Kupa finali ve hayati bir maç… Bu maç öncesi takım sahaya nasıl çıkacaktı, kim kimin yerine oynayacaktı? Kendimi Riekerink'in yerine koydum…
Uzun yıllardır yazıp geliyorum; ben "futbolun teknik yazarı" değilim, bunca yıllık spor yazarlığı hayatımda da "olma gereğini" duymadım ve heveslenmedim!.
Ben "spor yazarıyım, futbol uzmanı" değil!..
Beni, spor yazarı olarak "Milli Takım'ın Karadağ'ı yenip yenmemesi, iyi oynayıp oynamaması ilgilendiriyor, Fatih Hoca'nın sahaya onu mu, bunu mu çıkardığı, o bilmem kaç bilmem kaç rakamsal taktiği ile oynama yerine, bilmem kaç bilmem kaç taktiği ile oynaması gerektiği" değil!..
İşin o tarafını, "futbol uzmanı, uleması" olan arkadaşlarımız yazar, çizer, konuşur, ben değil!..
Ama bana "gazetecilikteki hocalarım" Mehmet Ali Kışlalılar, Cihad Babanlar, Tarık Buğralar, Aydın Yalçınlar, Necati Bilgiçler, Altan Öymenler, "çok şey ile beraber" bir şey daha öğrettiler; "Bir olaya tek pencereden, tek yönden bakmayacaksın, mümkün olduğunca çok pencereden bakacaksın, önden, arkadan, üstten, alttan, bu yandan, öteki yandan, mümkünse içten; bulabildiğin, başarabildiğin yer yerden. Ancak o zaman olayı anlayabilir, analiz edebilirsin!.."
Dahası da vardı; o zamanlar "empati" diye bir tabir yoktu; hocalarım, çok basit olarak "Kendini onun yerine koy ve anlamaya çalış" derlerdi!..
Lafı daha fazla uzatmadan "bir örnek" vereyim:
Galatasaray-Fenerbahçe kupa maçının başlamasına bir-iki saat var; TV ekranında zaping yapıp duruyorum; "oynanacak maçı ve sahaya çıkacak 11'leri analiz eden, tartışan" futbol ulamamızın "neler söylediğini" dinliyorum. İşte örneğim, onlardan; "Galatasaray'da Sabri'nin ilk 11'de olmaması ve onun yerine sağ beke Semih'in yerleştirilmesi!.."
Hemen herkes "Yanlış tercih" diyordu; "nedenini bulmaya" çalışmıyordu!..
Koydum kendimi Riekerink ile Orhan Atik ikilisinin yerine, "nedenini" bulmaya çalıştım!..
Acaba, "şöyle düşünmüş" olabilirler miydi:
"Bu maç, Galatasaray için, kulüp olarak da, camia olarak da, takım olarak da hatta son yılların 'en önemli en kritik maçı' olarak nitelendiriliyordu. Kendileri dahil, takımın her mensubu böyle bir baskının altındaydı. İlk golü Galatasaray yerse, bu atmosferde altından kalkmak çok zordu. Süper Lig'de kendisinin gol yeme rekorunu kıran takım dağılabilirdi. Hocalar, önce 'gol yememeyi' düşündüler!.."
İşte "onun içindir" ki, "takıma Sabri yerine Semih'i koydular"; bir taşla birkaç kuş vurmayı hesaplamışlardı; Sabri "hücum bekiydi, gitti mi, geri dönmesi zor oluyordu" ve o kanatta Fenerbahçe'nin en tehlikeli adamı vardı; Volkan Şen. Sabri gidince, stoperlerin biri onun boşluğuna yaklaşıyor, iki stoperin arası açılıyor ve rakip kontrataklarında açılan araya atılan toplar, Muslera kurtarmazsa ya da rakip forvetler beceriksizce auta atmazlarsa, Galatasaray kalesine gol olarak yazılıyordu, Semih'i "çakılı bek" olarak koymak, "Fenerbahçe'nin en etkili kanadını kapayabilmek" demekti. Maç boyu da "bu düşünce" haklı çıktı.
Bitmedi; dahası, "Fenerbahçe "duran toplarda gol bulan" bir takımdı. "Duran toplar" ise, Galatasaray defansının da "en zayıf" tarafıydı. Semih, "boylu boslu bir stoper olarak", Galatasaray kalesinin önünde "rakibin bu üstünlüğünü kırabilmekte" önemli bir görev üstlenecekti, nitekim öyle de oldu; "Ba'nın direkten dönen kafa şutu hariç", sarı-lacivertlilerin "duran top etkinliği" maç boyu hemen hemen yok oldu!..
"Bu hususları" mı düşünmüştü, Riekerink-Orhan Atik ikilisi, bilmiyorum, ama bildiğim bir şey var:
"Kupayı futbolcularıyla beraber Galatasaray müzesine götürdüler" ve koca bir mevsimin felaket tablosunu değiştirdiler, Galatasaray'a, "artı bir yıl daha cezadan" kurtararak en az 40-50 milyon avro kazandırdılar, dahası yönetime de can suyu verdiler. Kutlanmaları gerek!..