Sevgili Lütfi Özel, İngiltere'nin The Telegraph gazetesinde Simon Hart imzalı habere atfen, "Türkiye dopingli çıkan atletlere kısa zamanda ceza vermezse, Uluslararası Atletizm Federasyonu (IAAF) öncelikle 10 Ağustos'ta Moskova'da başlayacak olan Dünya Atletizm Şampiyonası olmak üzere bütün IAAF organizasyonlarına Türk Atletizm Milli Takımı'nı almayacağını" yazdı!..Telaşa düşen Türkiye Atletizm Federasyonu "bu haberi yalanlamaya çalıştı" ama futbolumuzdaki şike olaylarından sonra, halter ve atletizmimizdeki yaygın doping şoklarının da art arta ortaya çıkması ve "gerçekler deşifre edileceğine, saklanılmaya çalışılması" apaçık ortada iken, Uluslararası Federasyonların "duruma el koymamalarını beklemek" ancak saf insanların düşüncesi olabilirdi!..
"Ya sen cezaları ver, işi uzatma ve üstünü örtme, ya da bu işi ben hallederim" diyen Uluslararası Federasyonlar ortada iken, bizim hâlâ "ninniler söylememiz", bakın işi nereye kadar getirdi, Özel'in haberinde o da var:
Türkiye, "A numuneleri pozitif çıkan atletlerimizin B numunelerin de pozitif çıkması hâlinde Türkiye nüfusuna oranla atletizmde toplu halde en çok doping yapan ülke olarak da tarihe geçecek."
Bitmedi; ve de "Hindistan daha önce 52, Rusya ise 44 sporcusu ile toplu hâlde doping yaparken, Türkiye, 30 sporcusunun dopingli çıkması hâlinde nüfus oranı değerlendirmesine göre en öne çıkarak, sistemli doping tehdidi ile karşı karşıya kalan bir ülke olarak olimpiyat hayallerine veda etmek zorunda kalabilecek."
Sadece spor teşkilatımızın ve federasyonların önde gelenlerinin değil, hepimizin yüzünü kızartacak bir manzara!..
"Kafayı kuma gömüp, kendini kimsenin görmediğini zanneden" devekuşları misali, hâlâ "bu iletişim dünyasında" acı gerçekleri saklamaya ve "zamana bırakmaya" çalışanlarımız var!..
"Efendim, Olimpiyat oylamasının yapılacağı o eylül gününe kadar bu işlerin üzerine gitmeyelim, konuşup yazmayalım, büyütüp ortalığı velveleye vermeyelim" diyebilen bir zihniyetin sahibi olanlara soruyorum:
Bize olimpiyatları, "böyle saklama çabalarını sürdürürsek" mi verirler, yoksa "Evet, bizde bu suçlar var ama işte görüyorsunuz, bu suçları işleyenleri buluyor ve en ağır şekilde cezalandırıyoruz" dersek ve "gereğini de yaparsak" mı verirler?..
"Bombayı elde patlatmak", yapılabilecek hataların en büyüğüdür; anlayın artık!..
Dünya nereye, biz nereye?..
Spor, futbolundan, atletizmine, basketbolundan, tenisine, bisikletinden, boksuna kadar bugün artık "sadece yarışma değil", tribünlere ve TV'lerin başlarına milyonları toplayacak "birer şov hâline dönüşüyor!.."
Bu gerçeği görmeyenler ve anlamayanların "futbolda, basketbolda, voleybolda asıl yapmaları gereken alt yapı ve kaliteli sporcu yetiştirme gayret ve çareleri yerine", çıkıp da "kısıtlama / yasaklama kararlarına başvurmaları" tam da "Dünya gider Mersin'e, biz gideriz tersine" sözüne hak verdiriyor!..
Eğer tribünlere seyirci çekemezsen, eğer TV ekranlarına seyirci çekemez, "düşük reyting canavarını" aldığın bu "garip" kararlarla besleyerek "naklen yayın yapan kuruluşların kulüplere verecekleri paranın köküne kibrit suyu ekersen", dahası "yasaklamalar ve kısıtlamalarla" giderek küçülecek ve dünya kulüpleri ile rekabette çok gerilere düşecek kulüplerimizi böylece "marka değeri olan" ürünlerden de mahrum edersen, düşünün bakalım, "milli takıma oyuncu yetişmiyor" safsatasıyla yapılanın, sporumuzun lokomotifi olan futbolumuzu, basketbolumuzu, voleybolumuzu ve asıl kulüplerimizi 5-10 yılda ne hâle getireceğini!..
Sen "kaliteli futbolcu yetiştirecek alt yapı sistemini kuracak bir organizasyonu yapmadan", sen "sadece kaliteli ve genç yabancı oyuncuların gelmesini sağlayacak tedbirleri almadan", en kolaycı yolu seçip ve "göz boyamacılıktan öteye giymeyecek" bir "yabancı kısıtlamasının ardına sığınır" ve bunu da kulüplerin "yapılanın yanlış olduğunu geç de olsa anlayıp" itiraz ettiklerinde, "Futbolumuzu federasyon mu yönetecek, yoksa kulüpler mi gibi" gibi saçma sapan bir "inat ve güç gösterisi" arkasına saklarsan, olacak şudur; "sınırlarımıza Avrupa ile Çin Seddi gibi bir güç farkı çekip, kendi kendimize oynamak" ve de kulüplerimizi "müşteri çekecek büyük ve gösterişli AVM'lere doğru gidilirken, gene semt bakkallarına dönüştürmek!.."
