Utanmıyorlar, utanmadılar!.. Sen tut "6 yıl önce olduğunu" söylediğin "çirkin iddiaları" bugüne kadar sakla, sonra da "ülkeye halterde ilk defa bir olimpiyat altın madalyası getiren" kızımızı ve antrenörünü "karalamak için" gazete manşetlerine, TV ekranlarına çık; olacak şey mi? Bu nasıl bir iz'andır, vicdandır ve insaftır? Farz edelim ki; "iddialar doğru!." Peki ama, 6 yıl neredeydiniz? Farz edelim ki; "Spor teşkilatı müracaatlarınızı ört bas etti!.." Bu ülkede savcılar yok mu, polis yok mu, hakimler yok mu? Diyorsunuz ki; "Korktuk, kimselere söyleyemedik!.." Peki, şimdi neden korkmuyorsunuz? Adam "6 yıldır" sizin antrenörünüz değil, üstelik kendiniz söylediniz "bir süre milli takım antrenörlüğünden bile alınmış", korkulacak hiçbir şeyi kalmamış; peki o süre içinde neden savcılara, hakimlere, polise gitmediniz, gazetelere, TV'lere gitmediniz? Üstelik diyorsunuz ki; "Bir arkadaşımızın intiharına sebep oldu!." Bu "cinayet olmasa" da, "birinci dereceden ölüme sebebiyet vermektir", cezası ağırdır; bugüne kadar neden sustunuz? Önce "Bizler fakir ailelerin, kenar semtlerin çocuklarıydık, ailelerimiz bile cesaret edemedi" dediniz, sonra da biriniz, ithamların en acımasızını yapanınız çıktı dedi ki; "Benim ailemin hâli vakti yerindedir!.." Hangisi doğru?.. Hangi ana-baba, kızlarının dövülmesine, cinsel tacize maruz kalmasına isyan etmez de susup oturur? Sizlerin ailesinde iddia ettiğiniz olaylar olurken, karşı çıkacak, gerekeni yapacak hiç mi erkek yoktu? Yoksa, "onlara da 6 yıldan beri" hiçbir şey söylemediniz mi? Ben "iddialarınızın doğru olup olmadığını" bilmem, bilemem!. Onu araştıracak, soruşturacak olan savcılardır, "doğru" ise cezasını verecek olan da hakimler!.. Ama ben bir Türk vatandaşı olarak, bir spor gazetecisi olarak, "sizin 6 yıl susup, olimpiyat altın madalyasından sonra ortaya çıkmanızdaki mantığı ve sebebi" anlayamıyorum, anlamam da mümkün değil!.. "Gecikmeli" olarak yaptığınız, spor adına da, insanlık adına da, kendiniz ve aileleriniz adına da, "iddia ettiğiniz" şeyler kadar çirkin!. İddialarınıza muhatap olan "eski" hocanız, iddialarınız kanıtlanana ve "kanıtlanırsa mahkûm olana kadar" suçsuzdur, ama siz kendinizi "kamu vicdanında mahkûm ettiniz!." Savcıya gideceğinize, gazeteciye gittiniz!. Bu da gösteriyor ki, sizler "işlediğini iddia ettiğiniz suçun Türk adaleti önünde cezalandırılmasının değil", eski hocanızın, "olimpiyat altın madalyalı kızımızın hocasının" kamuoyu önünde "karalanmasının peşindesiniz!." "Olimpiyat altınını karalamak" peşindesiniz!. TV ekranlarına çıkıp "pervasızca ettiğiniz sözler", sizlerin "kimseden ama kimseden korkmadığını ve korkmayacağını" gösterdi!. Öyleyse millete anlatın bakalım; "aklınız 6 yıldır nerede idi?" "Böylesine iğrenç suçları işlediğini" iddia ettiğiniz adamı "6 yıl koruyarak", üstelik "bir ölüme sebebiyet vermeyi" savcılara bildirmeyerek neden siz de "suça iştirak ettiniz?" Yooo, hanımlar, "iddialarınızın karşısında", elbette iddialarınızın muhatabı olan kişi, "temize çıkana kadar" her türlü hesabı verecek!. Ama siz de hesap vereceksiniz; "Bugüne kadar neden, neden, neden sustunuz? 