Bu nasıl cumhuriyet?

A -
A +

Yıllardır "duyar" ve zaman zaman da "okuyarak" geliriz; "Fenerbahçe Cumhuriyeti!.." Geriye dönüp baktığımda, gerçekten Fark Ilgaz'lar devrine kadar Fenerbahçe'de "bu deyimi kullanacak" kadar çok yönlü bir görüntü vardı!.. Amma... Ne zaman ki "müteahhit" başkanlar ve "yönetimler" devri başladı, Fenerbahçe'de yavaş yavaş "cumhuriyet" görüntüsü değişmeye ve "cemahiriye" görüntüsü şekillenmeye başladı!. Şu anda da, "Nerede karşıma çıkacak babayiğit? Kimse çıkıp aday olamaz, ben istediğim zaman bırakırım" diye bas bas bağıran ve "meydan okuyan" bir başkan ve "bu sözlere karşılık" tepki koyamayan, sesini çıkaramayan bir camia olduğuna göre, bir "Fenerbahçe Cumhuriyeti" nden söz etmek mümkün mü? Görüntü, "bizzat" başkanın ilân ettiği üzere, daha çok "Aziz Cemahiriyesi"ni andırıyor; çok yazık!.. Yıllardır "bir beton yığınını kendisine siper almış" başarısız bir başkanın ve durmadan değişen "ama çekirdek kadrosu aynı kalan yönetimlerinin, başarısızlıkların fatura edilerek değiştirilen teknik adam ve futbolcuların "acıklı" hâli, ne yazık ki, spor medyamız tarafından, "bir-iki istisnası dışında" doğru olarak analiz edilmiyor; Fenerbahçe camiasına "gerçekler" anlatılmıyor!. Geçen pazar günkü "Maraton" programındaki tablo, "spor" pardon "futbol" medyamızın hangi noktada olduğunu çok iyi anlatıyor: Erman Hocam üzerine bastırarak "Fenerbahçe'nin bu hâle düşmesinde asıl sorumlunun başkan ve suçlunun yönetim olduğunu" vurgularken, sevgili Şansal Büyüka "hiç oralı olmayarak" lâfı değiştiriyor ve devamlı olarak "hedefe Oğuz Çetin'i alıyor!.." "Aziz başkan" tam bir koruma ve kollama kalkanında!.. Bu örnek, futbol medyamızdaki "genel" görüntüyü de çok iyi yansıtıyor! "Fenerbahçeli olmayan" bir iki yorumcu ve yazar, bir de Hüsnü Çil, Şekip Hazar, Ali Şen ve bir avuç "Fenerbahçe yazan" arkadaşımızın, bu arkadaşlarımızın yazı ve yorumlarına yer veren bir-iki gazete ve TV'nin dışında, "neyin ne olduğunu" yazan çizen yok, ortalık "korumacıların ve kollamacıların kalın kalkanları" ve durup dinlenmeden "hedef saptırmaları" sebebiyle toz duman!.. Ve bunun sonucu da "Aziz Başkan" hâlâ başkan!.. Galatasaraylılar, Beşiktaşlılar, Gençlerbirlikliler, Trabzonsporlular, Gaziantepsporlular da dua ediyorlar; "Aman başkan kalsın... Yanından da Kıyat'ları, Özaydın'lıları, Uslu'ları, Saran'ları hiç ayırmasın!.." Bilmiyorum, futbol tarihinde "bir beton yığının arkasına sığınan" başarısız bir başkan ve "o başkanın arkasına sığınan" başarısız bir yönetimin başka örneği var mı? Hem de ısrarla ve inatla "bu kadar uzun süre" büyük bir kulübün başında kalabilmiş bir başkan ve yönetim var mı? Varsa da, "böyle bir tablodan" övünüle övünüle, alkışlana alkışlana bir "cumhuriyet" çıkar mı? Doğru kararlar!.. Futbol Federasyonu'nun "yeni" gözlemci talimatı ile ilgili "ilk" bilgiler, "doğru