"Benim" muhteşem stadım , Dinamo Kiev'in stadını yener, hem de açık farkla yener, ama "benim" takımım Fenerbahçe, Dinamo Kiev'i yenemez ve elenir; neden?.. Aslında "yenilen ve elenen" Fenerbahçe gibi görünüyor ama, değil!.. Yenilen ve elenen Aziz Yıldırım, Mahmut Uslu, Murat Özaydınlı gibileridir; onların "kulüp yönetme zihniyetleridir"; herkesi "küçük gören", herkesi "Fenerbahçe'ye düşman eden" ve "kendilerinden olmayanı, kendilerini eleştirenleri" tasfiye eden anlayışlarıdır; elenen "bu yöneticilere teslim olan" mesela Ali Şen başta olmak üzere Fenerbahçe genel kurulu üyeleridir, elenen bu başkanı ve yönetimi, Fenerbahçe camiasına ve Türkiye'ye yıllar yılı "bulunmaz Hind kumaşı gibi" takdim etmekte yarışan, "beyin yıkayan" Fenerbahçe medyası ve bu medyada "görevli olarak" yer alan, her yapılana övgüler yağdırıp, "Sen en büyüksün" diye bağıran, yazan - çizen kalemşorlar ve tetikçilerdir!.. Bugün, "2 - 3 yabancıyı" zar zor sahaya sürebilen "bu" Başkan'ı, "aslî görevleriymişçesine" kollayarak ve koruyarak "onun gözüne girmeyi" ya da "onun gözünde kalmayı" başarmak için, hâlâ ve hâlâ "Elbette böyle olur, Futbol Federasyonu yabancı sınırlamasını kaldırsaydı, Fenerbahçe Dinamo Kiev'e elenmezdi" saptırmasıyla arka çıkanlardır, Fenerbahçe'nin elenmesine sebep olanlar!.. Dönüp sormuyorlar; "Sen değil miydin, sezon başında aniden ve sebepsiz olarak 'Ben gidiyorum' demeden önce, hatta gittikten sonra ve yeniden dönüşte hoca olarak çıkıp da Lippi'lerden, Capello'lardan ve benzerlerinden aşağıya inmeyen, futbolcu olarak Moriantes'leri, Roberto Carlos'ları ve benzerleri için 'Tamam iş bitti, geldi, geliyor' diyen; ne oldu, onların yerine kimler geldi, hatta 2 - 3 gömlek aşağıları bile neden gelmedi?.. Yoksa niyetin, kulaktan kulağa fısıldandığı şekilde 'Şampiyonlar Ligi'nden hemen düşüp, bütün hedefi 100. Yılda lig şampiyonluğuna çevirmek' mi idi; söyle; eğer bu idiyse, bravo başardın!?.." Doğru; "Benim stadım", Dinamo Kiev Stadı'nı açık farkla yener; bu da bana yeter!.. "Yeter mi" acaba Fenerbahçeliler?.. Bitmedi: Bakıyorum, maçı anlatan mikrofonlarda "bir yağ, bir yağ" aman Allahım; Önce "Bu Fenerbahçe, bu Dinamo Kiev'i bu muhteşem statta, bu muhteşem seyirci önünde parça parça edip, postalar" tutturmacası, sonra, oyunun bitmesine 10 - 15 dakika kalmış, Fenerbahçe'ye tur için "3 gol" gerek, "Hâlâ şansımız var" yutturmacası ve de uzatma dakikalarında, yani daha "Dinamo Kiev maçı bitmeden", Fenerbahçe'ye "UEFA Kupası'nda final oynatıp", Kupayı bile kaldırtmalar!.. Bre aman, UEFA Kupası'nda "sanki" tek Türk takımı var; o da Fenerbahçe!.. İnsanın "böylesine" bir tarafsızlık(!) yaygarasından dolayı biraz yüzü kızarır; Beşiktaş, Trabzonspor, Kayserispor "hiç" yerine konuyor, bir Allah'ın kulu da "Sen ne diyorsun arkadaş" diye mikrofon başında "sallama rekoru kıranları" uyarmıyor!.. İşte "bu ilkel reyting kafasıdır", Fenerbahçe'yi eleyen!.. Çok yazık!.. *** Gelelim Galatasaray'a!.. Sözü hiç uzatmayayım!.. Elbette, Şampiyonlar Ligi'ne 10'uncu defa katılmak büyük iş; kutlarım!.. Amma. Oynanan futbola, Galatasaray basit ve bol bol gol yediren Cihanlı ve Tomaslı defansına, "beyni olmayan" orta sahasına ve takımı geçen sezon olduğu gibi gene "çorbaya çevirmenin yollarını arayıp bulan" ama "Galatasaray'da rakip forvetlerden daha çok gol tehlikesi oluşturan geri paslarını önlemenin ve de bugünün futbolunda üçüncü lig takımlarının bile kullanabildiği en büyük gol silâhı olarak ortaya çıkan duran toplardan yararlanmanın yollarını bile bir türlü bulamayan" Hocasına bakarak içimden bir ses "şöyle" diyor: "Galatasaray, keşke Şampiyonlar Ligi'ne kalmasaydı!.." Bu yazıyı "dün sabah" saat sekiz sularında yazıyorum, Şampiyonlar Ligi'nde kuraların çekilmesine saatler var!.. "İçimdeki ses" konuşmaya devam ediyor: "Kurada hangi takımlar çıkarsa çıksın, Galatasaray grubunda 4 puanı bile zor toplar, grup sonuncusu olur ve UEFA Kupası'na katılma hakkını dahi kaybeder!.." "Efendim, Galatasaray bu, yıllar yılı neler yaptı!.." Yooo. Bugünler, o günler değil!.. Bu hoca, o hocalar değil!.. Bu takım, o takımlar değil!.. Sezon başından beri "Alınması mümkün olamayan futbolcuların isimlerini ortaya atan", üstelik "alınması mümkün olanları da Dünya Kupası Finalleri'nden sonraya bırakıp, onların da fiyatlarını 3 - 5 misli katlanmalarını adeta ellerini ovuşturarak seyreden", hiç sıkılmadan "Oluyor, olmuyor" senaryolarıyla koca bir camiayı haftalarca uyutup, zamanı öldüren ve sonunda da aczini, "Ben medya istiyor, taraftar istiyor diye transfer yapmam" diyerek kapamaya çalışan yöneticilerle bu iş olmaz!.. Sanki "isteyen" medya ve "sadece" taraftar; el insaf, Hoca haftalardır "neler" söylüyor; sağır sultan bile duydu, ama Adnan Polat duymuyor!.. Yoksa, yoksa Hoca'yı "yok mu" sayıyor?.. İşte geldik "asıl" meseleye!.. Mikrofonlara, kameralara ne kadar "aksi söylenirse söylensin", yönetimce de, futbolcularca da "sevilmeyen ve istenmeyen" bir Hoca ile bu gemi yürümez!.. Kimse kızmasın, gücenmesin; "bu hava" Şampiyonlar Ligi'nde getirse getirse ancak "hezimetler" getirir!.. Bizden söylemesi!.. Dost acı söyler!..