G alatasaray Genel Kurulu bugün yapılıyor!. İki başkan adayı var; Mehmet Cansun ve Özhan Canaydın!. Özetlersek; "iki Can'dan biri seçilecek" ama acaba hangisi? Kimine göre Can'ın "aydın" olanı açık farkla kazanacak, kimine göre de "sun" olanı ağır basıyor!. İstanbul'da olmadığım için "genel kurul nabzını tutabilmem mümkün değil!." Ayrıca, "son yıllardaki genel kurullara bakarsak", nabız tutabilsek dahi, "o nabza güvenmek mümkün değil!." Zira "büyük çoğunluk, gene genel kurul yerine, evinde TV başında oturmayı, briç oynamayı, torununu sevmeyi ve hava güzelse, Ada'ya gidip çay içmeyi" tercih edebilir!. Galatasaray'ın "en hayati konularının görüşüldüğü" genel kurullarda bu yapılmadı mı? Şimdi geliyorum, Galatasaray'ın gerçeklerine: Bugün "Cansun seçilirse" ne olacak? "Bugüne kadar ne olduysa" o!.. Yani, "ilkesiz, kuralsız, bugün öyle, yarın tam tersi böyle açıklamalar, kavga-gürültü" ve "borç ödüyoruz" kakafonisi!. Önce Faruk Süren'le beraber ve Süren'den sonra "tek başına", Hakan Şükür'den, Popescu'ya, Okan'dan, Emre'ye, K.Hakan'dan, Jardel'e kadar, "UEFA Kupası ile Süper Kupa'yı kazanmış bir takımın" en iyi 13-14 oyuncusunu, hem de Jardel de dahil olmak üzere, "bir Jardel'in alış fiyatının yarısına elden çıkaran, kaçıran" Mehmet Cansun değil mi? Kulübü, Faruk Süren'le beraber "tam bir borç batağına sokan", adı sanı duyulmamış off-shore bankaların pençeleri arasına atan, TGS skandallarına, "tahrifatlı çekler olayına" sürükleyen, Serkan'ların, Bülent Akın'ların "ödenemeyen" bonservis bedelleri yüzünden, koca Galatasaray'ı ele güne karşı "küçük düşüren" kim? Hâlâ, UEFA Kupası'nı alan oyunculara "borçlu olan" bir kulübün, en büyük sorumlusu kim? Galatasaray'ı, deplasmanda kalınacak otellerin "garanti ya da peşin para almadan rezervasyon yapmadığı" bir kulüp haline getiren "iki asıl sorumludan biri Cansun değil mi?" "Galatasaray Başkanı'nı, Fatih Terim'in kapısından acz içinde ve perişan bir şekilde döner hale düşürecek kadar" atacağı adımın nereye gideceğini hesaplayamayan da "o" değil mi? Evet, bugün "Cansun'a oy verecek olanlar", bu tabloyu da "ibra etmiş olacaklar!." Onlara hayırlı olsun!. Özhan Canaydın ise, "bu defa", geçen yıllardaki "kararsızlığını affettirecek" bir çizgi çizdi, başkan adaylığında!. Kendisine güvenilebileceğini gösterdi, programını ve projelerini iyi anlattı, iyi bir ekip kurdu, "komplekslerinden arındığının" ve "Galatasaray'a layık bir başkan olabileceğinin" sinyallerini verdi!. En önemlisi, "Galatasaray'ı içinde bulunduğu mali krizden hemen kurtaracağına" dair ümitleri yeşertti ve bu yönde kamuoyuna "güvenilir" mesajlar yolladı!. Galatasaraylılar "Eğer kulüplerinin, gerçekten bir Dünya Kulübü olmasını ve ona layık bir müesseseleşme yapılanmasını istiyorlarsa", mutlaka ama mutlaka genel kurula gidip "Özhan Canaydın ve listesine oy vermelidirler!." Aksi halde, çok pişman ve Galatasaray tarihine karşı da sorumlu olacaklardır! Timsahın göz yaşları!.. Anlı şanlı "spor medyamız", sözüm ona "Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi'nden elenmesine üzüldü!." Tam tamına "timsahın akıttığı göz yaşları" gibi!.. Önce "Galatasaray'ı yemek ve elemek için" elinden geleni yaptı, "kulüpçü ve küçük düşünen birkaç yönetici ile kol kola girdi" , sonra