, yanlış mı olduğunu" tartışmaya gerek yok!.. Tartışılacak soru: "Benzer bir tablo, İtalyan ve İngiliz takımlarıyla, mesela Alman ve Fransız takımları arasındaki maçlardan önce ortaya çıksa idi, UEFA benzer bir karar verir miydi?" Bu sorunun cevabı, "bundan önceki uygulamalarda ve olaylarda görüldüğü üzere", elbette ve kesinlikle "hayır" olacaktır!. Öyleyse? "İşte Avrupa Birliği bu" diyenlerin, böyle düşünenlerin "haksız olduğu" söylenebilir mi? Düşünelim bakalım; "Kimlere karşı Avrupa Birliği???" Sporda bile "bunu yapabilen" bir zihniyet bizi arasına alır mı? Sıra Beşiktaş'ta!.. Geçen gün bir Beşiktaşlı arkadaşımla beraberdim.. Bir Galatasaraylı ve bir Beşiktaşlı olarak "uzun uzun sohbet ettik!.." Bir ara dedi ki: "Allah Aziz Yıldırım'dan razı olsun... Sizin için çok şey yaptı, sıra bizde!.." Yüzüne "acaip acaip baktığımı görünce" devam etti: "Lâfın özeti, Türkiye Ligleri'nde şampiyonluk sayısı bakımından siz Fenerbahçe'den geride idiniz, biz çok geride... Onun zamanında siz Fenerbahçe'yi geçtiniz, biz yaklaşmaya başladık... İnşallah genel kurulda adaylığını koyar ve seçilir, birkaç yıl daha kalır, biz de gelir Fenerbahçe'yi geçeriz!." Gülüştük... Arkadaşım gittikten sonra düşündüm; "Galiba espride büyük bir gerçek payı vardı"; Aziz Yıldırım "tesisleşme bakımından" Fenerbahçe'ye, "sportif açıdan" da Galatasaray ve Beşiktaş'a çalışıyordu; öyle görünüyordu ki, "bu gidişle" çalışmaya da devam edecekti!.. Aybaba'nın çıkmazı!.. Samet Aybaba, bir teknik adamın yapmaması gereken işleri yapmış, art arda "hatalı adımlar atarak" Trabzon'da abüyük ölçüde "güven kaybına uğramıştır!." Özkan Sümer'in istifasının ardından, "onu göreve döndürme çalışmalarına karşı çıkarak" hatalar zincirini başlatmış, "arkadaşı" Ahmet Ağaoğlu lehine genel kurul kulisine boğazına kadar batarak hatalar zincirini güçlendirmiş, taraf olmuş ve "ishal-i kelâm" hastalığına yakalanmışçasına polemiklerin içinde kaybolmuş, "kendini savunma iç güdüsü içinde" konuştukça konuşmuş ve bugünlere gelmiştir!. Aslında "hatalı ilk adımları attıktan sonra", Ahmet Ağaoğlu, Baba'ların, (bakınız "Baba" demiyorum, "Babalar" diyorum) sağlı, sollu "Yönetimine bizden de adam al" baskısına maruz kalıp, "bacaklarından vurulan" Kaya Çilingiroğlu'nun Mustafa Koç'tan alıp Trabzon Havaalanı'na getirdiği uçakla Trabzon'dan palas pandıras kaçarken, Aybaba'nın da "Benden bu kadar" deyip Trabzonspor Teknik Direktörlüğü'ne veda etmesi gerekirdi; yapmadı, yapamadı!. Hiç olmazsa "bu cesareti" gösterse ve hatalı adımlardan sonra "bu doğru adımı" atabilseydi; hocalık kariyerini de riske etmemiş olurdu!. Şimdi, her gün konuşuyor, Trabzonspor'da "bugün var olup da, yarın olmayacak" olan bazı kişilerle, yöneticilerle kapışıyor, durmadan konuşuyor, polemikler yapıyor; yaptıkça da yıpranıyor!. Beraberinde takımını da, kulübü de, camiayı da yıpratıyor!. Aybaba, "Ben üzerime vazife değilken genel kurul kulisine girdim, taraf tuttum, yanlış yaptım. Her yanlışın bir bedeli vardır. Trabzonlulardan özür diliyorum ve bu bedeli ödüyorum" diyerek, istifa mektubunu