Koca TRT'nin onca imkânı içinde "Futbol Programı" olarak pazar geceleri ekrana getirdiği "Stadyum", yıllardır İstanbul "özel" TV'lerinde "benzerleri" olan "taklit" bir program!.. Elbette, "taklit" olduğu için de, "asıllarının gerisinde" kalıyor!. "Çok yavaş" tempoda, izleyiciyi sarmadan devam edip gidiyor!. Ne Faik Çetiner, Şansal Büyüka'nın sempatikliğini ve sıcaklığını, ne de "değişen" hakem ve maç yorumcuları Erman Toroğlu'nun "konuya hakimiyetini ve etkileyiciliğini" yakalayabiliyor; böyle olunca da izleyici zaman zaman boş veriyor; zaplıyor!.. "Rakipsizliğin", her imkâna sahip bulunmanın, yayıncı kuruluşun stratejik ortağı olmanın bütün avantajları elinde... Ama TRT ne yapıyor? Bakınız, ne yapıldığını, sevgili Kemal Belgin'in "Alex'e endeksli tuhaf basın" başlıklı şu satırlarını okuduktan sonra tartışalım: "Günümüz spor medyasının stratejisi önce Fenerbahçe'yi, sonra da orada bir isim varsa onu yağlamaktır..." Stadyum'da "geçen pazar gecesi" ne yapıldı? Her gazetede ve TV'de "o güne kadar" onlarca benzeri çıkan bir "Hooijdong-Alex röportajı" yüzünden, "verilen - verilmeyen" ve Bülent Yavuz'un "eğitim için" diyerek analiz ettiği "sarı kart görüntüleri" yüzünden, o gece oynanan Galatasaray-Rizespor maçındaki "Rize'nin ofsayt görüntülü" golü ile Galatasaray'ın "ofsayt gerekçesiyle sayılmayan golü" ve "İbrahim Akın'ın formasının çekilmesindeki 'penaltı' analizine benzer" bir görüntü verecek olan "Hakan Şükür'ün formasından çekilerek düşürülüşü görüntüsü" güme gitti; zaman yetmedi; "Tamam, bitti!.." Zaten Stadyum'u başladığından geçen haftakine kadar tartın, biçin; Kemal Belgin'in "tuhaf basın" diye nitelendirdiği zihniyetin "nasıl TRT ekranına taşındığını" göreceksiniz!. Yani, "Yan Saha'dakileri" bir yana bıraktım; Stadyum'un sahibi yapılan "Üç Büyükler" arasında bile "tarafsız olunamamış!." Ya işin gazetecilik, habercilik yanı?? Nerede "sedye ile sahayı terk eden" ve "hastaneye kaldırılan" futbolcularla ilgili gelişmelerin haberi?.. Stadyum'un sahipleri bilmelidir ki; "sarı kart, ofsayt ve hakem yanlışları eğitimi" pazar geceleri yapılmaz, yapılamaz!. Yıllarca "bu işe karşı çıkan" Bülent Yavuz'un "hakemleri eleştirmek için değil, eğitmek için" bahanelerine de herkesin karnı tok!. TRT "böyle" yaparsa, elbette özel TV'lerdeki Erman Toroğlu'lara, Ahmet Çakar'lara kimselerin bir şey diyeceği kalır mı?. Bomboş, "fi tarihindeki spor olaylarıyla günü ve geceyi geçiren" bir TRT 3 kanalı var!. Pazartesileri "orada" yaparsınız bir "eğitim" programı, "Erman Toroğlu'nun ve Ahmet Çakar'ın pozisyonlar için kendi programlarında pozisyonlar için neler söylediklerini getirirsiniz ekrana" ve programa üç de eski hakem hocasını koyarsınız, onlar da yorumlarlar ve "ortaya hem bir eğitim programı çıkar"; hem de "bir anda karar verme durumunda olan hakem" ile, "ileri al, geri ver, yavaş oynat, hızlı oynat" emirleriyle 3'er, 5'er dakika incelendikten sonra "verilen kararlarda" hakem hocalarının bile nasıl birbirine ters düştüğü ortaya çıkar; bu da seyirci için bir başka "psikolojik eğitim" olur ve tribünler "hakemlere daha müsamahalı bakmaya başlar!." Ama... Bunları düşünecek, bunları yapacak kadrolar nerede? "Ver üç büyüklerin maçlarını"; al yanına iki kişi, konuş Allah konuş, ekranı kahvehaneye çevir, iş bitsin!.. Hele hele, TRT ekranındaki Lig TV'ye "yorumcu" diye Tanju Çolak'ı çıkarmak için acaba çok mu düşünüldü ve araştırıldı? Halbuki "çok basit" fırça