da "Ah... vah... yazık oldu..." edebiyatı!.. Bu aynanın bir yüzü.. Aynanın öteki yüzü, daha da net!. Düşünün bakalım, mesela Fenerbahçe, bir lig maçında "Galatasaray'ın Barcelona'dan yediği ofsayt gol gibi bir gol yiyip", bıraktım yarıştan düşmeyi, sadece "3 puan kaybetseydi", bizim anlı şanlı spor medyamız ne yapardı? Ofsayt gol ve onu veren hakemler, Galatasaray-Barcelona maçından sonra yapıldığı gibi, "başlık altlarında ya da satır aralarında" mı gösterilirdi, yoksa "yer yerinden oynatılıp", hakemler infaz mı edilirdi? Maç sonrası eleştirileri okuduğumda, sayısını unuttum, "golün ofsayt olduğuna dair" tek cümlenin bile bulunmadığı, o kadar yazı vardı ki; bilmem ki okuyucularım bu tablo için yazdıklarımı haksız bulabilirler mi? Aslında "gerçek olan" şudur: Hakemler hata yapacaktır, tıpkı oyuncular ve teknik adamlar gibi!. "Şanssız olanlar", hataları golle sonuçlananlardır!. Galatasaray-Barcelona maçı gibi "çok önemli maçlarda bile" hakemler, hem de "sonucu tayin eden hataları" yapabilirler, yapacaklardır!. İşte bunun içindir ki, "ofsayt golün sorumlusu", hakemlerden çok, o gole sebebiyet veren "kaleci Mondragon'dur!." Eğer "o topu göğsünde sektirmese", ne "ofsayt gol olacak", ne de hakemler hata yapacaktı!. Şimdi biz, Modragon'un yaptığı büyük hatayı bir yana bırakır ve "suçu sadece hakemlere yıkarsak", işi içinden çıkamayacak duruma getirmiş oluruz; nitekim Türkiye Ligleri'nde getiriyoruz ve tam bir çözümsüzlükle karşı karşıyayız!. Bunda da "en önemli pay" spor medyamızın ve hakem yorumcularının!. Hep kışkırtma... Hep tahrip... Hep infaz... Neden, insaflı ve iz'anlı olamıyoruz, biraz? Boavista'dan ne farkı var? Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar!. Bizi kovmuyorlar ama, "bazıları var" ki, faksıma, bilgisayarıma "iğrenç mesajlar" yolluyorlar!. Onlara acıyorum ve "varsa" vicdanlarıyla baş başa bırakıyorum!.. Bir de, son derece "aklı başında" eleştiri yapan, hesap soran, "fikirlerime, fikirle karşılık veren" okuyucularım var; onlara da teşekkürlerimi sunuyorum! Taaa 1950'li yıllardan beri, Gündüz Kılıç'lardan başlayarak, Mustafa Denizli'lere, Fatih Terim'lere kadar, gelmiş geçmiş bütün teknik adamların eksiklerine, hatalarına, yanlışlarına karşı, bir spor yazarı olarak kullandığımız "eleştiri hakkımızı", Lucescu için de sütunlarımıza aksettirmemize tahammül edemeyenler bulunuyor!. Neymiş; "Bay Lucescu o kadar başarılı bir teknik adammış ki, biz onu nasıl eleştirebilirmişiz?" "Gözlerini ve beyinlerini gerçeklere kapayarak", sadece "duyguları ile hareket edenler" elbette ki, işte böyle düşüneceklerdir!. Ama... Bir de "gerçekleri görenler" var!. İşte onlardan biri, Tire'den telefon eden bir okuyucum aynen şunları söyledi: "Lucescu Galatasaray'ın takım olma karakterini bitirdi!. Herkes kendine oynuyor. Hasan'a, Berkant'a, Arif'e, Ayhan'a ayrı toplar vermeli. Ne kornerlerde, ne de frikiklerde Galatasaray'ın ne yaptığı belli mi? Galatasaray gol yemeden, Lucescu oyuna müdahale edip, bir oyuncu değiştiriyor mu? Gol yedikten sonra da, zaten iş işten geçmiyor mu? Lucescu 'yenilmemek üzerine' iyi kurgu yapıyor, ama 'kazanmak üzerine' ne yapıyor? Bu grupta 'yenilmedik' diye övünüyoruz, iyi de yenebildik mi? İşte sonunda yenildik ve bittik. Söyler misiniz