Eğer Roberto Carlos, "kendisine, Türk Futbol tarihinin en büyük para cezasının, daha çok uzun yıllar kırılamayacak bir rekor cezanın verildiğini" kendisi açıklamasaydı; öğrenebilecek miydik?.. Tamı tamına "1 milyon 850 bin euro!.." Bu yazıyı yazarken, elimin altında hesap makinesi olmadığı için, bu kadar euro "kaç Türk lirası eder" hesaplayamıyorum!.. Madde bir; "Türkiye'ye gelmiş en büyük, en ünlü futbolcu" diye binlerce haber ve yorum yapmış spor medyamız; "Böyle bir adama verilen böyle bir cezayı atlamış"; evet "at-la-mış" olacak şey mi?.. Bunca gazetenin, bunca TV'nin, bunca radyonun "bunca Fenerbahçe muhabiri" var; bunca "kulüp aidiyetli" yorumcusu var, bunca "Aziz Başkan vakanüvisliğine soyunmuş" yazarı - çizeri var ve de Türk spor medyası "bu haberi atlıyor"; vay canına!.. Bitmedi, madde iki; hadi "bu haberi atladık" ve de Carlos "kendi" açıkladı, iyi de, sonrasında bir Allah'ın kulu da çıkıp, "Ceza neye göre verildi, kulübün tüzük ve yönetmeliklerinde böyle bir cezanın verilmesini sağlayacak hükümler maddeler var mı, Futbol Federasyonu'nun talimatları böyle bir cezaya yeşil ışık yakıyor mu; Roberto Carlos FIFA'ya giderse ne olur; böyle bir ceza insan haklarına, sporcu haklarına uygun mu; böyle bir cezaya müstahak olan futbolcu, kulübü tarafından öyle uğurlanır mı" diye bir haber yapmaz mı, bir yorum yazmaz mı?.. Ve de madde üç; TSYD'nin Eğitim Semineri'nde "Torbaya 10 Türk hocanın ismini yazıp koyun, içinden birini çekin, olsun Türk Milli Takımı'nın hocası, bakın görün neler yapar" güldürmeceleri yerine, "asıl bunların, sporda gazeteciliğin nasıl ve neden gerilediğinin", hadi yumuşatayım "gerileyip gerilemediğinin" öyle "bir oturumluk" iş olsun torba dolsun misali yerine, "tüm seminer boyu" ve de "enine boyuna" tartışılması gerekmez mi?.. Evet gerekir; TSYD Eğitim Seminerleri'nde, "Okuyucuya hayal satmak gerekir, onun için asparagas transfer haberleri yapılmalı, ben bile heyecanla okuyorum" anlamına konuşmalar yapan genel yayın müdürleri ve "o kafadaki" spor servis ve sayfa sorumlularının bugünlere getirdiği spor gazeteciliğimizde, "alfabeden başlamamız gereken" yere döndük, işte "onun için" gerekir; ne yazık ki!.. Madde dört; merak ediyorum; acaba "bu cezayı" bizler gibi "gazeteler yazdıktan sonra" öğrenen Fenerbahçe yönetim kurulu üyeleri de var mı?.. Bu sorunun cevabı, yapamadığımız gazeteciliğin şifresidir; ondan sordum!.. Ya onu seyretseydi? "Arkasına bakmadan kaçtığı" anlaşılan Ankaragücü'nün İngiliz santrforu Darius Wassell demiş ki; "Benimle konuşmaya gelen takım elbiseli yöneticileri görünce 'Baba' filmindeyim sandım." Hımmm, iyi ki, "Kurtlar Vadisi'ni seyredecek kadar" Türkçeyi öğrenememiş, henüz!.. Ağabey tavsiyesi!.. Gazetelerde yazmaya, TV'lerde yorum yapmaya başlayan "UEFA ve Süper Kupa galibi" Galatasaray takımının "bazı" futbolcularına tavsiye: Dikkat edin; "organize bir yazıcı - yorumcu çetesi" görüntüsü vermeye başladınız; gazetecilik - yorumculuk mesleği "bu görüntüyü kaldırmaz", kaldıramaz; hele ki, "devletin ve milletin TV'sinde bu görüntüdeki bir kişi" görev yapmaya devam edemez; "bu görüntüyü vermeye devam etmeyin" ve "Biz" demek yerine "Ben" demeyi deneyin; bilin ki; dost acı söyler!.. O öyle, bu böyle!.. İki buçuk yıl önce otomobilimi değiştirecektim, bu sebeple