Herkes maça bakıyor, skora bakıyor, sahada oynanan futbola bakıyor!. Eğer bu maç "Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi'nde ikinci tura yükselmesini hemen hemen garantileyeceği bir 90 dakika ise", elbette ki skora da, sahada oynanan futbola da bakılacak, amma... Barcelona maçından sonra yazdığım gibi "Galatasaray'ın oynadığı futbol, nerede ise Süper Lig'in ilk yarısının yarısına gelindiğinde ve Şampiyonlar Ligi'nin ilk turunun yarısı tamamlandığında" hala ve hala "gerçek Galatasaray'ın futboluna benzemiyorsa", spor yazarının görevi "sahanın arkasına da bakmak" olmalıdır!. Efendim, "Fatih Terim kızıyormuş", hatta kameraların karşısına çıkıp, bana göre çok yanlış ve haksız olarak "düşman.. hain.. parazit.." gibi, "kime karşı ve neden söylendiği" belli olmayan laflar da ediyormuş; olsun efendim, etsin!.. Gazeteci, hangi şart altında olursa olsun, "görevini yapmak" ve kamuoyuna karşı sorumluluğunu yerine getirmek zorundadır!. Galatasaray'da yazılmayan, çizilmeyen, "yazılamayan, çizilemeyen" hatta söylenmeyen, "söylenemeyen" bir şeyler var ve evet, "bir şeyler" oluyor ama ne? Terim gibi bir teknik adamın takımı, aylardan beri "devamlılık arz eden yoğun çalışmalar yaptığı halde", böylesine bakınız "kötü" demiyorum, "tutarsız ve anlamsız" bir futbol oynuyorsa ve de Fatih Terim çapında bir hoca, "çaresizlik içinde" her maça "ayrı bir tertiple çıkmak zorunda kalıyorsa", o takımda, o kulüpte "başka problemler var" demektir ve gazetecinin de görevi "bu problemleri bulmak ve ortaya koymaktır!." Kimsenin Terim'in hocalığına söz söylediği yok!. Kimse de çıkıp "Terim görevini yapmıyor, takımla gerektiği gibi ilgilenmiyor, futbolcuları çalıştırmıyor" demiyor!. Aksine "en ağır eleştirileri yapanlar" bile, "tam aksini söylüyor ve yazıyorlar!." Ama, elbette ki, "sahadaki futbol eleştirilecek", Fatih Terim'in de "her insan gibi yaptığı" hatalar, yanlışlar ortaya konacak!. Daha "işin başında" bunlara kızacak ve "hayali düşmanlar, hainler, parazitler" icat ederek "onları taşlayacaksan", bilmelisin ki sevgili Fatih Terim; bu işler "bundan sonra" hiç de sağlıklı bir şekilde yürümez!. Ve gene bilmelisin ki; hamama giren terler!.. Ben, Brugge maçında sahaya çıkardığın tertibe de, yaptığın değişikliklere de, verdiğin taktiğe de karışmam; zira futbolcularını da, rakibini de "en iyi tanıyan, tanımak durumunda olan" sensin!. Ammaa "Mutlaka kazanman gereken bir maçı kazanamıyorsan", elbette ki, "sahada gördüğüm yanlışları" yazmak hakkım!. Mesela; "oynadığı futbol" ve "futbolcu kimliği" artık herkes tarafından bilinen Felipe, acaba, "ön liberonun hemen yanında oynatılarak" mı takımına faydalı olurdu, yoksa "golcülerin hemen arkasında" ya da "hiç işlemeyen" sağ kanadın ucuna kaydırılarak mı? Senin oynattığın yerde, rakip kaleye gidebilmesi, gollük pas verebilmesi için "rakibin çok adamla kapattığı orta sahayı ve sonra da kalabalık rakip defansın önüne çıkan adamlarını geçmesi gerekiyordu"; bunu yapamayacağı aşikardı!.. Zira mesela "bir Hagi kadar güçlü" değildi ve sık sık kaptırdığı toplar "yakında olan" Galatasaray kalesi için tehlikeli olabiliyordu!. İleride ya da kanatlarda, hücumculara "aradan ve yerden gol pası verebilecek" bir Felipe olmadığı için, iş "havadan ortalarla gol yapmaya kaldı" ki, sağ kanat işlemediği için "tek kanattan yapılan" hücumlar Hakan Ünsal'ın bütün gayretlerine rağmen "uzun boylu rakip defansı" rahatsız bile etmedi!. Galatasaray'ın bütün bir maç boyu yakaladığı dört "net" gol pozisyonundan sadece "ikisi" bilerek hazırlanmıştı; diğer ikisi rakip defansın hatalarından ve tesadüfi olarak doğan pozisyonlardı!. Brugge gibi "kapasitesi belli" bir takıma karşı, Galatasaray'ın "kendi evinde" hücum olarak bu kadar "pasif kalması" normal miydi? Diyorsun ki; "Beni eleştirsinler, futbolcularımın moralini bozmasınlar; onlar iyi oynadı!." Yanlış bir; "kötü oynayan futbolcu" dünyanın her tarafında eleştirilir ve eleştirilecektir! Yanlış iki; maçın kasetlerini bir izle.. Bakalım maç sırasında "eleştirilmesin" dediğin futbolcuların "hatalı hareketlerinde" sen neler yapıyorsun, neler söylüyorsun? Sen futbolcuna stattaki on binlerce, TV başındaki milyonlarca gözün önünde "böyle yapacak" ve "öyle bağıracaksın" ama, spor yazarı, futbol yorumcusu onları eleştirmeyecek; olacak şey mi? Sevgili Terim; medyada "hain.. parazit.. düşman.." aramayı bırak!. Herkes biliyor ki; transferde "yönetim kurulu" ve hele hele "başkan" Özhan Canaydın sana da, Galatasaray camiasına da verdiği sözleri tutmadı; tutamadı!. "İstediğin" kadroyu kuramadın ve "olanla, olabilenle" idare etmek durumundasın!. Strese girmene, gerilmene gerek yok!. Takımın zaten "gerginlik içinde!." Daha maçın başında "hakeme itirazlar başlıyor" ve iş "birbiriyle sözlü dalaşmalara kadar" varıyor! Hasan Şaş'ın, Ümit Davala'nın kazanılması gerek; onlarda ısrarın "bana göre" haklı ve doğru!. Ama, mesela Pinto'nun da, Cihan'ın da kazanılması şart değil mi?. "Dışarda düşman arayacağına", sen futbolcularını kazanmaya ve oynatmaya bak!. Galatasaray "zor durumda" ve sen bu zorluğa "yeni yeni zorluklar katma!." Kaybedilmiş "çok şey" yok ve henüz "yolun sonu da değil!." Ama, "ortamı gerersen", bu takım "o stresin altından kalkamaz" ve bu yüzden de "yolun sonu" çabuk gelir!. Bizden hatırlatması!.. Yurdadön, dönemedi!.. Atletizm Federasyonu "eski" başkanı Mehmet Yurdadön, "siyasete atılmak için" Avrupa Şampiyonası'nda atletlerini Almanya'da bırakıp "yurda dönerken", sanıyorum "kendisi gibi" siyasete atılmayı düşünen ama sonra vazgeçen "birilerinden" de "Olmazsa, yeniden göreve dönersin" garantisini almıştı!. Yurda geldi, "görevinden istifa etti", milletvekili aday adayı oldu; ama listelere giremedi!. Onu "göreve iade etmeyi" düşünen "birileri", hemen devreye girdiler ve "Mehmet Yurdadön'ün başkanlığa dönmesi" onun "yasal hakkı imiş" gibi göstermeye çalıştılar; o havayı yaymaya uğraştılar!. Spordan sorumlu "yeni" Devlet Bakanı ise "hiç oralı olmadı"; siyasete atılmak için "atletizmi terk