darbeleriyle TRT'de çok değişik bir program yapılabilirdi. Mesela "maç görüntülerinin önüne takımların kadrolarını, maç sonlarına maçla ilgili istatistikleri koymak" ve "izleyiciyi bilgilendirmek" gibi basit ama "gerçekçi" formülleri bile düşünen olmamış!. Hakem hataları yerine, "oyuncuların güzel hareketleri ya da hataları" gösterilmiyor; konuşulmuyor!. Halbuki futbolu oynayanlar, maçı oynayanlar, sonucu asıl tayin edenler onlar!. Dünya, Avrupa nerede, TRT'de sporu yönetenler nerede? Yazık, hem de çok yazık!. Lokum gibi kura!.. Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi'-nde "düşebileceği en iyi gruba düştü!." Tam anlamıyla "lokum gibi" bir kura!.. "Bu grupta da bir şey yapamazsa", artık Fenerbahçe için de, "göklere çıkardığımız" Alex'ler, Hooijdonk'lar için de "alkışlanacak" çok şey kalmaz; oynasınlar "annelerimizin liginde!.." Gerçi "rakiplerimizin medyasında" da hemen "Türk lokumu" esprileri başladı ama, biz diyoruz ki; "Bu defa Türk Lokumu diş kıracak!." "Lokum gibi kura" dememizin de sebebi bu!. Daum ve talebeleri, "Fenerbahçe'nin de, Türk futbolunun da ne olduğunu" göstermek zorundalar!. Nereye kadar? Gönlümüzde yatan; "işte oraya kadar!." Yani, İstanbul'da Olimpiyat stadı'nda oynanacak finale kadar!.. Olur mu; zor!.. Ama hayali bile güzel!.. Trabzonspor'un acısı!.. Sporumuzdaki "final sendromu!.." Futbolcularımızdaki "nasıl olsa eledik" motivasyonsuzluğu!.. Teknik direktörlerimizdeki "yanlış değerlendirmeler" ve sahaya sürülen yanlış taktik ve tertipler!.. Şanssızlık... Hava ve saha şartlarının kötülüğü.. Hakem... Teknik Direktörün, mevsim başından beri feryat ettiği; "kadro eksikliği ve kaliteli oyuncu azlığı!.." Hepsi bir araya geldi ve Trabzonspor "beklenmedik" şekilde, Şampiyonlar Ligi'nin ardına kadar açılmış kapısından döndü; yazık oldu!. Maddi kayıp çok büyük!.. Manevi kayıp daha büyük!.. "Bu", onlara ve bütün kulüplerimize ders olsun!. Çok şeye takıldım da, iki şeye iyice takıldım!. Bir; Ziya Hoca maçtan sonra "saha ve hava kötüydü, futbolumuzu oynayamadık" demiş!. Bilmem ki, maç Trabzon'da değil de, "Rusya'nın karlı ve donmuş steplerinde mi oynandı da, bizim futbolcular oynayamadı, rakiplerimiz oynadı?" İki; maçtan sonra Gökdeniz'e yapılanlar vicdansızca ve insafsızcaydı!. Yooo!.. Kimse çıkıp da "birkaç kendini bilmezin işi" demesin; Trabzon'da bu kaçıncı olay? Karadeniz'in "mert" insanına yakışıyor mu; yazıklar olsun!. Yapılan iş yasal mı? Futbol Federasyonu, "bir talimat çıkarıp" yayınlayarak, gözlemcileri Merkez Hakem Komitesi'nden ayırdı ve Ömer Üründül başkanlığında "bir komite kurarak", o komiteye teslim etti!.. Amma... Bakınız Futbol Federasyonu Kanunu ne diyor: "Madde 16- Futbol takımı bulunan kulüplerin yapacakları resmi ve özel futbol müsabakalarının yönetimini ve bu müsabakalarla ilgili futbol oyun kuralları açısından teknik anlaşmazlıkların çözümlenmesini, il ve ilçe hakem kurullarının kurulmasını, hakemlerin, gözlemcilerin eğitilmesini, bunların klâsmanlara ayrılmasını, yükselme ve düşme şartları ile statü ve talimatlarda belirtilen diğer görevleri yapar." Neymiş; "...Gözlemcilerin eğitilmesini, klâsmanlara ayrılmasını, yükselme ve düşme şartlarını Merkez Hakem Komitesi yaparmış!.." "Kanuna aykırı olan bir talimatla", bu yetki ve görevlerin "Ömer Üründül komitesine devri" mümkün mü? Bir hukukçu olan başkan Levent Bıçakçı "bir açıklama yapsa" da öğrensek!. Yarın "bazı gözlemciler" hukuk yolunu açarak, "Ömer