6 yıldır sizlere hocalık edenler neden sustu? Aileleriniz neden sustu ve neden savcıya değil de gazeteciye gittiniz?" Elbette, "böylesine bir rezaletten sonra" spor teşkilâtı da "hiçbir şey olmamış" gibi susup oturamaz!. Genel Müdürlük derhal soruşturma açmıştır!. Ama, işe "Başbakanlık Denetleme Kurulu'nun el koyması" çok daha doğru olur!. Bu rezalet ört bas edilemez; kimler suçlu ise bulunmalı ve bir daha dönmemek üzere sporumuzdan silinmelidirler!. Türkiye'yi dünyaya rezil etmeye kimsenin ama kimsenin hakkı yoktur!. ATV ekranından Ali Kırca'nın "müsamahası ile" ortaya atılan çirkef temizlenmeden ne genel müdür, ne bakan, ne federasyon başkanı "koltuklarında rahat oturabilir!." Herkes bilmelidir ki; oturtmayız!.. Hemen söyleyeyim; "iddiaların muhatabı olan" antrenörün, TV ekranından yaptığı açıklamalar, vermeye çalıştığı cevaplar "beni hiç ama hiç tatmin etmedi!." Hele, "olimpiyat altın madalyasının ve onu alan şampiyonumuzun arkasına sığınma gayretlerinden" hiç hoşlanmadım!. "Onları mahkemeye vereceğim," dedi; versin bakalım; sonu ne olacak? Basketbole kim gelmeli? Basketbol Federasyonu'nda "yakında seçim var!." Gerek sportif alanda, gerek idari alanda "büyük başarılara imza atan", basketbolümüzün özerk olma mücadelesini kazanan Turgay Demirel yeniden aday olacak!. Karşısına da, "büyük bir ihtimal ile" Lütfü Arıboğan çıkacak!. Kim kazanır; elbette şu anda Turgay Demirel şanslı görünüyor!. Amma, çok yıprandı!.. Çok düşman kazandı!.. Basketbol camiasını toparlayacağına, darmadağın etti; "Böl, parçala, yönet" ilkesinin sporumuzdaki en önemli temsilcilerinden biri oldu!. Seveni az, sevmeyeni çok!.. Sayanı az, korkanı çok!.. Etrafında, "onun bu hâle düşmesinden memnuniyet duyan" ve "kendilerinin yerlerini başkalarının almamasını" bu yola sağlamaya çalışan bazı insanlar var; bunlar "Türk basketbolünü değil, sadece kendilerini düşünüyorlar!." Demirel'in "böl, parçala, yönet" batağından çıkmaması için ellerinden geleni yapıyorlar; lâf taşımak dahil!. Sonuç; "böyle gelmiş, böyle gitmez!." Turgay Demirel, seçimi kazansa bile, artık anlaşılıyor ki; "kaygan bir zeminde hızla aşağıya kayıyor!." Ne demiş Uzak Doğulu bir bilge: "Merdivenleri çıkarken yanından geçtiklerine selâm ver ki, inerken onlar da sana selâm versin!." Demirel, merdivenlerden değil, kaygan zeminde hızla inerken, ona "selâm verecek" kimse bulamayacak!. Hele dibe vurduğunda? Yazık... Lütfü Arıboğan ise, "eğer arkasını siyasete dayamazsa" ve "siyasete dayamadan seçimi kazanırsa", bayrağı çok daha ilerilere götürecek bir basketbol adamı!. Seçimi kazanması "şu anda" zor görünüyor; ama imkânsız değil!. Seçime kadar geçecek süre, "seçim sandığı için" uzun bir süre!.. Köprülerin altında daha çoook sular akacak!. Temennimiz, "hâk edenin" kazanması!. Galiba, öyle de olacak!.. Bu da "böyle" gazetecilik!.. Sen birinci sayfalardan anons ederek spor sayfasında "Temiz eller Operasyonu" diye manşetler at; Galatasaray'ın "iki eski başkanını ağır şekilde suçla" ve bu suçlamalar için de "Galatasaray yönetimini kaynak olarak" göster!. Ertesi günü Galatasaray Başkanı'nın "haberi yalanlamasını", Galatasaray'la ilgili genel haberin içine "iki satırla koy"; bu nasıl bir gazeteciliktir, bu nasıl iştir? Ortada "doğru söylemeyen" biri var: Ya Galatasaray Başkanı ve yönetimi ya da gazete!.. Aynı tablo, "Galatasaray Başkanı Real Madrid Kulübü'nün kapısında bekledi" haberinde