ve gerçekçi" değişiklikler yapıldığını gösteriyor!. Gözlemci yaşının "61'e indirilmesi" fevkalâde olumlu!. Gözlemci kadrosunun gençleştirilmesinin şart olduğunu, artık maçlara gidemeyecek kadar yaşlanan bir çok gözlemcinin "iyileştirilen ve güncelleştirilen" gözlemci ücretini alabilmek için ne çileler(!) çektiğini bilenlerdeniz!. "Futbol ve futbol hakem yorumculuğu yapan" gözlemcilerinin "devre dışı bırakılması" değişikliği ise, çok daha olumlu!. Hem TV'lerde ve gazetelerde "hakemler ve hakemlik üzerine", çoğu zaman Merkez Hakem Komitesi üzerine yorum yapacaksın, hem de "gözlemci" olacaksın; bu olmaz!.. "İyi yazsan" diyecekler ve yazacaklar ki; "Yağ çekip, gözlemcilik alıyor!." "Gözlemcilik verilmese", diyeceksin ve yazacaksın ki; "Eleştirdiğim için cezalandırdılar!.." Komiteyi de, gözlemciyi de "polemiklerden, kem göz ve kem sözlerden kurtaracak" bu karar için Federasyonu ve MHK'yı kutlarım!. "Gözlemci yaş sınırı için getirilen" istisna, yani "Federasyon Başkanı'nın önerdiği gözlemcilerde 61 yaş şartı aranmaz" hükmü konusunda ise tereddüdüm var: Eğer "gözlemcilerde aranan diğer şartların hepsine uymak" kaydı varsa ve "gerçekten görevini iyi yapan gözlemcilerden, 61 yaşını aştıklarında yararlanmaya devam edilmesi" hedefleniyorsa, itirazım yok; olabilir ve olmalıdır da!.. Ama, Bu istisnanın altında "Benim adamım" amacı gizli ise, kabul edilmesi mümkün değildir ve hem gözlemcilik müessesesi, hem de "federasyon başkanlığı makamı" büyük yara alır!. Uygulamayı takip edecek ve göreceğiz bakalım ne yapılmak isteniyor?. Keyifle okuduklarım!.. Spor basınımızda, özellikle futbol yorumculuğunda yazılarını görüşlerine katılsam da, katılmasam da "keyifle ve zevkle okuduğum" uzun yılların spor yazarları ve yorumcuları var; "eski" göz ağrılarım!.. Ben onları biliyorum, onlar beni biliyor ve "onların kimler olduklarını" da okuyucularım sanıyorum, bunca yılın yazıları içinde görmüş ve anlamışlardır, isimlerini burada saymayacağım!. "Yeniler" içinde ise... "Futbola, maçlara, teknik adamlara ve futbolculara" çok değişik ve çok yönlü bakmaları sebebiyle yazılarını "dikkatle" ve hatta "birkaç defa okuduklarım" var!.. Kim bunlar? İlk aklıma gelenler sevgili Ömer Ural... O da artık yavaş yavaş "eskiler" grubuna giriyor ama, yazılarındaki heyecan, coşku değişmedi; "statükoya kendini hiç kaptırmadı!." Ardından "Gökmen Özdenak" ve "Ferdi Leflef" geldi! Sevgili Gökmen'deki "yorumculuk sıçramasını" hayranlıkla izliyorum ve yazılarını bir solukta okuyorum. Sadece "maç analizleri" değil, futbola, spora bakış açısı da "eski" çok spor yazarına ve yorumcuya örnek olacak cinsten!.. Son yazdığı "Futbolumuz sömürülüyor" başlıklı yazı, "skordan, galibiyetten ve puandan başka gözü hiçbir şey görmeyen" sözüm ona "spor (!)" yazarlarına "ders olarak okutulması" gereken cinsten!.. Tıpkı Ferdi Leflef'in "Beşiktaş 4-4-2 oynadı da, Lazio'dan maçın başında o kolay golleri yedi" bilgiçliğine ve kandırmacasına, "o golleri analiz ederek" verdiği çok açık cevap gibi!.. Leflef "bunu her zaman yapıyor" ve anlı-şanlı futbol ûlemamızı da fena halde "mahcûp ediyor!." Devam sevgili dostlar, devam... Futbol yorumculuğunun, sayfalarımızın ve ekranlarımızın, spor ve futbolseverler ile birlikte sizlere ihtiyacı var!.. İyi oynayacaklar!.. İngiltere maçına "günler" kaldı!. Kiminle konuşsam, "içerdekiler formsuz ve yorgun, Allah'tan dışardan gelecekler formda, yoksa İngiltere'yi yenemeyiz" diyor. Görüntü bu ve yorumlar doğru!.. Ancak unutmamamız gereken bir şey var; "Türk futbolcusu" bu maçı kazanırsa ne olacağını çok iyi biliyor!. Bugüne kadar "gol atamadığımız" İngiltere'yi tarihimizde "ilk defa" yenmiş olacağız ve "Avrupa Kupası Finallerine adımızı yazdıracağız!." Bunun deyim yerinde ise "tarih yazmak" olduğunun farkındalar!. Farkında olarak sahaya çıkacaklar ve "dışardakiler-içerdekiler" demeden gereğini yapacaklar!. "Bir maçlık konsantrasyon ve form"; işte bütün mesele!.. Kimde yorgunluk kalır? Kimde formsuzluk kalır? "İngiltere iyi değil" yorumuna katılmıyorum; İngiltere İngiltere'dir!. Biz de biziz!.. İngiltere iyi; biz daha iyiyiz!. "Böyle" maçlar "takımdı, tertipti,taktikti" tartışmalarını "ikinci plâna düşüren" karşılaşmalardır; "böyle" 90 dakikalarda "beyinler" ve "ayaklar" kadar "yürekler" oynar!. İnanıyorum ki, bizde de "İngiltere'ye yetecek" yürek var; hem de çok!. Güldürmeyin beni!... Bir Galatasaraylı dostumun elinde gördüm Galatasaray Dergisini!.. Baktım, beğendim, "nasıl alıyorsun" diye sordum, "aboneyim" dedi.. "Nasıl oldun?" dedim, dedi ki: "www.galatasaray.org. sitesine gireceksin, oraya üye olacaksın, Galatasaray'ın bütün ürünlerine internet ile erişme imkânın olacak!." Eve geldiğimde, bilgisayarın başına geçtim, siteyi buldum; "üye olmak için" ekrandaki formu doldurup, tıklattım. Hemen "Sayın Uluç, üyeliğe kabul edildiğiniz e-mail yoluyla en kısa zamanda size bildirilecektir" gibilerden bir cevap geldi!.. Aradan nerede ise "iki ay geçti", ne cevap var, ne bir şey!.. Diyelim ki, "Öcal Uluç'u, yönetimi ve başkanı ağır şekilde eleştiriyor" diye "site üyeliğine kabul etmediniz", Galatasaray'ın "Avrupalılığı ve nezaketi" olumsuz da olsa "vereceğiz" dediğiniz cevabı vermenizi gerektirmez mi? Ondan da öte ve daha önemlisi: Hafta içinde "başkan" Özhan Canaydın bir açıklama yaptı ve "Barcelona'yı örnek alıp, 100 gönüldaş üyesi yapacağız, altın ve gümüş kartlar vereceğiz, her karttan şu kadar euro alacağız ve dergimize abone yapacağız" dedi. Kahkahalarla güldüm; "kendi gelen balığı yakalayamayanlar", Avrupalarda, Anadolularda "100 balık yakalama iddiasında!.." Hadi canım siz de!.. Farkı farkedin!.. Hidayet Türkoğlu'nu "Egoist, kendine oynuyor" diye eleştirdiğim zaman, çok