İnsanlar neden bir dernek kurarlar? Bir derneğin çatısı altında "birlikte" olurlar? Hele bu dernek "bir meslek kuruluşu ise" ne işe yarar? Bir insanın "üyesi olduğu derneğe inanması, güvenmesi, zor durumda kaldığı zaman ondan destek istemesinden" daha tabii ne vardır? Hele "bu dernek bir meslek kuruluşu ise", bir üyenin "mesleğin ilkeleri ve onuru için" derneğin kuruluş amaçlarının başında gelen "bu çok önemli ve hassas konunun tehlikeye düştüğünü gördüğü ya da tehlikeye düştüğüne inandığı zaman", bunu derneğine bildirmesinden, dernek yönetimini uyarmasından daha tabii ne olabilir? Bir dernek üyesi "bunu yaparken" elbette ki "bazı hatalar da yapabilir!" Hatta "yanlışlar da yapabilir!" Meramını anlatmaya çalışırken, "amacını aşan ifadeler de kullanabilir!" Nihayet "bir insandır ve insan hatasız bir mahlûk değildir!" Amma... Derneğin, dernek üyelerinin "ortak aklını temsil eden" dernek yönetiminin "üyenin halisane niyetini anlaması, konunun esasına dönük istek ve uyarılarını iyi niyetle karşılaması, onun dernek üyesi olarak derneğine, yönetimine güven ve inanç içinde yardım ve destek beklediğini bilmesi, bütün bunları yapılmış olan hata ve yanlışlardan ayırarak değerlendirmesi yapılmış hata ve yanlış varsa ve bu yanlış ve hatalar üzerinde durulacak kadar önemliyse, üyeyi uyarması" görevdir! "Ortak akıl" ne demektir? "Ortak akıl", derneğin her çeşit üyesinin temsilcileri olan yönetim kurulundaki üyelerin "asgari müştereklerde buluşmalarını sağlayan ve doğru kararların alınmasını temin eden" toplam bilgi-beceri mantık dokusunun adıdır! "Ortak aklın" da ilk şartı, "yönetimin olaya üyenin tek başına baktığı düzeyden değil", olayı bütün ayrıntılarıyla görebileceği, analiz edebileceği bir yükseklikten, "çok yönlü olarak" bakabilmesi ve görebilmesi melekesidir!. Yönetimler "ortak aklı kullanamazsa ve olaylara üye seviye çizgisinden bakmayı alışkanlık haline getirirlerse", o derneğin de, o dernek üyelerinin de işleri zorlaşır ve bundan da "dernek üyeleriyle ve dernekle menfaatleri çatışan kişiler ve kuruluşlar" faydalanır! Yönetimlerin, üyelerin aksine, "duygusal olmak, kişisel ilişkileri, antipatileri ve sempatileri verilecek kararlarda ön plana çıkarmak gibi" bir hakları ve lüksleri yoktur! Hele, "dernek dışına taşan" ve başka kişi ve kuruluşları da kapsayan faaliyet, olay ve duyurularda "duygusallığın, kişisel sempati ve antipatilerin işlerini taşıyan uygulamalara girmek" derneğe de, dernek üyelerine de en büyük zararı verir! Bütün bunları neden yazıp geldim? Üye olduğumdan beri, hiç bir mazeret üretmeden, daima görevinde olduğum, gururla "derneğim" dediğim, her türlü faaliyetine katılmakla iftihar ettiğim TSYD'nin hayatımda ilk defa "reddettiğim" bildirisinden hemen sonra, "o bildiriye konu olmuş" kulüp başkanının hafta ortasında "spor yazarlarına reva gördüğü tavır ve hareket ile onun talimatlarıyla spor yazarlarını tesislerden kovan görevlinin yaptıklarından duyduğum büyük üzüntüyü" ve sebebini açıklamak için!.. "O bildiri", görülüyor ki, "birilerine cesaret vermiş!." Dilerim ki, "başkalarına ve başkalarına da cesaret vermesin!" Bilmem ki, "o kulüp yöneticisinin Anayasal hakkını kullanan spor yazarlarına ve insanların haber alma haklarına karşı koyduğu çirkin tavır" ve spor yazarlarına yapılanlar "kabul edilebilir sınırları içinde mi kaldı, yoksa sınırları aştı mı?" Ve de bilmem ki, "o muameleye maruz kalan spor yazarlarının kaç tanesi" derneğinden yardım isteme cesaretini gösterebildi? Memnuniyetle gördüm ki, dernek yönetimi, "gazetelerin sayfalarında adeta kaybedilmiş olan" o olayla ilgili satırları okuyup, gereğini hemen yaptı ve "olayı