de ortaya çıkmıştı!. Özhan Canaydın haberi yalanlamış, gazete de "doğru olduğunda" ısrar etmişti!. Bu defa "gazete ısrar" da etmedi!. "Yalanlama açıklamasını satır aralarıyla" geçiştirdi!. Olan Galatasaray'a oldu, koca bir divan toplantısı "bu haberle geçti" ve her şey ortada kaldı!. Seyrantepe müjdesi bile "bu tartışmalar arasında" resmen güme gitti!. Belki de "ilâhi bir adalet" Özhan Canaydın'ı cezalandırdı!. Kim bilebilir? Emir yüksek yerden mi? Yooo; "Bu da nerden çıktı" demeyin, sakın!.. Bugünlerde, Türkiye'de siyasetinden, sporuna kadar "komplo teorilerinin bini bir para!.." İşte "spordaki, futbolumuzdaki" son teori: "Hakan Şükür'ün milli takımdan kesilmesinin talimatı" büyük bir yerden gelmiş.. "Levent Bıçakçı'yı bulan, aday yapan, destekleyen ve seçtirenlerin başında gelen" bir merkezden!.. Bir "yooo" daha; sakın ola ki, bu büyük yerin "siyasi bir etiket" taşıdığını sanmayın; komplo teorisinde adı geçen merkez "sportif etiket" taşıyor!. Talimat da şu: "Bir Galatasaraylıyı 100 defa milli yaptınız, ikinci Galatasaraylıyı yapmayın; sıra Fenerbahçelide!." Bu "komplo teorisini duyduğumda" gülüp geçtim!. Ama, iki milli maç sonrasında, "Barcelona'da bir yıldır oynamayan ve milli maçlarda büyük hatalar yapan" Rüştü için, özellikle "Fenerbahçeli kalemlerden" tek eleştiri gelmezken, aynı kalemlerin Avrupa Kupalarında ve milli maçlarda "leblebi gibi goller atan" ve atmaya da devam eden Hakan için, hem de "gol atamadığımız" bir milli maçtan sonra "Milli Takım Hakan'sız çok daha iyi oynuyor" diye davul çalmaları, "bu komplo teorisine inanmak isteyenleri" çoğalttı; çoğaltınca da yazmak şart oldu!. Bilmem ki, bu komplo teorisine, Milli Takım Teknik Direktörü Ersun Yanal ne diyecek? Ve tabii, "yasaklanmazsa" pazar gecesi Star TV'de, Ata Aksu'nun "Bu yıl mutlaka Fenerbahçe şampiyon olacak" açıklamasını da dikkate alırsak,diyebiliriz ki: "Türk sporunda 'olmaz' olmaz!." Yanal'a düşen görev!.. Ayıptır; sen "iki yaş daha büyük" Hooijdonk'u "çok aylar sonra" Hollanda Milli Takımı'nda "gol attı" diye göklere çıkar, Fenerbahçe'de yere göğe koyama; sonra da "kendi takımında da, milli takımda da Hollandalı'nın birkaç misli gol atan" Hakan Şükür için "Yaşlandı, takıma zarar veriyor; Ersun Yanal artık Hakan'ı kadroya alma" diye yaygara kopar; bu nasıl bir iz'an ve vicdandır? Şimdi Ersun Yanal'a bir görev düşüyor: Çıkar ortaya "Artık Hakan Şükür benim kafamda ve kadromda yok" der ve "Hakan Şükür üzerine yapılan spekülasyonları bitirir"; Türk Futbolu'na bunca hizmet etmiş, bunca gol atmış, Galatasaray'a ve Milli Takıma kaptanlık yapmış bir "büyük" sporcuyu "didiklenmekten, aşağılanmaktan kurtarır..." Ya da der ki; "Hakan Şükür benim kadromdadır, onu taktik gereği oynatmadım, bundan sonraki maçlarda gerektiğinde görev alacaktır, ben Hakan Şükür gibi bir futbolcuyu kurda kuşa yem etmem!." "Kem küm" etmekle bu iş olmaz; "nabza göre şerbet vermek için" de "Hakan Şükür gibi" bir oyuncu "ortada bırakılmaz!." Ey Galatasaraylı yöneticiler neredesiniz; "Takımınızın en iyi oyuncusu, kulüpçü kalemşorlar tarafından yok edilmek isteniyor"; hâlâ seyretmeye devam edecek misiniz? Yoksa siz de mi "nabza göre şerbet veren bir görüntü içinde", medyadaki hırpalanma sürecinizi azaltma ve hafifletme peşindesiniz?