Üründül Komitesi'nin yasaya uymayan işler yaptığını, yasanın vermediği yetkileri", "alel acele çıkarılan bir talimat mucibince kullandığını" öne sürerlerse ne olacak? Buyurun cenaze namazına!.. Yazıktır ve ayıptır!. Bunca yıl Türk futboluna hizmet etmiş, binlerce, evet binlerce futbolcu yetiştirmiş, Türk futbolunda eğitim ve alt yapı konularında bir ömür harcamış, onlarca kitap yazmış, yığınla seminer tertiplemiş, yönetmiş bir insana yaptığımıza bakın!. "Çirkin dedikodular" ve "gerçeğe dayanmayan" rakamlarla "karalanmak istenen" Gündüz Tekin Onay'ı, "askerden teskere aldıktan sonra", elinden tutup zamanın Federasyon başkanı Orhan Şeref Apak'a götürdüğümden ve onun da "idari kadro vererek" Gündüz Tekin Onay'ı "genç milli takım antrenörü yapmasından beri" tanıyorum!. Çok hatası olmuştur, çok eleştirilecek yanı vardır, zaman zaman ben de "onu ağır şekilde eleştirmişimdir"; ama "bunca hizmetten sonra", böylesine iz'ansızca ve insafsızca, hatta "vicdanlar masa çekmecesinde unutularak" uydurulan haberler ve bu haberler üzerine yapılan yorumlar için bilmem ki ne söyleyeyim? Bıraktım "büyük kulüpleri", bugün çok birinci, hatta ikinci lig kulübünde "ödenen ücretlerle karşılaştırılabilecek rakamlar için" yaygara koparanlar, yorumlar yapanlar, kendi gazetelerinde ya da TV'lerinde "kimlerin", hem de "dolar bazında" neler aldıklarını nasıl unutuyorlar? "Benim fakir memleketim" edebiyatını yapanlar, "başkanım" dediklerinin her yıl transfer aylarında "doğru dürüst beş maç oynamayan futbolcular için çöpe attığı" milyonlarca doların hesabını sormazken, "futbol dünyamızda normal sayılan ücretler için" Gündüz Tekin Onay'lara ve benzerlerine çamur atmaya kalkmalarındaki "tartının ölçüsü" ne ola ki? Üzme kendini sevgili Gündüz Hoca; "bizleri tanıdığın için" üzme!.. Eğer "doğru" iseler, "yeni federasyon kurulana kadar" neden yazılmadı bu iddialar? Hoş geldin Levent Bıçakçı; "giderken" bakalım senin ve arkadaşların için neler yazılacak? Olimpiyad'ın verdiği işaret!.. Bir defa "olimpiyada sporcu gönderemeyen" federasyonlar değişmeli!.. Olimpiyada sporcu gönderenlerin içinde de, "halter hariç" görev başında kalması gereken federasyon yok!. Vizyonu olmayan, "vizyonu olup da heyecanı olmayan" federasyon başkanları ve heyetleriyle Türk sporu "Atina'nın ötesine bir arpa boyu" gidemez!. Bir örnek vereyim: Hamza Yerlikaya gibi iki olimpiyat, bunca dünya ve Avrupa Şampiyonluğu madalyası taşıyan bir güreşçiye "berabere giden maçların en kritik durağı olan", tıpkı "futbolda uzatmadan sonraki penaltı atışları" gibi bir anahtar hâline gelen "salto bağlamayı" öğretemeyen antrenörlerle, onlarla çalışmaya devam eden federasyonlarla Türk güreşi nereye kadar gider? 3-5 atleti ve antrenörünü idare edemeyen, ipleri elinden kaçıran, Türkiye'de "atletizm yazan" 4-5 spor yazarı ve "atletizm yorumcusunu" karşısına almak için elinden geleni ardına koymayan ve onlarla adeta harp eden bir federasyon başkanı ile, Türk atletizmi "olimpiyad öncesi ve sırasında" yaşadıklarından başka ne yaşayabilir? "Vizyonu olup, heyecanını kaybeden" federasyonlara, boks örnektir, okçuluk örnektir!. Mehmet Ali Şahin - Mehmet Atalay ikilisi, eğer 2008 olimpiyadından "bir şeyler bekliyorlarsa", hemen federasyonlara el atmalı ve "vizyonu, heyecanı, bilgisi, yeteneği olan" genç başkanlarla ve kadrolarla yollarına devam etmelidirler!. Yoksa, gelecek başarısızlığın "bu defa" asıl sorumlusu "kendileri" olacaktır!.