şiddetle kınadı!." Ne yazık ki, "muhabirleri kulüpten kovulan" medya kuruluşları, bildiriyi yok saydılar!. Elbette, "bir gazetecinin, bir spor yazarının" milyonlara malolmuş kuruluşların yönetimlerinin yaptıklarıyla ilgili olarak "derneklerine başvurusu" kapalı devre olabileceği gibi, zaman zaman da "spor ve gazete sayfalarına dökülerek de yapılabilir!." Elbette üye, "derneğini harekete geçmeye davet edebilir!" Bundan tabii ne olabilir? Son olay "sütunlarda yazılmasından çok daha doğru olduğunu" gösterdi; aksi halde kim duyacaktı? Süleyman Demirel'in ünlü bir sözü vardır; "Fırat'ın kenarında koyununu kaybeden çoban, hesabını Ankara'daki hükümetten sorar" diye!. Elbette soracaktır! Biz de soracağız! "Bizim hükümetimiz de, TSYD Yönetim Kurulu'dur!" Bunda kızacak ne var? Bunda "art niyet arayacak" ne var? Bir söz daha: "Hamama giren terler!." "Biz terlemek istemiyoruz" diyenlerin "hükümet etmeye bilmemki hakları var mıdır?" Herşeye rağmen, biz derneğimize inanmaya ve güvenmeye devam edeceğiz! Yönetimler geçici, dernek kalıcıdır! Kim sızdırdı? Doğrusu ya, spor sayfalarımızda ve TV spor proğramlarında "gazeteciliğin giderek unutulmaya başladığına inanmaya başladım!." Sevgili Hıncal Uluç'un NTV'deki proğramında ettiği çok önemli bir lâf var: "Spor sayfalarımız ve spor proğramlarımız artık birilerinin istediği haberleri, istediği ölçülerde vermekten başka bir şey yapmaz oldu! İnsanların haber alma hakkı çiğneniyor. Kulüp başkanlarının, yöneticilerinin, teknik direktörlerinin istedikleri ve izin verdikleri şeyleri yazarsanız iş tamam. Aksini yaparsanız ceza ve sonunda ekmek parasından olmak var!" Evet, zaman zaman "bu yönde bizlerin de yazıları ve sözleri oldu!" Sevgili Hıncal, üç - beş gün önce, üstüne basa basa ve çok açık söyledi! O gün bugündür, kimseden "tık" yok! Biri de çıkıp "Ne diyorsun arkadaş" demediğine göre, demek ki "bu acı gerçeği herkes kabul ediyor!" İşte "mücadelemiz" bu "çirkin tablonun ortadan kalkması içindir!" Şimdi soruyorum: Mesela Galatasaray'da "gündemin en önemli ve öncelikli yerine oturan Samsunspor'a verilmiş çeklerle ilgili iddialar" neden araştırılmaz ve gerçekler kamuoyuna anlatılmaz? Neden, "bu çok önemli ve yönetim kurulunu darmadağın eden olayı medyaya kimin sızdırdığı" araştırılıp ortaya konulmaz? "Benzer olaylar", bir bakanlıkta, bir genel müdürlükte olsa idi, acaba "gazetelerin birinci sayfalarının muhabirleri" böyle susup oturacaklar mıydı? Galatasaray genel kurula gidiyor, en azından Galatasaray camiasının Galatasaray Kulübü'nde olan bitenleri "doğru olarak öğrenmeye hakları yok mu?" Bu görev basının görevi değil mi? Ben "Galatasaray'ın içinde olan bitenleri yakından izleyen bir gazeteci olarak", sarı-kırmızılı kulüple ilgili böyle belki de "yüz olay sayabilir ve 100 soru sorabilirim" ki, spor medyamız bu olaylarda "görevini yapmamış ve sorumluluğu yerine getirmemiştir!" Biliyorum ki, Fenerbahçe'de de, Beşiktaş'ta da durumu farklı değildir! Şimdi, "kabul edilebilir sınırlar içinde" benim derneğimin sayın yönetim kurulu üyelerine soruyorum: Bu "sansür" artı bu "otosansür" nedendir? Söyler misiniz bana; nedendir? Kim doğru söylüyor? Fazlı müthiş açıklamalarda bulundu? Ahmet Dursun yalanladı! Kim haklı? Ben Fazlı'ya inanıyorum neden mi? Ahmet Dursun'un Beşiktaş'a yeniden imza atmadan gazetelere, TV'lere yaptığı açıklamalara bir bakın, bir de attıktan sonraki sözlerine! Beş-on günde böylesine değişen bir kişiye nasıl inanayım? Bence "Beşiktaş takımındaki gruplaşmalar" konusunda Fazlı az söylemiş! Tıpkı, aylarca örtbas edilen Galatasaray'daki gruplaşmalar gibi! Amma... "Yönetimlerin ve teknik direktörlerin izin verdiği haberleri yazabilen" spor medyamızın bütün bir sezon boyu, "bu tablolara ve haberlere" sevgili Ali Sami Alkış'ın deyimi ile "Fransız kaldı!" Şimdi, çıkıp Fazlı söyleyince, herkes şaşırıp kaldı! Eh!. Böyle kulüplere, böyle medya çok bile!. Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş! Gitti, gider!.. "Jardel'i para karşılığı satacağız, takas yok! Hocamız, Porto'nun takasta vereceği oyuncuları istemiyor, onları tanımıyor, satıştan alacağımız para ile yıldız oyuncular alacağız!." Galatasaray yönetiminden, başkan Süren'in baskısı ile çıkan karar bu!. Peki ama, Mehmet Cansun taaa Portekiz'e neden gitti? Ali Dürüst Fransa'larda neden dolaştı? Hımmm!. Biraz "hınzırlık yapalım!." Vakıfbank'ın "büyük haczi" onlar gittikten sonra geldi! Üstelik "Vakıfbank borcunda Süren ve Cansun'un şahsi kefaletlerinin olduğu da söyleniyor!" Öyleyse? Ne Galatasaraylılar, ne de "saf" Lucescu ümitlenmesin! Jardel'den gelecek para, bundan öncekilerde olduğu gibi, doğrudan Vakıfbank'ın borcunun kapatılmasına gidecek! "Yıldız oyuncu alacağız" masalı bilmem ki, kimleri uyutmak için? Bir soru daha: Var mı bahse giren? Bir soru daha: "600 kilometre uzakta oturan" bir spor yazarı ile bahse giren yok mu? Bu nasıl iş? Böyle kıyas olmaz!. Bir defa yazdı üzerinde durmadım, ama "birkaç defa" yazınca ve yazmaya devam edince, üstelik bir de "Galatasaray yazarları" diye "bütünleme yapınca" bir iki satır yazmak farz oldu! Sevgili Kâzım Kanat'a göre, Galatasaraylı spor yazarları Hagi'yi koruyorlarmış ama Beşiktaş yazarları Nouma konusunda son derece "tarafsız" ve "korumasız" bir tavır içinde imişler! Sevgili Kanat'ın yazdığında "doğru taraf oldukça az" ama, diyelim ki "öyle!." Bundan tabii ne olabilir? Hagi kim, Nouma kim? Ben "spor yazarı olarak" sevgili Kâzım Kanat bir hata yapsa onu "her zaman ve gene savunurum!." Ama mesela Feyyaz Uçar'ın yaptığı hatanın ne savunucusu olurum, ne de "hoş görüyle karşılarım!" Kâzım Kanat kim, Feyyaz Uçar kim; tabii "spor yazarı ve yorumcusu olarak!" Nouma ile Hagi'yi mukayese etmek Ağrı Dağı ile Lût Gölü'nü mukayese etmek gibi bir şey olur ki; bunu da kabul etmek çok zor! Bir hatırlatma daha: Sahayı bir tarafa bıraktım, "saha dışındaki ve özel hayatlarındaki Hagi ile Nouma'yı karşılaştırdığımızda, Lût Gölü'ne karşı Ağrı Dağı'ndan da öte, Himalaya karşımıza çıkmaz mı?" Bilmem yanılıyor muyum? Kahin mi? Sevgili Hürol Bilal'in bir yazısı önümde duruyor! Bu yılın ilk günlerinde yazılmış! Adeta "Kahin gibi!." Türkiye - Azerbaycan Milli Maçı'ndaki "Şeref tribünü - Protokol Tribünü skandalını" taa o günden görmüş ve ikaz etmiş!. Aslında o yazı bile geç kalmış bir yazı!.. Zira Futbol Kanunu'ndaki değişiklikten sonra yazılmış!. Kanun çıktıktan sonra?. İş işten geçtikten sonra?. Neden? Çünkü, artık spor basınımız "teşkilat haberlerine önem vermiyor!" Varsa yoksa üç büyüklerin ticari futboluna yağ-bal!. Eğer "eskiden olduğu gibi", spor medyamız teşkilat haberlerine yer verse ve bu haberler içinde "Şeref Tribünü ile ilgili kanun maddesinin değiştirilmesiyle ilgili hazırlıklar" haber yapılsa, konu tartışmaya açılsa ve "ikazlar" tasarı kanunlaşmadan spor sayfalarında yer alsa, belki de "madde değişmeyecek ve skandal olmayacaktı!" Ya da hiç olmazsa "FIFA ve UEFA ile ilgili maçlarda" Şeref Tribünü'ndeki yetki Federasyon'a ve kulüplere verilecek, gene skandal önlenmiş olacaktı!. Ama nerede "teşkilat haberlerini veren", teşkilatla ilgili gelişmeleri izleyen ve tartışan spor medyası? Canım Fazlı'nın ne dediği, Ceyhun'un kalbinin delik olup olmadığı, Jardel'in takası olayı varken, teşkilat da neymiş? İşimize bakalım, skandal olunca da yazalım; daha ne?