"Biz" olamamanın cezası!..

A -
A +
Varsa "görmediğim ve atladığım" gazete ve yazar, onlardan özür dilerim; "Florya Tesisleri'nde kafası kapıya sıkışarak ölen" gazeteci kardeşimiz Sabah Gazetesi'nin "Galatasaray ile görevli" foto muhabiri Erkan Koyuncu olayında, soruşturmayı yapan Savcı'nın, "sadece kapı görevlisini sorumlu ve suçlu sayarak", o genç adam için "ölüme taksirle sebebiyet vermekten, 6 yıla kadar hapis isteği ile açtığı dava", Sabah Gazetesi'nden  ve sevgili kardeşim Hıncal Uluç'tan başka hiçbir gazeteyi ve de gazeteciyi isyan ettirmemişti, anlaşılan; kimse de çıkıp "Bu nasıl adalet, olur mu böyle bir şey" diye sormamış, yazmamıştı!..
Sevgili Hıncal'ın yazısı, "bir gazetecinin, bir Türkiye  Cumhuriyeti vatandaşının  o feci ve inanılması çok zor ölümünü soruşturan Savcı" ile ilgiliydi ama, "konuyu bu çerçeveden çok öteye taşıyacak" unsurları da ihtiva ediyordu; "o kapıyı oraya koyanlardan, denetlemeyenlerden, kulüpten, belediyeden, itfaiyeden başlayarak, en az 20 sorumlunun (suçlunun) olduğunun" altını çizerek "adaletin kılıcının ve terazisinin Amerika'da nasıl işlediğine dair" örnek de verip,  şu soru ile bitiyordu:
"İnsan canı bu!...İnsan canı... Geri dönüşü yok... Geri dönüşü yok.. Gitti mi gider.. Güvenlik görevlisi ihmali.. Asliye Ceza'da 6 yıla kadar hapisle, bir zavallı en günahsız yargılanacak ve  de kamunun adalet duyusu ve vicdanı da  tahmin olacak öyle mi, kamu avukatı dostum?."
Konuya, "bu sorunun doğurduğu" bir çok soru ile devam etmek, "bir TC vatandaşı, bir gazeteci olarak" benim de görevimdi:
Soru bir; o feci olayda ölen, "bir fotoğrafçı meslektaşımız değil de, bir ünlü, bir kalantor, bir arkası kalın kişi olsaydı, ya da bir siyasetçinin, mesela bir  bakanın çocuğu, hatta yakını olsa idi"; sayın Savcı, soruşturmayı ve sorumluyu bu kadarla bırakır mıydı; "bırakırsa", benim medyam, gazeteleri, TV'leri, anlı - şanlı yazar çizerleriyle "o savcıdan hesap sormaz mıydı?.."
Soru iki; Savcının açtığı dava ile ilgili haber ajanslardan geldiğinde, haberi "birinci sayfasından ve sürmanşetten veren" Sabah Gazetesi'nin dışında "biz medya olarak" ne yaptık; Erkan Koyuncu kardeşimizin yerine, böyle bir kazada (Acaba "kaza" diyebilir miyiz?) ölen, Hürriyet'in, Milliyet'in, Vatan'ın, Sözcü'nün, Haber Türk'ün, NTV'nin, Digitürk'ün ve diğerlerinin ve de diğerlerinin ve de diğerlerimizin fotoğrafçısı, kameramanı da olabilirdi; evet soruyorum; ne yaptık?..
Soru üç; benim meslek kuruluşlarım, benim Gazeteciler Cemiyetlerim, Spor Yazarları Derneğim, Basın Konseyim ne yaptı?..
Soru dört; benim anlı ve de şanlı yazar çizerlerimin, yorumcularımın kaç tanesi, "adeta kapatmak ister gibi bir aculluk içinde, dosyayı sorumlular ve sorumluluklar bakımından çok dar bir çerçevede tutan" bir savcı için birkaç cümle yazabildi?..
Ben Galatasaraylıyım, "o feci olaydan sonra yazdığım yazı" sebebiyle Galatasaray taraftarından "çok küfür maili aldım", onlar beni "Galatasaray düşmanı" ilan ettiler, şimdi bu yazı için de "yanı şeyler" olacak; ama biliyor ve inanıyorum ki, "meslek ilkelerim arasında en önde gelen" bir tanesi vardır; bu ilke, "gazetecinin görevi, 3 gücün, yani, yasama / yürütme ve yargı erklerinin hata ve yanlışları, toplumu, insanı, yönetim, eşitlik ve adalet kavramlarının iyi işletilmediğine inandıracak şekilde olursa, her türlü aidiyet duygunu bir yana bırakarak toplumdan, insandan ve adaletten yana olacaksın, halk adına denetleyecek, uyaracaksın" der; işte basına "4'üncü güç" denmesinin sebebi de budur!..
 "Her insanın yapabileceği bir ihmali tek sebep sayıp" sadece "güvenlik görevlisini adalet önüne getiren" bir savcıya karşı, elbette "söylenmesi, yazılması gereken" çok şeyimiz vardı ve olmalıydı!..
Peki, neden susuyoruz ve hatta Galatasaray Kulübü'ne "şunu bile"  sormuyoruz; "Koyuncu ailesi için ne yaptınız?.."
+++++++
        
