İşin kolayı bu... Özhan Canaydın'a mı kızdın... Fatih Terim'i mi hırpalamak istiyorsun..Bülent'i, Hakan Ünsal'ı, Arif Erdem'i dola sazına, "timsahın göz yaşlarını da akıt" ve yaylım ateşi aç; "bu ne vefasızlık?" Daha düne kadar, milli takımda teknik direktör Şenol Güneş'e savaş açanlar bar bar bağırmıyor mu idi; "Bu Bülent'ler, bu Hakan'lar hâlâ takımda tutulur mu? Bunlar iyice yaşlandı... Gençlerin yolunu açın... Bunlara da jübile yapın..." 93 defa milli formayı giyen Bülent'in "milli takıma yaptığı hizmet", Galatasaray'a yaptığı hizmetten az mı idi? Devam edelim: Daha düne kadar, bar bar bağırmıyor muyduk; "Bu Bülent'le, bu Frank de Boer çok ağırlar... Bunlarla Galatasaray artık defans kuramaz... Ömer'ler, Suat'lar, Orhan'lar harcanıyor... Yeter artık... Yeter..." diye... Ve bugün, "vefasızlıkla suçlanan" Fatih Terim, "1.5 yıl, Bülent'leri, Arif'leri, Hakan Ünsal'ları, Ergün'leri, Hasan Şaş'ları takımda tutabilmek" için "onlara şans üstüne şans tanırken", kendi kariyerini riske ve tehlikeye atmadı mı? Bu mu vefasızlık? "Vefasızlık yapılıyor" derken, Bülent'in "kaldırdığı kupalar" sayılıyor; "8 Lig, 5 Cumhurbaşkanlığı, 2 Başbakanlık, bir UEFA, bir Avrupa Süper Kupası, 5 Türkiye, 5 TSYD Kupası... vs... vs..." Keşke "Galatasaray Kulübü, herkese böyle vefasızlık yapsa!.." Bülent'e "böyle bir kariyer" sağlamış, "böyle" bir kahraman yapmış, daha ne olacak? Bülent "bunları" tek başına mı başarmış? Onca imkân, onca futbolcu, onca teknik adam, onca yönetici, onca taraftar ne olacak? Peki... Bunca yıl, Bülent'in "bir profesyonel olarak" aldığı paralar, transfer ücretleri, primler??? Nerede vefasızlık? Bakınız, vefasızlık nerede? Bülent'in bizzat kendisinde... Tıpkı Arif'in, tıpkı Hakan Ünsal'ın vefasızlığı gibi... Arif ve Hakan Ünsal, "heyecanlarını yitirdikleri, futbollarının çapını ve kalitesini düşürdükleri", eski Hakan ve Arif olamadıkları için "açığa alındılar", hem de "çok haklı olarak alındılar!." Galatasaray'a verecekleri bir şey kalmadığı için alındılar... Orada burada "futboldaki kayıplarını" lâfla kazanmak peşine düştükleri, takım içinde olanları dışarıda anlattıkları, hatta gazetecilere hocalarını şikâyet ettikleri, gruplaşmaların içinde ve önünde yer aldıkları için açığa alındılar!.. Durumu, "Galatasaray'ı yakından takip eden" herkes biliyor; biliyor da, konuşmuyor, yazmıyor!.. Bülent'in dışlanmasının sebebi ise, "futboldan çok", saha içindeki "çirkin hareketleri" ve saha dışında "takım kaptanlığını lâyığı ile yapamamasından", hatta "gruplaşmaları önleyeceğine, gruplaşmaların içinde ve önünde yer almasından" dolayı... "Yılın fair play ödülünü almış" bir başkanın takımının kaptanı, onca ikaza, onca eleştiriye, onca yazıya, yoruma rağmen, her geçen hafta, daha agresif olmaya, hatta "3-5 dakika içinde, 2-3 kırmızı kartlık hareket yapmaya", hakemlerle, rakip oyuncularla oynamaya, hakemlerin büyük müsamahası ile sahalarda kalmaya başlayınca ve hakem seminerlerinde "en agresif futbolcu" örneği olarak gösterilmeye başlanınca, elbette "olanlar olacaktı!." Bülent, "başına gelenler için" kimseyi suçlamasın, sadece aynaya baksın!. Genç oyunculara "saha içinde iyi örnek olacağına", kötü örnek olduğu içindir ki; "futbolcu olarak" açığa alındı!. Ama, Galatasaray "kaptanını" elbette yalnız ve boşlukta bırakmayacaktır!. Ondan teknik adam ve yönetici olarak faydalanacak, camianın ve kulübün içinde tutacaktır!. Tabii, Bülent isterse... Olaylara "biraz" da "bu pencereden" bakalım ve Özhan Canaydın'a, Fatih Terim'e bu olaylarla ilgili olarak fazla "haksızlık" etmeyelim!. Cemal Kura'ya mesaj!.. Sayın Cemal Kura... Türk atçılığına yaptığınız hizmetleri biliyorum. Ne var ki, son yıllarda, Türkiye Jokey Kulübü üzerinde kurduğunuz hegemonya, bu hizmetleri unutturacak hâle geldi!. 80 yaşınızı çoktan aştınız; artık elinizi ve "kulis" gücünüzü TJK'nın üzerinden çekiniz de, kulüp "kendi kendini yönetecek" duruma gelsin!. Türkiye'de at yarışları organizasyonunun sahibi, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı'dır!. Türkiye Jokey Kulübü Derneği, bakanlığın taşeronudur!. Bakanlık, iki tane değerli baş müfettişini göndermiş, kulübü denetletmiş, baş müfettişler "önemli iddia ve tespitler" ile bir çok konuda savcılığa suç duyurusu yapılmasını sağlamışlardır. Bakanlık bununla da yetinmemiş, Derneğin seçilmiş denetçileri varken, kendisi "yetkisini kullanarak" kulübe "3 tane denetçi tayin etmiştir!." TJK'nın tarihinde "hemen hemen hiç görülmemiş" bu gelişmelere rağmen, siz yaklaşan seçimlerde "üyeler üzerinde baskı kurmak için" sohbet toplantılarında ısrar ediyorsunuz; "Bu yönetim, TJK'nın gelmiş geçmiş en iyi yönetimlerinden biridir" diye... İşin sahibi "savcılıklara başvuruyor", siz ne söylüyorsunuz? Siz, kulübün tarihinde bugüne kadar görülmedik bir şekilde, "özel hayatını, TJK başkanlığı gibi çok önemli bir göreve karıştıran" ve bu yüzden herkesin diline düşen "trajikomik" olaylarla karşılaşan bir başkanın yönetimine hâlâ nasıl "en iyisi" diyebiliyorsunuz? Bu durum ve tutum, bunca yılın Cemal Kura'sına yakışıyor mu? Kime karşı, kimi, neden savunuyor, korumaya ve kollamaya çalışıyorsunuz? İşte, kulaklardan kulaklara fısıldanan bir iddia daha!.. Gazeteci olarak sormaya mecburum ve temenni ediyorum ki; iddia yalandır!. Ama deniyor ki; "Bu iddia hususunda Tarım Bakanlığı bir yazı ile TJK Yönetimini uyardı!.." İşte "o iddia ile" ilgili sorular: İzmir 14. İcra Dairesi'nde 96/5331 sayılı bir dosya var mı, varsa içeriğinden haberiniz var mı? B u dosyada adı geçtiği iddia edilen TJK Yönetim Kurulu üyesinin kendi üzerine at koşturamadığı da öne sürülüyor, bu iddia doğru ise, sebebi nedir? Eğer iddialar doğru ise, "bu durumda olan" yönetici, devletin trilyonlarını yönetebilir mi? Ben diliyorum ki; bu iddiayı açık seçik yalanlayın ve ben de sütunlarımda "bu iddia yalandır, söyleyenler iftira etmişlerdir" diye yazayım!.. "Merhabamız da olan" bu değerli atçı ve yönetici, böylece atçılık kamuoyu önünde, iddialarla ilgili olarak aklanmış olsun ve müfteriler de utansın!.. Sayın Kura, altını