Ortada "Urla Gençlik takımının hocası olsa", anlarım; "bu takıma oyuncuları kulüp yöneticileri aldı, gidenleri de kulüp yöneticileri seçti, gönderdi" dediklerinde, "Olabilir" derim!.. Ve de elbette, şu anda yazımı Urla'daki evimde yazdığım için, "ilk aklıma onun gelmesinden" dolayı da Urla Gençlik takımın hocasından hemen "özür diliyorum"; eğer ve elbette "onurlu" bir insansa ve "kişilikli" bir hoca ise, "Ben böyle bir emri vâkiyi kabul etmem, çalışmam" diyeceğine inandığım için özür diliyorum!.. "Rijkaard'ı savunmak" yarışı içinde, "bütün suçu futbolculara yüklemeye gayret eden" ve dahası "Efendim, Nonda'dan Monda'ya kadar gidenleri Haldun Üstünel gönderdi, Elano'dan Melano'ya kadar gelenleri de o aldı, Rijkaard sadece baktı" demeye getirenlere acımamak elde değil; "savundukları" Hoca'yı "ne duruma düşürdüklerinin farkında bile değiller!.." Nerede ise çıkıp diyecekler ki; "Fenerbahçe maçına 5 hücumcuyla çıkılması, Sivasspor maçına sahaya dokuz savunmacı sürülmesi de Rijkaard'ın değil, Haldun Üstünel - Adnan Sezgin'in işi; ne suçu var bu iki mağlûbiyette Rijkaard'ın?!. Beş maçta 11 puan kaybedilmesinin tek sorumlusu Haldun Üstünel ve onun aldığı futbolculardır!.." Nasıl inanıyor ve yazıyorlar, konuşuyorlar, anlayamıyorum; "Rijkaard istemeyecek ama Dos Santos alınacak, Jo alınacak, Nonda gönderilecek, Alpaslan gönderilecek" öyle mi?.. Vay canına sevgili okurlarım vay canına, "Hollandalı Hoca'ya yapılabilecek en büyük hakaret olan" bu kepaze itham, "Rijkaard'ı çok ağır şekilde eleştiren" bizlerin bile, aklımızın ucundan geçmez!.. Sözüm ona "onu savunurlarken", Haldun Üstünel'in oyuncağı olan, alınandan da satılandan da haberi olmayan, kimi gönderirlerse, kimi getirirlerse "Emredersiniz, çok iyi yapmışsınız" deyip, "hocalığa devam eden" bir teknik adam portresi koyuyorlar önümüze; Rijkaard'a "bunu yakıştırmak", acaba "Defol git" demekten daha "ağır bir hakaret" değil mi?.. İnsanın "böyle dostları olursa", düşmana ne gerek var?.. İnanmak istemiyorum!.. Hazin tablo ve son yıllarda "Feldkamp - Skibbe inat ve ısrarlarının Galatasaray'a nelere mal olduğu" da acı örnekler olarak ortada dururken, "Rijkaard'ı yedirmem" şövalyeliği, Don Kişot'u hatırlatıyor, biraz!.. Kimse "Rijkaard'ı yemek istemiyor"; istenen "yenmeden, dostça gönderilmesi"; zira bu yapılmazsa, "tıpkı "Feldkamp ve Skibbe gibi", sonunda "yönetim" ve de "yedirmem" diyenler yiyecek Rijkaard'ı!.. Örnekler çok; Galatasaray'da da, Fenerbahçe'de de, Beşiktaş'ta da!.. Elin ağzı torba değil, konuşulmaya başlandı bile, bana soruyor "bazı" Galatasaraylılar; "Adnan Polat'ın bu ısrarı, iş adamı olarak, tıpkı Derwall örneğinde olduğu gibi, Rijkaard'ın Avrupa'daki ve dünyadaki ünü ve itibarından faydalanmak istemeyi düşünmesi yüzünden olabilir mi?.." Ben de "bana sorulan soruyu" bir gazeteci olarak Adnan Polat'a hatırlatıyor ve soruyorum; "Doğru mu?.." Bu soruyu sormaya, "başkanlık seçimi öncesi", ona, "liseci" Adnan Öztürk'e karşı destek veren yorumcular arasında olmam sebebiyle hakkım var; zira "bu iddiaların ucu", işte "bu destek" sebebiyle bize kadar ulaşıyor!.. Karabük'ten sevgilerle!.. "Üç Büyükler'in peşinden koşmayı yazarlığının, gazeteciliğinin, spor yazarlığının temeli yapmayanları", biraz da "olmaması gereken" ama "ne yazık" ki olan "ötekiler ayrımını" ortadan kaldırmak için gayret sarf edenleri, hep sevmişimdir, alkışlamışımdır!.. Bu sebeple, "Demir Çelik Karabükspor gerçeğini" candan alkışlayanları, yazanları, çizenleri, yorumlayanları, ona "hakkı olan" yeri ve desteği verenleri de alkışlamayı görev saydım!.. İşte tam bugünlerde, Karabük'ten, Türkiye Gazetesi spor sayfası kanalı ile bir başka haber daha geldi; "Bu yıl ilk kez verilen 1.