Sevgili Şansal Büyüka “Mutlu muyum; hayır… Mutsuz muyum; gene hayır…” diyerek ne güzel ve ne anlamlı özetlemiş perşembe gecesini!..
Hâlbuki bundan önceki “böyle bir gece, Avrupa kupalarında ‘Türk Gecesi’ olarak” futbol tarihimize geçmiş, bizleri “mutlunun da mutlusu” yapmıştı…
Fenerbahçe’nin “0-3’ten beraberliği ve liderliği kurtarması, Sivasspor’un gruptan çıkmayı garantilemesi” elbette “mutluluk getiren” sonuçlardı ama Başakşehir’in “3-0 yendiği” Fiorentina’ya, ilk golü attığı hâlde yenilmesi, Trabzonspor’un grup sonuncusu Kızılyıldız’a yenilerek “gruptan çıkmayı neredeyse imkânsız hâle getirmesi”, çok açık ki, “mutsuzluk damgasını” da geceye vurduruyordu…
Fenerbahçe ve Rennes 11’er puandalar. Grupta son maçlarını Fenerbahçe, Polonya’da Lucescu’nun takımı Dinamo Kiev’le, Rennes kendi sahasında Güney Kıbrıs ekibi AEK Larnaca ile oynayacak.
Başakşehir “Süper Lig’de de, Avrupa maçlarında da “en istikrarlı takımımız” olarak görünüyordu, son haftalarda “bir hâller” oldu…
Galiba “sezon başı fazla yüklemelerle ‘erken form tutma’ sendromu” yaşıyor; “öyle ise” Emre Belözoğlu’nun işi zor!..
Perşembe gecesinin bizleri “en mutlu eden” sonucunu Sivasspor aldı ve Cluj’u perişan ederek, gruptan çıkmayı garantiledi. Rıza Hoca’ya ve talebelerine teşekkürler ve alkışlar…
Nereden, nereye… “Sivas’ın üzerine ‘ümitsizlik bulutları’ çökmüş” iken bu uyanış alkışlanmaz da, ne yapılır?..
Fenerbahçe’nin, “0-3’ten 3-3’ü yakalaması” üzerine yapılan yorumların birçoğunu gece maçtan sonra TV ekranlarında dinledim, ertesi sabah da spor sayfalarında okudum.
Elbette “görüşlerinin altına izin verirlerse imza atacağım” istisnalar var ama “çoğunluk”, anlaşılıyordu ki, “skordaki büyük değişikliğin etkisi altında” ve de “baştan sona” Fenerbahçe’yi ve de asıl Jesus Hoca’yı göklere çıkarıyordu!..
“Jesus’a yapılan” doğru ise neden “aynı ‘doğru’ Galatasaray maçından sonra, Alanyaspor’un hocası Francesco Farioli’ye, ‘Jesus’a yapılan’ yapılmadı, aksine Farioli “Hakeme dua et, yoksa yarım düzine gol yerdin” eleştirilerine tabi tutuldu?
Evet… “Geçen hafta ‘32’nci dakikada hakem tarafından ‘son adam’ kaideleri paspas edilerek 10 kişi bırakılmış’ Galatasaray’ın hocası Okan Buruk ‘10 kişi olsan da 2-0’dan 2-2 berabere kalınır mı’ eleştirisi ile” hırpalandıkça, hırpalanmıştı.
“Okan Buruk’a yapılan ‘doğru’ ise” neden Jesus göklere çıkarılırken, Rennes’in hocası Bruno Genesio, hem de takımı 10 kişi kalmamış, üstelik 3-0 öne geçmişken, “Okan Buruk’a yöneltilen eleştirilerin yarısı kadar” bile eleştirilmiyordu?..
Yoksa, “eleştirilse” Jesus’un “inanılmazı başardığı” yorumları “biraz” dayanaksız mı kalacaktı?..
