Canaydın... Cansun... Terim... Galatasaray Genel Kurulu'nda "sandığa girecek oylarda birinci derecede etkili olacak" üç kişi var ve zaten haftalardır "kulislerde" bu üç kişinin adı dolaşıyor; Başkan Özhan Canaydın... Eski başkan Mehmet Cansun... Ve de "istifa eden" ve "istifası kabul edilen" teknik direktör Fatih Terim... Listenin tersinden başlayalım: Fatih Terim, "geç kalan" istifa olayının sonrasında "güven" sözcükleriyle başlayan "yarım yamalak" açıklamalarıyla, "bunca başarısızlığa rağmen" Villarreal maçı sonrasında altını çiziyorum "Başkan'ı ile görüşmeden" gazetecilerin önüne çıkıp "istifa edeceği" mesajını verdiği basın toplantısına kadar onu savunan ve arkasında duran Başkan Özhan Canaydın'ı "vefasız" durumuna düşürmüş ve "bu tablo", Canaydın'ın "istifayı kabul etmekte ne kadar haklı olduğunu" göstermiştir!. Onun Canaydın'a yaptığı vefasızlığı, mesela bir Bülent, bir Hakan Ünsal, bir Arif "ona yapmamışlar"; susup oturmuşlardır!. Okuyucularım bilirler, "şampiyon hoca" Lucescu'nun yerine Terim'in getirilmesini destekleyenlerden ve "böyle yapılmalıydı" diyenlerdendim... Uzun süre de "yazdıklarımın ve sözlerimin arkasında durdum!." Ne var ki Terim, inanılmayacak kadar "başarısız", zigzaglarla dolu, sözleriyle yaptıkları, hatta sözleriyle sözleri ve yaptıklarıyla yaptıkları birbirini tutmayan, "çok dengesiz" iki sezon geçirdi; transferlerden, takım taktik ve tertiplerine, disiplin uygulamalarına kadar!.. Ondan ümidimi "tamamen kesişim" Galatasaray'da "gece kuşları" olarak ünlenen ve "özellikle" bu sezon takıma fayda yerine zarar verenlerle ilgili tutumu idi. "Değişim... Değişim..." derken, bu futbolcularla ilgili "Galatasaray'ın ilke ve geleneklerini", bu arada da "kendi sözlerini ve disiplin anlayışını" ayaklar altına alan çelişkili karar ve uygulamalarından sonra inandım ki, Terim'in artık Galatasaray'a "zarardan başka" vereceği hiçbir şey kalmamıştı!. İşte "resmen" açıklandı; "iki yılda" Galatasaray, Terim'in "tam yetkili" olduğu transfere "50 milyon doların üzerinde para harcamıştı" ama ortada ne takım vardı, ne de futbol!.. Benim de dahil olduğum 3-5 kişilik bir spor yazarı ve yorumcu grubu hariç, büyük çoğunluk yaptıkları için Fatih Terim'i yerden yere vurmuyor muydu, zaman zaman bizler de bu eleştirilere "en sert şekilde" katılmıyor mu idik? "Böyle" bir teknik adamı, bir başkanın "artık" takımın başında tutmaya devam etmesi mümkün müydü? "Tutması halinde" yerden yere vurulması gereken Canaydın, bakıyorum "tutmadığı için" yerden yere vuruluyor; olacak şey mi? İnsan "bunca başarısız bir insanı", babasından miras kalan kendi malının başında bile tutamaz, kaldı ki milyonların takımının başında! Geliyoruz Mehmet Cansun'a... Galatasaray Kulübü genel kurul üyeleri, "başkan olarak" herkese oy verebilirler ama, Mehmet Cansun'a verecekleri "tek oy bile" yanlıştır, hatadır ve "dünü unutmaktır!." Galatasaray'ın "mâli olarak batırılışının iki büyük kahramanından biridir" Cansun!.. Neler yaptıklarını "bin defa yazdığım için" burada tekrarlamayacağım; şimdi "stat masalları" söylüyor, yıllarca Süren'le beraber bu masalları söyleyip durdular ve "uygulanması mümkün olmayan" projelere milyonlarca dolar döktüler, hem de bankalardan "yüksek faizlerle borç alarak!." Gene "bankalardan yüksek faizlerle