Çelik Bilek Ödülleri geniş katılımlı bir törenle sahiplerini buldu. Karabükspor, Çelik İş-Sendikası ve Cevdet Ünüvar'ın katkıları ile tertiplenen ve Karabük Üniversitesi'nde yapılan törende, spor müdürümüz Sadık Söztutan'a Yılın Altın Kalemi, spor yazarımız Hasan Sarıçiçek'e Spora Hizmet, İHA Spor Müdürü Mustafa Karagöl'e Ajans Haberciliği ödülü verildi." "Farkımızı, fark etmenin" mutluluğu da benim ödülüm!.. Simetrik psikolojik bir harekât!.. Bugüne kadar bekledik; bakalım "Fenerbahçe Başkanı ve yönetimi ne yapacak" diye!.. "Hiçbir şey yapmadı"; yaptıklarını duymadık; "yapsalardı", reklâm ve propagandanın en hasını da yaparak, yeri yerinden oynatırlardı!.. İşte onun için "geçen aya dönüyor" ve diyorum ki; "Şükrü Saracoğlu Stadı'ndaki Canaydın gösterisi de, ondan sonraki süreçte Ali Sami Yen'deki Galatasaray derbisine kadar geçen süreçte de Fenerbahçe cephesinden, Fenerbahçe medyası destekli fair play çağrıları da çok iyi plânlanmış bir stratejinin sahneye konması" idi!.. "Derbide, tribündeki Galatasaray taraftarını, sahada Galatasaraylı futbolcuyu uyuşturmak" ve "tribünde de, sahada da bir derbide yaşanması çok normal fiziksel ve psikolojik baskıların zerresine rastlamadan puanı ya da puanları alıp gitmek!.." Saracoğlu'ndaki "asimetrik psikolojik harekatın" başarılı olduğunu görenlerin çok akıllıca bu defa Ali Sami Yen'de uyguladıkları "simetrik psikolojik harekât!.." Doğrusu kutlamak gerek, her iki harekât da hedefini buldu!.. Şimdi geliyorum; "Fair play gösterileriyle Galatasaray tribünlerinin ve futbolcularının uyuşturulduğu" kanısına nasıl vardığıma?.. Çok açık, "fair play gösterilerine çok meraklı olan" Aziz Başkan'ın ve onun yönetiminin, derbide kaleci Volkan'ın ve Andre Santos'un yaptığı "çok çirkin" hareketlere, hatta "Başkan Vekili Nihat Özdemir'in bile isyan ettiği", fair playi ayaklar altına alıp çiğneyen görüntülerine "sesini sedasını çıkarmaması", bu iki oyuncuya "bir ihtar dahi vermemesi!.." Canaydın'ın ölümünden sonraki süreçte yapılan "gösterişli" fair play gösterileri neydi, bu çirkinliklere karşı "Görmedim, duymadım, hiçbir tepki koymuyorum" tavrı ne demek; "O perhiz neydi, bu turşu ne?.." Vay canına!.. "Barış, kırmızı kartı hak etmemiş!.." Kim söylüyor bunu, Frank Rijkaard!.. Tam "Bu Barış'a artık Galatasaray forması giydirilmemeli" diye yazacaktım, karşıma "bu söz ve sahibi çıktı!.." "Öfkem geçsin, öyle yazayım" diye bekledim; ama inanın "bunca gün geçti", öfkem azalacağına daha da arttı!.. Hâlâ düşünüyorum; "Çok uzun yıllardır futbol sahalarında bir örneğini görmediğim, ancak o Güney Asya güreşleri midir, boksları mıdır nedir, işte o şiddet gösterisi -sözüm ona- sporlarında, TV'lerde ve filmlerde seyrettiğim 'çakma' tekmelerin sahicisi olan 'Barış tekmesi', rakibine gelse ne olurdu?.." Çocuğun bacağına gelse, kırılırdı, karın boşluğuna gelse, maazallah ne dalağı kalırdı, ne karaciğeri!.. Ve "Barış kırmızı kartı hak etmedi"; öyle mi?.. Eğer "futbolun disiplin kurulu", gerçekten "disiplin kurulu ise", resmen ve alenen "rakibine kasteden ama tutturamayan" bu futbolcuya, herkese "ibreti âlem olacak" bir ceza vermeliydi; 4 maç ceza çok az!. Ve Galatasaray yönetimi de, "sadece bu sözü" ile bile, "ne zihniyette olduğunu ortaya koyan" Hocası ile beraber Barış'ı da "Bir daha Galatasaray'ın kapısının önünden geçemezsiniz" diyerek, göndermelidir!.. İşte "bu zihniyet", Galatasaray Futbol Takımını, saha dışında da, saha içinde de "darmadağın ve tanınmaz hâle getirmiştir!.." Zaten Rijkaard'ın, Barcelona'da, üstelik yerine "bir çaylak hoca getirilerek (Takdiri ilâhi; o çaylak hocadan büyük Guardiola çıktı)" kapının önüne konmasının ana sebebi de "bu çok çarpık ve yanlış disiplin anlayışı" değil miydi?..