Müthiş... Bu oyuna, bu sonuca ancak şapka çıkarılır ve selamlanır!.. "Yeni başkan" Trabzon'u, "yeni teknik direktör" Trabzonspor'u "sosyal alanda da, idari alanda da, sportif alanda da, sahada da, tribünde de üstelik çok değil yarım sezonluk bir zamanda büyüttü" ve Türkiye Kupası Finali'nde "açıkça görüldü" ki "zirve kenti, zirve kulübü ve zirve takımı hâline getirdi!" Trabzonspor'un "uzaktan kumandalı" bir sistemden, "Trabzon'dan yönetilir" bir sisteme geçişi ve sonrasında "birlik ve beraberliği sağlayacak" bir başkanı buluşu, nihayet Ziya Doğan gibi bir hocanın "iş başına getirilişi", yıllardan beri uyuyan devi uyandırdı; İstanbul'un Üç Büyükleri "artık" sahada da, masa başında da, tribünde de "yalnız değil!.." Zaten, TV'lerin spor ekranlarında, gazetelerin spor sayfalarında "kıyamet de biraz bundan kopuyor" ve korku dağları bekliyor!.. Yıllardır Üç Büyüklerin başkan ve yöneticilerinin "ağızlarının abone olduğu sözlerin" sadece birini "bir defacık" söyledi diye, Trabzonspor Başkanı için "söylemediklerini, yazmadıklarını bırakmayanların" hiç mi yüzleri kızarmıyor? "İstanbul'un göbeğinde sahaya inip, hakeme saldıranlar" sebebiyle "İstanbul'un büyüğü sadece para cezası aldığı zaman susanlar", şimdi "Trabzonspor'un sahası neden kapatılmadı" diye bar bar bağırıyorlar... "Tahrik edici hareketleri" sebebiyle TV'lere, gazetelere haber olmayı sevmiş bir futbolcu yüzünden meydana gelen olayda kimseye fiske bile vurulmamış; olsun... Fırsat bu fırsattır; hem Trabzon'u, hem de federasyonu yiyelim!.. Yiyebilirseniz yiyin de, önce "Bu takıma, bu hocaya, oynadığı futbola ve aldığı kupaya saygı gösterin, şapka çıkarın, selamlayın!" Trabzonspor'un, bir tur önce, "şampiyonluğun en güçlü adayı" Fenerbahçe'yi "perişan eden" Gençlerbirliği'ni, Olimpiyat Stadı'nda "evire çevire nasıl yendiğini" hepimiz gördük!.. Ziya Hoca'nın, "Milli Takım'ın yeni hocası" Ersun Yanal'ı nasıl mat ettiğini de seyrettik!.. Trabzonspor "kötü oynadığı" dakikalarda bile "bir takımdı!" Gençlerbirliği "iyi oynadığı sanılan" dakikalarda bile "takım olamadı!" Ziya Hoca, "presten ve vücut vücuda mücadeleden yılan" Skoko ve Youla'yı devre dışı bırakır ve Ali Tandoğan'ın önünü tıkarsa, Gençlerbirliği'ni "acemi çocuklar takımına dönüştüreceğini" iyi biliyordu, başardı!.. Rakibine, orta alandan, santradan, hatta santranın da gerisinden "Trabzonspor kalesine" ancak havadan şişirme toplar atmasına müsaade edecek bir futbol tuzağı kurmuştu, Gençlerbirliği bu tuzağa düştü; 90 dakika sahada görünmeyen (Ersun Hoca ona nasıl tahammül etti, anlayamadım) Mustafa Özkan ile "püf" deyince dengesini de, topları da kaybeden Youla'nın bu "sayısını şaşırdığım" şişirme toplarla yapacağı hiçbir şey yoktu ve Gençlerbirliği nerede ise "gol pozisyonuna giremeden" kupa finalini bitirdi!. Ve daha da önemlisi, Ersun Hoca, Fatih Tekke'nin sakat olduğu bir dönemde, adeta "tek başına kalan" bir Gökdeniz'le baş edemedi; "takımının topla oynamada rakibine açık üstünlük sağladığı" bir maçta mat oldu!. Maçtaki "tempolu, hırslı ve dişe diş, göze göz mücadele", haftalardır yapılan "onlar ligde öyle yapacak, bunlar kupada böyle yapacak" şeklindeki "çirkin" dedikodulara da "müthiş" bir cevap oldu ve tokat "dedikoduları üretenlerin" yüzlerinde "şaakk" diye patladı!.. Doğrusu maçtan önce, "Trabzonspor'un ligdeki mücadelesi ve stresi sebebiyle" Gençlerbirliği'nin kazanacağını düşünüyordum; ama Ziya Hoca ve talebeleri, beni de, benim gibi düşünenleri de mahcûp ettiler!. Gençlerbirliği'nin "bükemedikleri eli sıkmasını bile beceremeyen" futbolcularının yaptıkları çirkin hareketlere, Trabzonsporlular'ın da zaman zaman katılması, hele hele Gökdeniz gibi "tecrübeli" bir yıldızın, "kendini kaybetmesi", UEFA temsilcilerinin önünde hiç de hoş olmadı! İki taraf futbolcularının bazıları, "Kupa finalinde kırmızı kart çıkartmamak için" sonuna kadar direnen bir hakemin müsamahası içinde sahada kaldı; ama Youla "herşeyi ile artık bitmiş ve kupası gitmiş" bir maçta, "Beni ille de at" deyince, böyle "hoşgörülü" bir hakemin bile yapacağı bir şey kalmamıştı; "Attım" dedi ve sahada "futbol olarak biten" kupa finalistinin "fair play" olarak da yüzünü kızarttı! Aslında, "yüzleri kızarması gerekenlerin başında..." Yooo... "Bu stadı, bu rüzgârlı bayıra yapanlar..." diyeceğimi sanmayın; onu çok yazdım, çizdim... Benim yazmak istediğim; "Türkiye Kupası finalini naklen yayınlayıp da, tüm gelenekleri paspas edip, seyircisine, emeğe, kupaya, spora, futbola en büyük saygısızlığı yaparak kupa merasimini vermeyen ve yıllardır süren bir diziye geçiverenler!.." Böyle bir rezalet, Uganda'da, Patagonya'da bile olmaz!.. Milyonlarca futbolsever, milyonlarca Trabzonlu ekran başında dondu kaldı!.. Bir kupa finalinin "en seyre değer zamanı" kupa merasimidir; bir mevsim dökülen terlerin "kupa olup" takım kaptanının ellerinde yükseldiği, tribünlerde meşalelerin yandığı, o büyük mutluluğun yaşandığı andır!.. TV seyircisine "bu keyfi çok görenler" için, çok şey yazmak isterdim ama, "hem aile terbiyem, hem de meslek ilkelerim" buna engel oldu!.. İyi ki de oldu; yoksa mahkemelere bile düşmem mümkündü!.. Belki, genç olsaydım, bunu da göze alırdım ama, "bu zihniyetteki insanlar için, bu yaşta adliye koridorlarına düşmeye değmez!.."