Bir zamanlar TMOK vardı, ya bugün?..

Sesli Dinle
A -
A +

TMOK? Evet, Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi…
1894 yılında Baron Pierre de Coubertin’in öncülüğünde kurulan ve 1896’da Atina’da ilk “modern olimpiyat oyunlarını organize eden” Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC)’nin Türkiye temsilcisi… 

 

Altı kıtayı temsil eden altı ayrı renkte iç içe geçmiş halkayla temsil edilen ve “Citius, Altius, Fortius - Communiter / Daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü - Birlikte” sloganıyla başlayan olimpiyatlar, bütün dünyada spora “Olimpizm ruhunu ve ilkelerini” bu komiteler vasıtasıyla taşımıştı. 

 

1936 Berlin Olimpiyatları’ndan sonra II. Dünya Savaşı çıkmış ve 1940 ve 1944 olimpiyatları yapılamamış ve sıra 1948 Londra Olimpiyatları’na gelmiştir.

 

Türkiye bu olimpiyatlarda “minderlerin efendisi olduğunu” göstermiş, serbest stil güreşte 4 altın 2 gümüş ve 40 puanla ezici bir üstünlük sağlayarak takım hâlinde birinci olmuş… Grekoromende ise 2 altın, 2 gümüş ve 1 bronz madalya ve 27 puanla takım hâlinde ikinciliği almıştır. Atletizmde de, Ruhi Sarıalp, “hakemler birinciliği getirecek atlayışını ‘faul’ diyerek iptal ettikleri için” üç adım atlamada bir bronz madalya ile yurda dönmüştür.

 

Güreşçilerimiz, Türkiye’de bayram sevinci içinde karşılanmış, daha sonra “gelen davetler” ile ülkenin dört bir tarafında dolaştırılıp gösteri güreşleri yaptırılarak bağırlara basılmıştır.

 

Ne var ki, halkımız bu gösteriler sırasında güreşçilerimize, “kazandıkları başarının önemine layık olacak ve istikballerini sağlayacak armağanlar vermek” ister. “Toplanan nakit para miktarı” birdenbire çok artar, bankada “Sporcuları Koruma Derneği” adı altında bir hesap açılır ve daha sonra altın alanlara 20 bin TL, gümüş alanlara 15 bin TL, bronz alanlara 10 bin TL olarak dağıtılır…

 

Ve de… Bu paraları alan sporcularımızın, daha sonra Avrupa ve Dünya Şampiyonalarına katıldıkları hâlde, 1952 Helsinki Olimpiyat Oyunları öncesinde “amatörlük fişleri” TMOK tarafından onaylanmaz ve “profesyonel ilan edildikleri için” Helsinki Olimpiyatları kafilesinde yer alamazlar… Sporculuk hayatları sona erdirilmiştir.

 

İşte “Olimpizmin ruhunu, ahlak, hukuk ve disiplininin ilkelerini” dünya âleme gösteren “o zamanın” Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi… 
Ya bugün… “Olimpiyatlara ‘iki üç fazla sporcu götürmek’ için, Uluslararası Atletizm Federasyonu’nun ‘yarış sonuçlarında manipülasyon yapıldığını’ tespit ettikten sonra, Türk sporuna kara bir leke gibi yapıştırdığı ‘Yasaklama / Kısıtlama / Denetleme’ cezasına muhatap oldukları” hâlde, hâlâ “koltuklarında oturan / oturtulan” sorumlular…

 

Ve de “bu çok acı tabloya suskun kalan” bir TMOK… 
“Bugünün” TMOK’unun ve Fair Play Kurulu’nun başkanları, yöneticileri ve aralarında “gazeteciler de olan” üyeleri… Söyleyin bana, “Kara leke sporumuzun alnında dururken, sorumlular koltuklarında otururken” ve sizler de “karşılarında ‘suskun’ otururken” vicdanlarınız rahat mı?...

İlk karar, iyi karar!..

Göztepe - Altay maçındaki faciayla ilgili ilk karar çıktı. Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu, Göztepe’ye “4 maçlık”, Altay’a “6 maçlık” cezalar verdi; “o kadar hafta kendi sahalarında ‘seyircisiz’ oynayacaklar!..”
Neden Altay’a ceza fazla; herhalde “suç aletinin stada organize şekilde sokulması” sebebiyle…
“Sportif idari ceza” verildi; bakalım “hukuk / yargı” ne ceza verecek; elbette “ibretlik bir ceza” verilmeli ki, bir daha kimse teşebbüs etmesin…
Ama, o zaman da ortada “geriye dönük” bir haksızlık olmayacak mı?..
6222 sayılı “Sporda şiddet suçları ile ilgili” çıkarılan “özel” kanunu, bugüne kadar “doğru dürüst çalıştırmayan” savcılar ve hakemler ortada iken…
Kabak, bu maçın “iki suçlusunun başında” patlamış olmayacak mı?..

İyisi seyredilir; kötüsü?

Bu kadar sıradan, bir o kadar kalitesiz, bir o kadar da hadi yazayım “kötü” bir Dünya Kupası seyretmedim… 
Ne heyecanım var, ne coşkum, ne “Beğendiğim bir maçlık futbol” ne de “İyi ki bu maçı seyrettim, şu oyuncuya 90 dakika doyamadım” diyeceğim bir tablo…
Son iki gün, “Snooker’da, İskoçya Açık” turnuvasına döndüm; eski dostlarla buluştum…
Bu arada “Üç Bant Türkiye Şampiyonası’nda bir final seyrettim” ki, kazanana da, kaybedene de helal olsun… 
“Güzel olursa”, her spor seyredilebiliyor, hatta bazen insanlara nefes kestiriyor…
“Kötü olursa” ne olduğu ortada; işte Katar’daki sözüm ona, futbol!..

Muslera ve Nelsson… 

“Elenen” Danimarka’nın oynatmadığı Nelsson’un, “elenen” Uruguay’ın oynatmadığı Muslera’nın Türkiye’de sevdalıları var!..
Bugüne kadar verdiği hizmetler ile “Muslera’yı el üstünde tutanlar” haklı olabilirler; “bugün için değilse bile dünler yadına”; ama Nellson?..
Adam “ille de gitmek istiyor” üstelik; o satılsa ve de yerine “8+3’ü rahatlatacak bir ‘Türk stoper’ alınsa” çok daha iyi olmaz mı?..

Şaka!..

Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı’nın adının “Cumhuriyet’in 100’üncü yılında ‘Atatürk Stadı’ olarak değiştirilmesi için kampanya” başlatıldı. Değişecek mi, değişmeyecek mi; elbette Fenerbahçe’nin yetkili kurulları karar verecek.
“Stada ‘Atatürk’ adının verilmesini heyecanla bekleyen” milyonlar var…
Ama “stada ‘Atatürk adının verilmesini’ değil, ‘Şükrü Saraçoğlu adının silinmesini’ bekleyenler de” var… İnternete girip, “Varlık Vergisi” diye yazıp, tıkladığınızda ortaya çıkacak tablo, sizlere, “kimlerin Saracoğlu’nun adının silinmesini dört gözle beklediğini” gösterecek...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.