okuyucumdan, bu arada milli takım teknik direktörü Aydın Örs'ten de eleştiri almıştım. İşte NBA'deki durumu görüyoruz!. "Çaylak" Mehmet Okur neler yapıyor, Hidayet ne yapıyor? Mehmet Okur, NBA'de "çok daha iyi yerlere gelecek" ve "hatırlananlar" arasına girecek!.. Hidayet ise "daha şimdiden", tabii kafasını değiştirmezse, "unutulanlar" galerisinde yerini almaya hazır!.. Çok çok Mirsad gibi "Avrupa'ya döner" bir süre oynar, sonra da Türkiye'de "dizilerde, reklamlarla, komedi filmlerinde oynamak üzere" teklifler alır; işte o kadar!.. Mehmet ile Hidayet farkı, "sporun hiç unutulmaması gereken" bir gerçeğini ortaya koyuyor: "Takım oyununda en büyük yıldızlar bile arkadaşlarına muhtaçtır!." Hiç kimse bu gerçeği unutmamalı!.. Hele hele Hasan Şaş'lar, İlhan Mansız'lar hiç!.. Lâfını bileceksin!.. Ali Şen'in, Fenerbahçe başkanlığı sırasında "herkese tepeden bakan", agresif konuşmaları ve tavırları, ülkenin her tarafında "Fenerbahçeliler hariç", Fenerbahçe'ye karşı "sert bir havanın esmesine sebep olmuş" ve bu tutumda ısrar edilince, "bu hava" yerleşip kalmıştı!. Ardından "aynı hataya" başkan ve yönetimlerin önüne geçerek "Galatasaray'ı temsil etmeye başlayan" Fatih Terim düşmüştü ve "uluslararası onca büyük başarılara rağmen", bir zamanlar "onu koyacak yer bulamayan" medya dahi "bu tutumu hiç sevmediğini, hatta Terim'e antipati beslemeye bile başladığını" ortaya koymuştu; kimse itiraz etmesin, bu antipati bugün de devam ediyor!. Fenerbahçe - Galatasaray çekişmesinde ve atışmasında inilen seviye düşüklüğüne karşılık, "çıtayı yüksek tutan" ve Süleyman Seba gibi "bir başkana sahip olan" Beşiktaş'a Türkiye genelinde "sempati ile bakılmasının yaygınlaşması" da bu döneme rastlamıştı!. Ne var ki, "Sinan Engin" adındaki menajer, Beşiktaş'ın "bu görüntüsünü bozmak için" göreve geldiğinden beri elinden geleni ardına koymuyor!. Son yaptığı gaf ve kırdığı pot işin tuzu biberi oldu!. "Bize oynadıkları oyunu, bize karşı yaptıkları mücadeleyi, Galatasaray'a karşı oynamıyor, yapmıyorlar" sözünün "ne anlama geldiğini" ve Anadolu'da "nasıl bir kalıcı tepki doğuracağını" düşünmeden ve tartmadan söyleyecek kadar ileri giden bu "eski" futbolcunun hedefi nedir? Neden Beşiktaş yönetimi, Sinan Engin'e "Sen işine bak, diğer kulüplerle ilgili konuşmaları da bize bırak, yetkini ve haddini aşma" demiyor, diyemiyor? Bu sözlerin anlamı, "Anlaşmalı maçlar oynanıyor, şike yapılıyor, teşvik primleri dağıtılıyor" değilse, nedir? 3-4 gün sonra Yıldırım Demirören'in söylediğine bakınız ve yöneticinin "seviyesi" ile "menajerin seviyesini" mukayese ediniz: "Keşke bir maç yenilseydik ve yenilmezlik unvanını kaybetseydik. Rakiplerimizin futbolcuları bizi yenen ilk takım olmak için olağanüstü çaba harcıyor!." Bilmem ki, Engin, Demirören'den hak ettiği dersi aldı mı?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.