Bunlar nasıl yönetici?..
 
Bakınız, mesela "sadece 5 - 10 yılı kapsayan" bir araştırma ile, "burada sadece 3 Büyüklerden vereceğim örnekleri" yüzlere, binlere çıkarmak ve "bütün kulüplere ithaf etmek" mümkün; anlayın kulüplerimiz "kimler tarafından ve nasıl yönetiliyor", dahası "neden gırtlağa kadar borç içindeler?.."
Sezonun ortasında, "çift rakamlı milyon eurolar gözden çıkarılarak 9 - 10 futbolcu transfer ediliyor"; üstelik biliniyor ki, "yabancı kısıtlaması daha da sertleşecek"; o transferlere sesini çıkarmayan, hatta "birkaçını da istemiş olan" teknik direktör, mevsimin kalan kısmında "bir - iki tanesini bile takımın devamlı adamı yapamıyor, yapmak için de çaba sarf etmiyor"; bu arada "Mali fair play uygulanmaya başlıyor"; UEFA, "har vurup harman savurmaya uyarı ile beraber para cezası da veriyor!.."
Kulüpte panik ve "kadroda tasfiye, maliyetleri düşürme kararı alınıyor"; ama bugün artık "iş bilen bakkalların bile yapmayacağı" bir uygulama ile, "istenmeyenler, kapı önüne konulacaklar ilân ediliyor,kamplara çağrılmıyorlar, çoğuna A2 takımında bile yer verilmiyor"; artık "bunların de piyasa değerleri, ne satış, ne takasta kullanılma imkânları kalıyor"; kim alır "para vererek" çöpe atılacak malı?..
"Bu duruma düşürülen" futbolculardan "daha az futbolcu olanlar için" piyasada "milyon eurolar istenirken", o kulübün "çöpe attığını ilan ettiği futbolcular", hatta "yalvar yakar" müşteri bulamıyor ve "A2 takımında bile oynatılmayan" bu futbolcular "tıkır tıkır" paralarını almaya devam ediyor; bravoooo!..
"Bir başkası" ise, "çok daha komik bir uygulama" yapıyor; "Teknik adamlığı, futbol ve antrenörlük bilgisi, insanlığı, ahlakı, kişiliği için" söylenmedik " kötü lâf  bırakmadığı" teknik adamla, herhalde "bile bile lâdes" diyerek, hem de "iki yıllık sözleşme imzalıyor"; sözleşme "euro ile" ise milyon eurolar, "dolar ile" ise milyon dolarlar, "Türk lirası ile" ise katrilyonlar, resmen ve alenen "çöpe atılıyor!.."
Neymiş, "araya hatırlı kişiler girmişmiş"; vay canına, o zatı muhtereme, yanında oturan onca ünlü ve de şanlı iş adamı yöneticiler ve Divan Kurulu'ndaki üyeler, Fenerbahçeli gazeteciler "hatırlı kişiler araya girince kendi şirketlerinin katrilyonlarını sokağa atıyor musun, kulüp borç içinde çırpınıyor, bunca dövizle milyonlar, lira ile katrilyonlar, bu nitelemeleri yaptığın bir kişiye  peşkeş çekilir mi" diye sormuyor!..
"O kötülerin de kötüsü" ilan ettiğin Hoca, ya "diretse, istifa etmese, 2 yıllık sözleşmesinin mali hükümlerinin uygulanmasını isteyerek, Federasyona ve FİFA'ya gitse, bir antrenmana daha çıkmadan onca parayı cebine koysa", ne olacaktı; kulübün kasasından çıkan "onca" parayı, "o hatırlı kişiler" mi ödeyecekti; bir kulüp böyle yönetilir mi?..
Ya "bir başka bir başkası";  takımın en gözde birkaç futbolcusundan ikisi için "çift rakamlı milyon eurolar verilirken", inat ve ısrarla "Hayır" diyen daha "bir yıl tamamlanmadan", onları "bedava kapının önüne koyan" Başkan'a ne demeli?..
Bakınız sevgili okurlarım, "sadece 3 kulüpten, 3 örnek verdim"; anlayın "kulüp padişahları, kulüplerimizi nasıl yönetiyor?.."
Ve de "En büyük başkan, bizim başkan" çığlıkları ile tribünlerden, "kendi TV'lerine çıkardıklarından" ve de medyadaki kalemşorlarından nasıl destek alıyor; bu düzen değişir mi; "kandırılan milyonlarca taraftar" ve "gırtlağa kadar borç içine düşen kulüpler"  kimin umurunda?..
 