verip, Ağaoğlu'nun ardından Tranzon'dan ayrılmalıydı!. Yapmadı; yapamadı!.. Kendisine de, Trabzonspor'a da yazık etti!. Şimdi çırpınıyor, çabalıyor ama görecek ki; nafile!.. Ona tavsiyem; "Zararın neresinden dönerse, kârdır" olacak!.. Öğütmeye devam!.. Özhan Canaydın ve Fatih Terim'li Galatasaray "adam kaybetme" makinesi haline geldi!. Özhan Canaydın "başkan" olarak, "başkanlığa aday olduğunda" kendisine destek verenlerin "büyük çoğunluğunu" kaybetmek için elinden geleni ardına koymazken, Fatih Terim de "kulübün bu çarpık mâli durumu içinde", elindeki futbolcuları, eskisiyle yenisiyle, genciyle yaşlısıyla, yerlisiyle yabancısıyla "kaybetmek için" her şeyi yapıyor!. Böylesine "başarılı" bir iş adamı ile böylesine "başarılı" bir hocanın, böylesine "büyük" yanlışlar yapmaları ve bu yanlışlarda ısrar etmelerinin sebebini bulabilmek çok güç!. Canaydın, "bir buçuk-iki milyona bilet satmak" sureti ile Olimpiyat Stadı'na seyirci çekmenin yollarını ararken, "Dünya'nın en tanınmış ve en yaygın markalarından biri" olarak takdim ettiği ve "öyle devraldığı" Galatasaray'ı "işportaya düşürdüğünün farkında olamayacak kadar" başarısız bir iş adamı olduğunu ortaya koyabilmek için gayret gösteriyor!. Terim de, artık her haftaya indirdiği "operasyon yapacağız" açıklamaları ve "ayrımcılığı" ile attığı her hatalı adımla, kendisine bile "ancak ucuz bir iki Türk futbolcu alabiliriz" dedirten mâli zorunluluklar içinde, futbolcularını bezdirmek ve Galatasaray'dan da, hocalarından da soğutmak için adeta "özel" çaba harcıyor!. Galatasaray'ı, maçlarını iki ve belki de üç yıl, "dağ başında, yolu izi tamamlanmamış, kışın Sibirya soğuğu ve fırtınaları yaşanan", üstelik "futbol için yapılmamış" bir stada "kürek mahkûmu gibi" getirirken, bu stada "seyirci çekebilecek" bir-iki transferi yapmayı bile beceremeyecek ve o seyircinin gişelere bırakacağı para ile o futbolcuların transfer ücretlerinin çıkabileceğini düşünemeyecek kadar "başarısız" bir iş adamı ve başkan olan Özhan Canaydın yanlışlarına... "Kendi seçtiği, kendi aldığı, kendi taktik ve tertipleri ile sahaya sürdüğü" futbolcularını, zaman zaman teker teker, zaman zaman grup halinde "operasyona tutacağını" ve hatta "ocak ayında" kulüpten uzaklaştıracağını söyleyen, "bir oyuncu hata üstüne hata yaparken" takımda "ısrarla" oynatan, bir oyuncusunun "tek hatasından sonra" onu aylarca tribüne gönderen, sonra da "en kritik maçlarda" adeta harcamak istercesine "sahaya süren" Fatih Terim'in hataları da eklenince... Ortaya çıkan tabloya bakın: "Dünya markası" Galatasaray, "bir buçuk - iki milyon liraya bilet satıyor", ama tribünlere "Bursaspor kadar seyirci toplayamıyor!." Ve "bu tablo" ortaya, ne yazık ki Galatasaray camiasında yavaş yavaş seslendirilmeye başlanan bir soruyu çıkarıyor: Acaba "operasyon ihtiyacı" sadece futbol takımında mı? Dikkat!... "Adam kaybetme makinesi" haline getirilen Galatasaray'da, sıranın Başkan'a ve Hocası'na geleceğini düşünenlerin sayısı artıyor!.. Canaydın ve Terim ikilisinin buna hakkı var mı ve bilmiyorum; bu ikili, bunun farkında mı?