borçlanılarak" sadece Jardel, Serkan ve Bülent Akın'ın bonservislerine ödedikleri para, neredeyse, onlara ödenenlerle beraber "iki yılda Canaydın - Terim ikilisinin bütün transfere harcadığı para kadar!." Gülen yüzünden ve TV'lerde bile "ağzından eksik etmediği" kocaman purosundan başka Mehmet Cansun'un "oy verilecek" nesi vardır? Canaydın yönetimine bıraktığı "2500'den fazla kişi ve kurumluk" icralarla, hacizlerle dolu "alacaklılar listesini" de saymazsak, hemen hemen başka bir şeyi yok!. Galatasaray tarihinin sportif açıdan en başarısız başkanlarının başında gelen Özhan Canaydın'ın ise "başka" önemli hataları da var; verdiği sözleri tutamadı, stad işini yüzüne gözüne bulaştırdı ve "Dünya takımı ve üç büyük yıldız" vaad ve hayalleriyle oy aldığı halde, camiaya da, taraftarlara da "ıstırap ve işkence dönemi" yaşattı!. Bütün bunlara rağmen "kulübü haciz ve icralardan kurtardı", borçlarını ve alacaklarını "nizama, intizama soktu", futbolcuların paraları muntazam ödenmeye başladı, AIG konusu kulüp lehine çözüldü... Göreve geldiğinde "tam bir enkaz devralmıştı", buna karşılık "yönetim kadrosu" kendisine yâr olmadı!. Bunda "kendi hatalarının" ve "tek adam yönetimi" anlayışının da rolü büyüktü!. Bütün bunlara rağmen, "50 milyon dolara yakın bir paraya şahsen kefil olarak" Galatasaray'a "para ve kredi sıkıntısı çektirmedi"; ödeme tablosunun istikrarlı bir şekilde uygulanmasında bunun rolü büyüktü!. Şu anda "başkan adayları arasında" bu çapta bir "mâli imkân ve garanti sunacak" başkası yok; üstelik "başka bir aday seçilirse", ödemeler tablosuna hem de "acil olarak" Canaydın'ın "kefaletindeki" krediler de girecek ve Galatasaray "nefes bile alamayacak!." "Bu kredilerdeki kefaleti devralabilecek" bir başka aday var mı? Canaydın, dürüst olduğu kadar "inatçı ve onurlu" bir insan!.. Bunca eleştiriye karşı, "verdiği sözleri tutabilmesi" ve "onurunu kurtarabilmesi" için ona "iki yıl daha" fırsat ve imkân verilmesi gerek!. "Ergun Gürsoy'lu" bir kadro ile Canaydın "bunu başaracak" güçtedir!. Üstelik "sportif başarıyı getirmek" de boynunun borcu olacaktır!.. Galatasaray Genel Kurulu'na duygusallık ve macera hevesi değil, mantık hakim olmalıdır; kurtuluşun başkaca yolu yoktur!. Huylu huyundan vazgeçmez!.. Aziz Yıldırım, "gene başkan seçildi"; üstelik tam bir dikensiz gül bahçesinde... Buna rağmen tatmin olmadı; bir taraftan "Herkese elimi uzatacağım, Fenerbahçe'de birliği sağlayacağım" derken, bir taraftan da "hiçbir şeyin değişmeyeceğini gösteren" lâflar etti, adımlar attı. Sadettin Saran için, 1907 Derneği yöneticileri için söyledikleri, Onur Kayador'a karşı tutumu "huylunun huyundan vazgeçmeyeceğini" gösteriyor!.. Aman... Spor yazarı dostlarım, kardeşlerim, meslektaşlarım çok dikkatli olun; Aziz Başkan değişmedi, sakın ola ki "değiştim" sözüne aldanmayın!.. Yoksa... Görev Dışişlerinde!.. UEFA, İstanbul'daki terör olayından sonra, Galatasaray ve Beşiktaş'ın maçlarını "tarafsız sahaya alarak" Türkiye'yi "can güvenliği olmayan bir ülke" durumuna düşürmüştü!.. İşte İspanya'daki terör... Hem de İstanbul'dakinin bilmem ki kaç misli? Olayın büyüklüğü, yaralı ve ölü sayısı itibariyle tablo ortada!.. UEFA ne yapıyor? Anlaşılıyor ki, UEFA'nın bir şey yapacağı yok; peki Türkiye Dışişleri Bakanlığı ne yapıyor, Spor'dan