Fenerbahçe, "en kötü zamanında bile Galatasaray'ı yenerek kendine gelen takım" olmanın morali içinde, "sahada ne yaptığını bilen ve ona göre oynayan, 90 dakika yapabileceğinin azamisini yapabilen" bir ekip olduğunu "gene" gösterdi ve "o takımı yöneten" hocası ile "haklı" bir galibiyet aldı; tebrikler!.. Galatasaray, "saha kenarında" onu yönetecek hocası, "saha içinde" takımı çekip çevirecek "kaptanı" olmadığı için, Fenerbahçe karşısında "gene" evet gene "çantadaki keklik" rolüne soyundu; Ümit gibi, Ayhan gibi, Sabri gibi, Arda gibi "futbol disiplinin, f'si olmayan", ondan öteye bu kaçıncı defa "utanç verici" bir tablo içinde, "Galatasaray'a yakışır bir şekilde mağlubiyeti karşılama terbiyesinden bile mahrum" birçok oyuncuya sahip olduğunu gösterdi ve "hak ettiği" bir yenilgi daha aldı. Ümit bitik, Kewell bitik, Arda bitik, Baros bitik, Nonda bitik; neden?.. "Sabır" tavsiye edenlere, işte gerçek: Galatasaray 10 maçta "23 gol atıp, 15 gol yedi"; ilk 7 maçta 18 gol atan takım, son 3 maçta 5 gol çıkarabildi; gol ortalaması 2.57'den, 1.66'ya düştü; yenilen gol istatistiği de ortada; ilk 7 maçta 6 gol, son 3 maçta 9 gol; maç başına ortalama 0.857'den, 3'e yükseldi (!); yani, "sabrın sonu selâmet" yerine "rezalet!.." Sabredin, sabredin; "Şampiyonlar Ligi şansı ile beraber 15 milyon euroyu da uçuran", şimdi de "4'er 4'er yiyen" bir takım haline getirdiği Galatasaray'ın "Süper Lig şampiyonluk şansını da uçurmak üzere olan" bir Hoca'ya sabredin bakalım, daha neler olacak?.. "Şimdilik" burada nokta ve "geçelim" bir başka konuya: Metin Tokat hariç (kutlarım), "hakem yorumcularımız" Hüseyin Göçek'i öve öve bitiremedi!.. Sevgili Mustafa Çulcu hatta "8.3 not" verdi. Şöyle yazarak: "İKİN-Cİ SA-RI-LAR ÇIK-MA-DI: Lin-coln - Sel-çuk fa-ul-le-rin-de doğ-ru ka-rar-lar ve-re-me-di. Lin-coln'e kart is-te-ğin-den gös-ter-di-ği sa-rı doğ-ru. Da-ha son-ra ha-ke-mi al-dat-ma-yı de-ne-di. İkin-ci sa-rı-nın çık-ma-sı ge-re-kir-di. Ser-vet - Güi-za fa-ul-le-ri de Hü-se-yin Gö-çek'i zor-la-dı. Sel-çuk'a da, sa-rı-sı var-ken Lin-coln'e yap-tı-ğı ha-re-ket-ten ikin-ci sa-rı çık-ma-lıy-dı." "NET PE-NAL-TIY-DI: 37.da-ki-ka-da Sab-ri sağ-dan or-ta-la-dı. Sel-çuk, Ümit Ka-ran'ın al-tı-na gir-di. Net bir pe-nal-tı." "BA-RA-JI AÇ-TI-RA-MA-DI: 72'de G.Sa-ray'ın ka-zan-dı-ğı ser-best atış-ta ba-ra-jı ye-te-rin-ce aç-tır-ta-ma-dı." Soruyorum: "İkinci sarılar çıkmayınca, 10 kişi kalacak takım, 10 kişi kalmadı"; bu durum "maçın sonucuna doğrudan etki etmez mi?.." "Net penaltıyı vermemek"; bu karar "maçın sonucuna doğrudan etki değil mi?.." Çulcu'nun yazmadığı da var; "Deivid'in Ümit Karan'ı, arkasına dolanıp 6 pas üzerinde attığı bel kündesi ile altına alışı" ne oluyor; "maçın sonucuna doğrudan etki edecek" bir penaltı pozisyonu değil mi?.. "Bunca" hem de "maç sonucuna etki edecek" düdükleri çalamayan hakem, üstelik "hele maçın ikinci yarısında" oyunun inisiyatifini tamamen kaybettiğini gösterecek şekilde, "dibine kadar gelip" kendisine de, hem de el-kol hareketlerle takviyeli olarak, bu arada "yardımcı hakemleri de unutmayıp" iltifat eden "kaç futbolcuyu" göremedi, duyamadı, sesini sedasını çıkaramadı, "idare (!) etti"; maçın kasetinde duruyor; seyredin, sayın!.. "Bu hakem" övülürse, vah Türk futboluna; eğer "o iki penaltı, Fenerbahçe'nin verilmeyen penaltısı olsaydı" ve de "Fenerbahçe maçı kaybetseydi"; maçın bitiminden sonra "futbol dünyamızda ve spor medyamızda neler olurdu", bir düşünün!?..