gittiğim büyük bir oto galerisinin müdürü anlatmıştı. Büyük kulüplerimizden birinin stadının altında bir "oto teşhir galerisi" açmışlar. Açılışa o kulübün başkanı da gelmiş. Galeride "kırmızı" renkli bir otoları varmış. Başkan hemen talimat vermiş; "Bu kırmızı renkli otoyu hemen buradan çıkarın, salonda sarı renk de çok; burada bir arada olamazlar." Müdür, "Önce espri yapıyor sandık, sonra ciddi olduğunu anladık ve kırmızı renkli otomobili kaldırdık" demişti!.. Bu anımı "neden" yazdım? Arda'yı, "Galatasaray tesislerinde, takım antrenman yaparken Fenerbahçe marşı çalan telefona gösterdiği tepki" yüzünden yerden yere vuran yazıların hâlâ devam ettiğini gördüğümden!.. Çek elini artık!.. Bu ne bitmez hırs, bu ne bitmez inattır; Özhan Canaydın, hâlâ Galatasaray'ın içinde, elini eteğini çekmiyor; uğraşıyor da uğraşıyor!.. Galatasaray Kulübü'nü uğrattığı "maddi - manevi büyük kayıplardan sonra" ve de Galatasaray camiasının büyük çoğunluğunun "Ohh, nihayet gitti de kulüp de, bizler de kurtulduk" diye bayram ettiği "bu insan", üstelik "çok önemli bir hastalıkla da mücadele ederken", nasıl hâlâ "Galatasaray'ın vasisiymiş gibi" davranmaya devam eder?.. Yeter artık, otur oturduğun yerde Canaydın; "can" başka, "aydın" olmak başka; soyadında birleştirmişsin ama, Galatasaray kongrelerinde ve kulislerinde bir türlü birleştiremedin!.. Artık birleştir, köşene çekil de, "Günaydııınn Canaydın" diyelim ve ekleyelim; "Galatasaray'ın da günüaydın!.." Futbolcu köle!.. Evet, "parayı basan", yoook yoook, "sadece basan değil, basmayan, basamayan" yöneticiler bile "futbolcuları köle olarak görüyor"; Federasyon da seyrediyor; "adı olan, kendi görünmeyen" Futbolcular Derneği de seyrediyor!.. "Aylarca para alamamış futbolcular", Futbol Federasyonu'nun değiştirerek "kulüplere makûl zaman ve imkân tanıdığı" talimata uygun olan "gerekli bütün resmi uyarıları yaptıktan sonra", Futbol Federasyonu'na müracaat ediyorlar ve "Kulüp ya paramızı ödesin, ya da serbest kalma hakkımızı kullanıyoruz" diyorlar; hakları değil mi?.. Elbette hakları, hem de analarının ak sütü gibi hakları; ne oluyor; kulüp yönetimi "Vay siz böyle yaparsınız, öyle mi; hepinizi süresiz kadro dışı bıraktık, gidin 'A2' takımı ile çalışın" tebligatı yapıyor; buyurun burdan yakın!.. Bitmedi, futbolcunun "sezon sonu" sözleşmesi sona eriyor; şunun şurasında "4 - 5 ay kalmış", futbolcunun menajeri transfer görüşmelerine başlıyor; "bir kulüple uzlaşma sağlanıyor"; futbolcunun "kendi kulübünün yöneticilerinin ancak o zaman aklı başına geliyor"; futbolcuya "Gel mukaveleni uzat, sonra gidersen git, biz de yüksek bir bonservis bedeli alalım" diyorlar; futbolcu "Hayır artık o zaman geride kaldı, vaktinde yapacaktınız" deyince, "Süresiz kadro dışı kaldın, git A2 takımı ile çalış!.." Dahası, kulüp, "opsiyon hakkını kullanıyor", ama "adam yerine koyup, opsiyon hakkını kullandığı futbolcusuna sorma gereği bile duymuyor"; demiyor ki; "Şu şu şartlar içinde bu hakkı kullanıyorum, haberin olsun, bir diyeceğin var mı?.." Dahasını, "yere göğe konulamayan, âlâyı vâlâ ile uğurlanan" Roberto Carlos, son günlerde gazetelere tefrika olan açıklamalarında söylüyor; daha ne diyelim?.. Şunu diyelim; "Bosmann kararları ve de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de ne ola ki?.."