tekrar çiziyorum, Türk atçılığına yaptığınız hizmetlerin unutulmaması için, lütfen elinizi TJK'nün üzerinden çekin ve bir "duayen" olarak artık köşenize çekilin!. Size yakışacak olan budur ve sizden beklenen de budur!.. Asıl derdi Galatasaray!.. "Dâhi" hocamız Lucescu, her fırsatta olduğu gibi, "gene" kafasını neye ve niçin taktığını gösterdi!. "Sarılık ve dizinde kıkırdak erimesi olan" İlie'yi bile "kefil olup, almak istediğine göre", sebebi açık: "İlie'nin eski bir Galatasaraylı olması!.." Aslında, Beşiktaş camiasından ve yönetiminden "olur" alabileceğini bilse, Arif'i ve Hakan Ünsal'ı da kapacak, onları oynatarak, "İşte Terim'in yapamadığını bakın ben nasıl yapıyorum" demeye getirecek ama, yapamıyor... Sadece "Onlar çok iyi futbolcular, durumlarına çok üzülüyorum" diye dışardan gazel okumakla yetiniyor!.. Sinan Engin'i araya sokarak, gelecek yıl için Ümit Karan'a kanca takmaya çalışması da cabası... Bu yaşta, bu olgunlukta, Galatasaray yönetimine, Canaydın'a, Terim'e "kin dolu!.." Beşiktaş'tan çok, Galatasaray'ı düşündüğü belli!.. Beşiktaş ile "Terim'li Galatasaray'ın başarılarını yakalamayı ve geçmeyi hedefleyeceğine", Galatasaray'ın düştüğü durumdan mutlu oluyor; "Oh... İyi oldu, beter olsunlar" diyor!.. İşte "ve dahi" dâhi hocamızın durumu bu; alkışlar!.. Ülker için... "Üç tane son saniyeler panikçisi" bir araya gelince ne olur? Ülker gibi, "son saniyelerde" maç verip, perişan olur!. Bir defa Ülker'in huyu bu; bu kaçıncı "15-20 fark önde iken" son saniyelerde maç vermek!.. Naumoski'nin huyu bu; en kritik maçlarda, "kurtarıcı rolüne soyunup", top kaptırarak karşılaşmanın "son saniyelerde kaybedilmesinin sorumlusu" olmak!.. Ergin Ataman'ın huyu bu; "gitti, gidiyor" feryatları arasında, maçları son saniyelerde göz göre göre kaybetmek!.. Öyleyse, neden şaşırıyoruz; "Ülker, AEK'ya neden son saniye basketi ile yenildi" diye? Aslında "normal" değil mi? Tüzük suçu mu işleniyor?!.. İnanmam mümkün değildi ve "olamaz" dedim , ama "maalesef" doğru imiş... "Maalesef doğru" olan ne? Şimdi, bir "örnek" ile işe başlayayım: Diyelim ki, AKP'de "milletvekili seçilme yeterliliği olmayan" bir kişi, milletvekili seçilmiş ve sonra da "bakan olmuş..." Medyamız "bunu öğrense" ne yapar? Benzeri bir olay bir zamanlar "DYP'de yaşanmıştı" ve "spor" bakanlığı da yapan bir milletvekilinin "milletvekilliği düşene kadar" ne yayınlar yapılmıştı!. Peki, "yeterli olmayanın seçilmesi olayı", gazetecilerin bir "meslek teşekkülünde olursa" ne olur? Tısss!.. Hatta, "bu durum" seçimin yapıldığı genel kurulda ortaya çıkarsa, itirazlar bile olursa, genel kurul başkanlığı yapan ve aynı zamanda "hukukçu olan" gazeteci ağabeyimiz bile uyarırsa, bütün bunlara rağmen, "biz yaptık oldu" emrivakisiyle, "aday olma ve seçilme yeterliliği olmayan" gazeteci, yönetim kuruluna girer ve hem de "dışişleri sorumlusu olursa" ne olur? Yani... Bakınız, Türkiye Spor Yazarları Derneği Tüzüğü'nün 16 ncı maddesinde "yönetim kuruluna seçilme yeterliliği" konusundaki hüküm, şöyle başlar: "Madde 