Bakınız, “Rennes ile yapılan iki maçta yenilen 5 gol”, Fenerbahçe’nin ve elbette Jesus’un “saha içi zaaflarını” ortaya koyuyordu; ah o “kenar” boşlukları…
Dahası, “Fenerbahçe’nin ve Jesus’un ‘farklı olarak gerideyken’ bile ‘5 gol atılması için neleri, nasıl yaptıklarını’ da” gösteriyordu… Ve “bundan sonra oynayacakları maçlarda” rakip takım hocalarına “Fenerbahçe’nin zaafları ve artıları bakımından önemli ipuçları” veriyordu!..
Evet, Halit Abi, “gazetecilerin, özellikle spor ve magazin yazarlarının, radyolarımızdaki, sonradan da TV ekranlarındaki sunucuların “abisi” idi…
“Yaşı itibarıyla değil, “gerçekten ‘abimiz’ olduğu” için!..
Onu “gazeteciliğe ilk adımı attığım gün” tanımıştım.
Birisinde, “galiba rahmetli Cihat Arman’ın sahibi olduğu” dergide “dayım” rahmetli Necati Bilgiç haber bölümü şefi idi. “Kilis’ten hemşerimiz rahmetli Alp Zirek de derginin müdürü… Dayım, sonradan “ünlü Hey Dergisi’nin genel yayın müdürlüğünü yaparak” yayın hayatına başlatan, “baba tarafından kuzenimiz olan” Doğan Şener ile beni, elimizden tutarak dergiye götürdü. Orada, Doğan ile beraber “20 lira haftalık” ile başlamıştı şu anda 67 yılını doldurduğum spora yazarlığı ve gazetecilik!..
İşte o gün tanımıştım, “Babıali yokuşunda bir iş hanının üçüncü katında olan” derginin yazarlarından Halit Kıvanç’ı… Ve birkaç gün içinde “Halit Abi’m” oluvermişti, Halit Kıvanç…
Gazetecilikte “çok ‘abim’ oldu ama bu abiliklerin büyük çoğunluğu ‘yaşları ile’ ilgiliydi…
“Gerçek abi” sayım, “İstanbullular” bakımından “3’ü” geçmedi; biri “Halit Abi”, ötekiler Tarık Abi (Buğra / Türkiye Spor’da) ve Cüneyt Abi (Koryürek / Öncü’de)…
“İnsani ilişkiler, konuşma / yazma, olaylara ‘çok taraflı bakma’ konularında” bir ‘stajyer gazeteci’ olarak ondan çok şey öğrendim.
“Büyüdüm”, Halit Abi ile beraber “çok spor dalında maçlar seyrettim, yarışmalar yazdım, başka ülkelerdeki spor faaliyetleri için beraberce seyahat ettim”, ona olan saygımda, sevgimde “en ufak bir azalma” olmadı; aksine öğrendikçe, öğrendim… Bu seyahatlerde “karşılaştığım problemlerin çözümünde, sıkıntılarımın giderilmesindeki destek ve yardımlarını” unutmam mümkün değil.
Elbette bu yardım ve destekler sadece bana değildi, herkese idi. Hatta “sempati duymadıklarına” bile…
Kimseyi kırmak, gücendirmek istemez, ama kendisi çok çabuk kırılır ve gücenirdi.
Mekânı cennet olmuştur, nurlar içinde yatsın!..
Nihayet Ankara’dan bir haber geldi. Duydum ki, “Atletizmimize düşürülen kara lekenin temizlenmesi konusunda” ciddi bir adım atılmış. Genel Müdürlük müfettişleri, Atletizm Federasyonu’nda soruşturmalara başlamışlar.
İnşallah “gelen haber” doğrudur ve “bu federasyonun yöneticileri bir daha gelmemek üzere” giderler!..
“Muratlarına erişirciler” dün Torrent’i göndermişlerdi… Bugün de Ismael’i gönderdiler… Sırada Kuntz ve Okan Buruk var!..
İkisinin yerine de “istedikleri birisi” var… Galiba “istedikleri birisi” de talip; acaba hangisine?..