Gerçek ortada; ya milletin "TV'lerde hayranlıkla seyrettiği Avrupa takımları gibi futbol oynayan ekipler" kuracağız, bunu bugün yerli futbolcularla yapmamız mümkün değil. Ya da "tribünlere, TV başlarına seyirci çekecek yerli futbolcular olacak" takımlarımızda; bugün bunu sağlayacak ne bir Lefter var, ne bir Metin Oktay, ne bir Kadri Aytaç var, ne de Hakan Şükür, futbolumuzda!..
Eee, bir Hagi'nin, bir Alex'in, bir Drogba'nın, bir Sneijder'in "kulüplerine ve Türk Futbolu'na neler kattığı" ortada iken, bizler, "Transferin en pahalı Türk oyuncusu Alper'le ve de Alper gibi bile olamayanlarla bu işleri hallederiz" diyorsak, sadece "ninni söylemiş" oluruz, o kadar!..
Bilmem ki, hâlâ neye ve neden itiraz ediyoruz?..
Demirel ihraç edilmelidir!..
Basketbol Federasyonu Başkanı Turgay Demirel ve federasyonunun "milli takımların seçilmesine kadar indirdikleri" agresif ve taraflı tutumu artık Galatasaray Kulübü'nü yönetenlerce "ciddi bir şekilde ele alınması gereken" önemli bir konu hâline gelmiştir!..
Galatasaray Divan Kurulu, Galatasaray Yönetim kurulu, Galatasaray Disiplin Kurulu, "Turgay Demirel'i kulüpten ihraç etmek için" bilmem ki daha "ne yapmasını" bekliyor?..
Bir Federasyon Başkanı'nın "Galatasaraylı basketbolcuların analarının ak sütü gibi hak ettikleri kupaları vermemek için" türlü çeşitli ve saçma sapan bahaneler ile salonlara gelmemeyi alışkanlık hâline getirmişse, bizlerin "Bu tavrı ancak Galatasaray'dan nefret eden bir kişi koyabilir" diye düşünmemizde bir yanlışlık olabilir mi?..
Bu zatın Federasyon başkanı seçilmesinde "kimin destek" verdiğini, yıllarca "kimin" arkasında durduğunu basketbol camiasında bilmeyen yok!..
Aslında Turgay Demirel'i Galatasaray'dan ihraç etmek de yetmez!..
Tanjeviç ve yardımcıları ile kurduğu "teknik yönetim ortaklığını sürdürebilmek için" gerçeklere nasıl takla attırdığını ve de "göstermelik senaryolarda milli takımı bile nasıl başrole soyundurduğunu" işte bir defa daha gördük!..
Bu zihniyetin, Türk basketbolunu yönetmesine de bir an önce son verilmelidir!..
Yazmak zor, ya anlatmak?..
Konu "Fenerbahçe olunca" gerçekleri yazanlarımızın sayısı çok azalıyor!..
Bunu "Ersun Yanal" olayında da yaşadık, yaşıyoruz!..
İki gün önce sevgili Hasan Sarıçiçek, "Yeni Hoca'nın 1 yıllık sözleşme ile hangi haleti ruhiye içinde bırakıldığını" açık açık yazdı.
Aynı gün "eski" Türkiyeci kardeşimiz Emre Bol da "1 yıllık sözleşme imzalanan bir teknik adamın futbolcular üzerinde otorite sağlayamayacağını ve bunun getireceği olumsuzlukları" kaleme aldı.
"Artakalanlarımızın çoğu" ise "öv babam öv"; Ersun Hoca nasıl çalıştırıyormuş, nasıl yoruyormuş, ama yorarken de nasıl eğlendiriyormuş, herkes hayatından memnunmuş, moralli imiş!..
Ben de bir ekleme yapayım "bu" tabloya; sakın ola ki, Fenerbahçe'nin mevsim başı "parlak sonuçlar almasına" kimse aldanmasın!..
Ersun Hoca, "mevsim başıcıdır"; hazırlık döneminde takıma "ağır yüklemeler yapar" ve bunun da "faydasını hemen görür"; diğer takımlar "daha tam hazır değilken, onun takımı fazlasıyla hazırdır!.."
Sonra, mevsim ilerler, "hazırlar", hele hele "yaşlılar" düşmeye başlar, önce duraklama, sonra gerileme dönemi gelir!..
İnşallah ben yanılırım da tam tersi olur, "1 yıllık dönem" anlattığım gibi bitmez ve Aziz Başkan yeni bir teknik adam, Ersun Yanal da "kartvizitine Fenerbahçe teknik direktörlüğünü ekleyerek", yeni bir kulüp aramaya başlamaz!..