eden" Yurdadön'ü başkanlık koltuğuna "yeniden" oturtmadı!. Çok doğru yaptı, en doğrusunu yaptı, Türk atletizmini "laf yapan, iş yapmayan" eski bir başkanın eline "yeniden" düşmekten kurtardı; tebrikler!.. Hesap iyi değil!.. Türk takımlarının Avrupa Kupaları'ndaki maçlarının "ülke puanı" bakımından dökümünde, tablo hiç de iç açıcı değil!. Bu hafta yaptığımız 6 maçta "sadece iki galibiyet ve bir beraberlik" alabildik!.. Bu, 18 puanın ancak 7'sini aldığımızı gösteriyor!. İlk maçlarda da "18 puanın 8'ini alabilmiştik!." Galatasaray'ın Barcelona'ya kaybettiği maçı da dahil edersek, 13 maçtaki "39 puanın" yalnızca "15'ini alabilmiş" durumdayız!. Eğer "bundan sonraki turlarda" bu olumsuz tabloyu düzeltemezsek, bizi gelecek yıllarda Şampiyonlar Ligi'nde de, UEFA Kupası'nda da "takım sayımızın azalması" tehlikesinin beklediği ortada!. "Hiç puan alamadan elenen" Kocaelispor'a da, Ankaragücü'ne de "ne yaptınız" demek, hakkımız değil mi? Dopinge karşı tedbir!.. Türkiye "öyle bir hale geldi" ki; "eski" demir perde ülkelerinde olduğu gibi "bazı spor branşlarında" ay geçmiyor ki yeni bir "doping olayı" gündeme gelmesin!.. Uluslararası şampiyonalar öncesi yapılan "testler" de olmasa, sanıyorum doping olayları konusunda "zaman tanımlaması" olarak "ay" yerine "hafta" kelimesini kullanacağız!. Sık sık yaşayıp, görüyoruz; "hiçbir gerekçe gösterilmeden", turnuvalara, şampiyonalara "götürülmeyen" sporcularımız var ve bizler artık "onların neden götürülmediklerini" kolayca tahmin edebiliyoruz!. Son olarak iki "ünlü" güreşçimizde de doping çıktı!. Halbuki, "İran kaynaklı" ilk haberlere nasıl da tepki göstermiş ve "yalan" diye kıyameti koparmıştık!. Meğer yalan değilmiş!. "Acı" haber beni hiç şaşırtmadı!. "Er meydanı" Kırkpınar'a bile "şikeden sonra dopingi de karıştırdığımıza göre", gerisini varın hesap edin, siz!. "Eski" demir perde ülkelerinde "doping" yasal hale getirilmişti ve her federasyon "testlerde ortaya çıkmayacak" doping maddeleri bulmak için harıl harıl çalışan laboratuarların kapılarında kuyruğa giriyordu!. Şimdi ise, spor, sporcular ve antrenörleri için "ekmek" hatta "zenginlik kapısı" haline geldiğinden, bir çok sporcu ve antrenörler "doping maddelerinin peşinde koşturup duruyor!.." Ülkemizde, sevgili Cüneyt Koryürek ağabeyden ve Turgay Renklikurt hocamdan başka "dopingle uğraşan" yorumcu ve yazar bulunmadığı için, sporun "şike ile beraber" bu "en tehlikeli" yarasının üzerine gidilmiyor, gidilemiyor!. "Yakalanırlarsa" doping maddesi alan sporcular "vardı, yoktu" yaygaraları arasında "bir süre ceza alıyor"; işte o kadar!. Bence, "en az" sporcular kadar, antrenörler ve de "asıl" yöneticiler, evet "doping çıkan sporculardan sorumlu" yöneticiler "bu sportif cinayetin" cezasını çekmeli!.. Çekmeli ki; "sporcularının doping almasını önlemek için" ellerinden gelen her şeyi yapsınlar!. Mesela, Avrupa ve Dünya Şampiyonaları'nda, Akdeniz ve Balkan Oyunları'nda, Olimpiyatlarda "sporcuları dopingli çıkan" federasyonların başkanları "önce