Sorumlu Bakanlığımız ne yapıyor? Bekleyip göreceğiz!.. Dün "Türkiye'nin UEFA tarafından o duruma düşürülmesini önleyemeyen" yetkililerimiz, derhal harekete geçerek, hiç olmazsa "Avrupa ülkeleri arasında ayrımcılık yapılmadığını" ve "benzer olaylarda benzer uygulamalar yapıldığını" dosta düşmana ilân edecek bir kararın verilmesini sağlasalar ya!.. Gerçekler!.. Hepimiz Gençlerbirliği ile övünüyoruz... Göğsümüz kabarıyor... Gerçekten büyük işler yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar!.. Ne var ki, takdir etmek, teşekkür etmek, alkışlamak gibi görevlerimiz yanında "gerçekleri söylemek" gibi bir başka sorumluluğumuz da var. Valencia önünde Gençlerbirliği hem de "kendi sahasında" ilk 20-25 dakika dışında "iyi oynamadı"; oyunun hakimiyetini, topun sahipliğini rakibine kaptırdı... Hele ikinci yarıda orta saha oyundan iyice düştü, fizik kondisyonun rakiple mukayesesinde "büyük açıklar olduğu" görüldü ve hatta panik içinde "1-0'ın muhafazasından başka bir şey düşünülmez oldu"; bunun da sağlanmasında, şans ve rakibin beceriksizliği büyük ölçüde rol oynadı!. İspanya'daki maç zor!.. Valencia, çok açık ki, Gençlerbirliği'nin "bugüne kadar elediklerine hiç benzemiyor!." Ne diyelim; Ersun Yanal ve talebelerine Allah, İspanya'da güç versin, şans versin ve de tur versin!.. Günaydııınn!.. Beşiktaş'ta "puan farkı sıfıra düşünce" bile başa gelmeyen akıllar, ancak "üç puan geride kalınınca" ortaya çıktı!. Zira, camia başkanıyla, yöneticisiyle, yazar-çizeriyle ve taraftarıyla "Lucescu büyüsüne kapılmıştı"; onun hedef saptıran sözlerinden başkasını görmüyor, duymuyordu!. "Büyük ve dâhi" hoca, ligin devre arasını "tam bir Uludağ tatili gibi geçirmenin bedelini ödeyen" takımı ile ilgili "bu önemli gerçeğin üzerine gidilmemesi için" daha baştan itibaren ışıkların "Federasyona, hakemlere, başka kulüp ve kuruluşlara çevrilmesi" gerektiğini çok iyi biliyordu ve "hücum plânını" buna göre yapıp uyguladı; Beşiktaş başarısızlığa koşarken, o başarılı da oldu!. Ne var ki, "büyü bozuldu", gerçekler konuşulmaya, tartışılmaya başladı; Beşiktaşlılar "kim sorumlu" sorusunu, dışarıdan içeriye çevirdiler ve nihayet "doğru yolu buldular!." "Yıldırım Demirören" ile ilgili iddialar tüyler ürpertici idi ama inandırıcı değildi, hem de hiç değildi.. Onun uzantısı olarak "akraba" Halûk Ulusoy ve "Federasyonun ön kestiği" iddiasının da ipe sapa gelir yanı yok!.. Yıldırım Demirören'in "takım içinde eli olduğu" ve bazı oyuncuların "kasten oynamadığı" iddiası da öyle.. Geriye ne kalıyor? Lucescu ve futbolcular!.. Biraz da Sinan Engin... Projektörler "buraya çevrilir" ve gereken yapılırsa, Beşiktaş şampiyonluğu son maça kadar kovalar ve belki de kazanır!.. Yapılmazsa... Yandı gülüm keten helva; "geriden" Trabzonspor da geliyor!. Yazık o paralara... Adam müzmin sakat... İşte gene kadroda yok ve takımının deplasman maçına gitmiyor.. Ama aynı adam, İstanbul'un en ünlü alış veriş merkezlerinden birinde, "ayrılmaz" yoldaşı ile beraber olay çıkarıyor, "Benim arabamı arayamazsınız, beni tanımıyor musunuz" diye merkezin güvenlik görevlileri ile tekme yumruk kavga ediyor!.. Sakata bakın... Ayrıca "kafaya bakın?" Huzurlarınızda Ümit Karan... Ve bu adama, koca Galatasaray "yalvar yakar" milyon dolarlar ödedi, ödeyecek; yazık değil mi?