16- Yönetim Kurulu, dernek üyeliğinde 5 yılını doldurmuş........15 üyeden oluşur." Ve... "maalesef", değerli ve genç bir kardeşimiz "dernek üyeliğinde 5 yılını doldurmadan" aday listesine yazılmış ve o liste seçimi kazandığı için "yönetici olmuş", sonra da "yönetimin unvanlı üyeleri" arasında yer almıştır!. Bu ne demektir? Onur Belge başkanlığındaki yönetimin, "dernek tüzüğünü çiğnemesi ve Dernekler Kanunu'na aykırı bir tutum içine girmesi" demektir!. Dernek Tüzüğü'nün "Disiplin Kurulu ile ilgili" 24. maddesi "Dernek tüzüğüne aykırı hareket etmenin suç olduğunu" açık açık yazmaktadır!. Dernek Tüzüğü, açık açık ve belgeli bir şekilde ihlâl edildiğine göre, Disiplin Kurulu, "bugüne kadar" neden görevini yapmamıştır? Bu konuda "bilgi araştırması yaparken", bir başka iddia ile daha karşılaştım... Diyorum ki; "inşallah doğru değildir!." Derneğin Tüzüğü'nün değişmesi için çalışmalar başlamıştır; elbette "eskiyen tüzük değişmelidir" ve değişecektir; kimsenin itirazı olamaz!. Amma... "Ben yaptım oldu" şeklinde değil, geniş bir mutabakat ve çalışma ortamında "yeni taslak hazırlanmalı", değişiklik genel kuruluna öyle gidilmelidir!. Ayrıca, "şubelerde yetkili" bazı arkadaşlarım bana dedi ki: "Yönetim Kurulu, bundan önce yapılan tüzük değişikliğini yok sayıyor. Yeni değişikliği, yok sayılan genel kurul değişikliklerinden önceki tüzük üzerinden yapıyor!.." Eğer "böyle" ise, "ki inanmak mümkün değil"; yönetim kurulu tüzüğümüzü ve Dernekler Kanunu'nu tamamen "yok saymış" olmuyor mu? Attila Gökçe yönetimi zamanında yapılan Tüzük Değişiklikleri'nin "temsilciliklerle ilgili" maddelerine İçişleri Bakanlığı'nın koyduğu "olumsuz tavır", o zaman yapılan tüzük değişikliğinin tamamının "yok sayılmasına" yol açmaz!. "Sadece", İçişleri Bakanlığı'nın itiraz ettiği maddelerde, "itiraz gereği" değişiklikler yapılır ama İçişleri Bakanlığı'nın itiraz etmediği "diğer bütün değişiklikler" tüzüğün "asıl maddeleri arasında yerlerini almış" olmak durumundadır!. Bir yönetim, bunları nasıl yok sayar? Eğer "bunlar içinde" yönetim kurulunun değiştirilmesini istediği hükümler ve maddeler varsa, elbette tüzük genel kuruluna "bu değişiklikleri de getirir" ve genel kurul kabul ederse, "geçen genel kurulda değişen maddeler, gene değişir!." Ama, "genel kurul kararı ile" değişir!. Yoksa, genel kurulun yapmış olduğu "tüzük değişikliklerini" bir yönetim kurulu "yok sayamaz!." O tüzük değişiklikleri için onca üye, haftalarca kafa patlattı, çalıştı, çabaladı, komisyonlar kuruldu, genel kurulda saatlerce enine boyuna tartışıldı, kelime kelime, satır satır yazıldı, tek tek oylandı, kabul edildi; nasıl yok sayılır? "İnanamadığım" bu iddia doğru ise ve yönetim kurulu, "bu iddia yönünde hareket ediyorsa", kendi başına da, derneğimizin başına da çok iş açar!.. Türkiye, bir hukuk devletidir; genel başkanımız Onur Belge'nin İzmir'de bir toplantıda belirttiği gibi "Türkiye'nin en güçlü sivil toplum örgütü olan" TSYD, "ben yaptım, oldu" zihniyetiyle yönetilemez!.. Bunu, herkes böyle bilmelidir!.