uyarılmalı", ikincisinde "görevden alınmalı!.." Böyle "radikal bazı tedbirler" alınmazsa, Türk sporu lekelenmeye devam edecek!. "Para ve unvan için" yapmayacak şey bırakmayan "bazı" hırslı ve sözde sporcuların önü tıkanmazsa ve "uluslararası spor arenasında" doping konusundaki "sabıkamız artmaya devam ederse", yarınlarda düşeceğimiz durumu düşünmek bile istemiyorum!. Benim "büyük" medyam, "Türk sporundaki doping belası", Lorant'ın basın toplantısını bırakıp gitmesinden "daha az mı önemli?" Biraz insaf ve biraz iz'an; lütfen!.. Ne oldu bunlara? Mevsim başındaki kamplar sırasında yapılan hazırlık maçlarında "fırtına gibi olan" bazı futbolcular vardı!. Sonra, Avrupa'daki kamplar bitti, İstanbul'a dönüldü; bir süre daha "işler iyi gitti", Süper Lig'in ilk haftalarında da "iyi oyunlar" devam etti!. Sonra, "bazı" futbolcuların hem futbollarında, hem fizik güçlerinde "fena halde" düşmeler görülmeye başlandı!. Rakibin en ufak darbelerinde yere düşmeler... İkili mücadelelerle "devamlı" kayıplar.. Zayıf şutlar.. İki adım öteye atılamayan paslar... Ve daha da önemlisi... "Bazılarında" da bir türlü iyileşemeyen sakatlıklar!.. Kim bunlar? İsim vermeme gerek yok; Galatasaray'a bakın, Fenerbahçe'ye bakın, Beşiktaş'a bakın, Trabzonspor'a bakın ve de "diğer" takımlara bakın; hangi futbolcular "yukarıda yazdıklarıma uyuyorsa", işte onlar!.. Peki "neden" böyle oldular? Onu da, "benim gibi" spor yazarlarına değil, "İstanbul gecelerini" dakika dakika sabahlara kadar yaşayan "magazin muhabirlerine" sorun!.. Ve benim, transfer ayında "tam profesyonel olan" futbolcularımın "iş kendilerine bakmaya gelince" ne kadar "amatör olduklarını" anlayın!.. Küfürün haklısı olur mu? Koca koca adamlar çıkıyor, hala ve hala "Efendim hakem o düdüğü çalsaydı, seyirci küfür etmezdi" diyebiliyor.. Sonra da sözüm ona "tevil etmeye" çalışıyor; "Elbette seyircinin küfür etmesi tasvip edilemez, ama...." "Ama.." dediniz mi, "ondan önce söylediklerinizin hepsinin çöp sepetine atılması gerektiğini" de biliyorsanız, bu "ama" dan önce "çok daha anlamlı ve sert" nutukları da pek ala atabilirsiniz!. Zaten "koca koca" yöneticiler de, "öyle yapıyorlar!.." Hadi "onlar" kulüpçü.. Ya "koca koca" yazarlar, çizerler, yorumcular, "aynı şeyi yapıyorlarsa", onlara ne demeli? Hele hele "yönetici" olsun, "yazar - çizer - yorumcu" olsun, bu "koca koca" adamların içinde, yönettiği ya da tuttuğu takımı "verilecek muhtemel bir cezadan kurtarmak için" çırpınırken, "Futbolcu ne yapsın, başkanına, yöneticisine, futbolcusuna, teknik adamına küfredemiyor, hakeme ediyor, başka yapacağı şey yok" anlamına gelen laflar edenler yok mu; insanın "böylesine anlamlı" suç itirafına şaşırmaması mümkün değil!. Öyle ya.. Başkan hata yapabilir.. Yönetici hata yapabilir.. Teknik adam hata yapabilir.. Futbolcu hata yapabilir.. Onlara "küfür edilemez!.." Ama, hakem hata yaparsa "ona küfür etmek", seyircinin hakkı!.. Ceza ne demek, nerede ise "ödül" bile isteyecekler!.. Hem de hiç sıkılmadan!.. Pöööfff!..