+++++++
                   Kığılı'ya bir sorum var!..
 
Ey sevgili Abdullah Kiğılı, anlaşılıyor ki, "her konuda olduğu gibi, tekstil ve konfeksiyon işini de uzmanından, yani Avrupa'da, Türkiye'de 100'den fazla mağazanın ve saygın bir markanın sahibi olan sizden daha iyi bildiğini varsayan" bir Başkanınız var.  "Kulüp yönetiminde vekili olduğunuz" bu Başkan'ın, "sizden habersiz" , yani "sizi hiçe sayarak" Fenerium'un bir mağazasına yaptığı  "baskın" teftişteki tutumu ve "istifa eden mağaza müdürünüz" ile ilgili olayın tepkisi, acaba "sadece Fenerium sorumluluğundan istifa etmek" mi olmalıydı, size yakışan bu muydu?
Hiç mi hatırlamıyorsunuz, sayın Başkan'ın yararlanıp yararlanıp, sonra uzaklaştırdığı, dönüp yüzüne bakmadığı, hatta kulüpten ihraç ettirdiği onca yöneticiyi; onlar da en az Başkanınız kadar, sizin kadar Fenerbahçeli değiller miydi?. 
+++++++
                   Almeida'yı alın!..
 
Galatasaray'ın "ileride top tutamayan" Burak ve "nöbetçi golcü / santrfor görevini çok iyi yapan" Umut'un yanına, "top tutan, duvar olabilen, duvar paslarını yanındakilere ve geriden gelenlere aktarabilen ve de gol de atan" bir santrfora ihtiyacı var; başkasına değil!..
Adam "Portekiz Milli Takımı'nın santrforu"; hazır kapıda bekliyor; Almeida; üstelik "Türkiye'yi tanıdı, futbolcuları tanıdı, hırslı ve tecrübeli"; o ayarda "ondan daha da ucuza santrfor bulunamaz"; daha ne bekleniyor; "ne yapacağı, ne olacağı belli olmayan" bir yabancı futbolcunun "zengin edilecek" menajeri mi?..
++++++
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.