bana, Dünya Takımı Galatasaray ile Boavista arasında ne fark var? Onlar da elendi, biz de!." Bu defalık ben başka bir şey yazmayacağım; okuyucumun söyledikleri yeter!. Attila Gökçe'ye açık mektup!.. TSYD'nın genel kurulu yaklaşıyor!. Başkanlık ve yönetim konusunda, bir yığın spekülasyon var!. Duyduğum ve üzüldüğüm "en önemli iddia"; kapalı kapılar ardında "başkanlık devir tesliminin yapıldığı" anlamına gelen "veliaht tayini" sözünün verilmiş olduğu şeklinde!. "İddia doğru ise", açıkça belirtmem gerekir ki, TSYD'nin tarihine ve misyonuna "uymayan ve de yakışmayan bir davranış!." Bugüne kadar hiçbir başkanımız çıkıp da "Eğer başkan yardımcılarımdan biri aday olursa, ben adaylığımı koymam" dememişti; şimdi "bunun söylendiği" söyleniyor!. Aslında normal olan "bunun tersi" idi; "Aday olmaya niyetlenen" başkan yardımcıları, derlerdi ki; "Başkanımız aday olacaksa, ben aday olmam!." Vefa ve gelenek bunu icap ettiriyordu; onun için hâlâ "söylenenlere inanmak istemiyorum!." Bütün bunları duyan bir TSYD üyesi olarak, oturdum Başkanımız Attila Gökçe'ye bir "açık mektup" yazdım, işte o mektup: Sayın Başkanım, Yurt sathında meslek kuruluşlarımızın önemli bir bölümünün "bildiri" ve "cenaze kaldırma" derneği halinde olduğu malumlarınızdır. Böyle bir tablo içinde, "TSYD'nin dinamik yapısı", ona "misyon olarak" son derece önemli bir rol ve sorumluluk yüklemiş bulunmaktadır. Ne var ki, 1980'li yıllarda, "o günün şartları içinde çıkarılan Dernekler Kanunu sebebiyle", TSYD'nin "dinamik yapısına, çağdaş bir yapılanmayı da eklemek" bugüne kadar mümkün olamamıştır!. Malumlarınızdır ki, Avrupa Birliği'ne "uyum yasaları" içinde "Dernekler Kanunu" da bulunmakta ve bu kanunu "çağın gereklerine uygun hale getirmek üzere", Millet Meclisi'ne bir tasarı sevk edilmiş bulunmaktadır. Bu tasarının yasalaşması an meselesidir. Bu kanun çıkar çıkmaz, "etkin bütün dernekler gibi", TSYD'nin de "yoğun bir çalışma temposu içinde" yeniden yapılanma projesini hayata geçirmesi gerekmektedir. Çağın ve ülkenin gereklerine uygun bir şekilde, gerek hukuki, gerek idari ve gerekse mali yapılanma sırasında, Derneğimizin "güçlü bir yönetim kadrosuna olan ihtiyacı" açıktır. Bu bakımdan, "seçimi kazanabilmek için", oy gelecek merkezlere "mavi boncuk misali yönetim kurulu üyelikleri verilerek" kurulacak yönetimler "bu önemli misyonu" tam olarak yerine getiremezler. Ayrıca, "böyle önemli bir dönemde", giderek yoğunlaşacak olan çalışmalara "vakit ayırabilecek" ve "tecrübe kazanmış" bir başkana, bir lidere ihtiyaç olduğu da ortadadır!. İşte onun için, bir dernek üyesi olarak, "aday olmama" yönünde verildiğini duyduğum kararınızı "yeniden gözden geçirmenizi", bugüne kadar "sizinle beraber olan, sizi ve yönetiminizi destekleyen" arkadaşlarınızı "ortada bırakmamak gibi" bir yükümlülüğünüzün olduğunun da altını çizerek, sizden rica ediyorum. "Aday olmaya hazırlanan" değerli arkadaşlarımın da "bir dönem daha Attila Gökçe ile devam" yönündeki ısrarımın gerekçelerini çok iyi anlayacaklarını ve bana hak vereceklerini umarak, derneğimiz bakımından "doğru olanı yapmanızı" dilerim. Saygılarımla. Sorun öğrenin!.. Bir konuyu "uzmanına sormadan", masa başında ve "uzman olmayan bir insanın bilebileceği kadarı" ile yazan meslektaşlarımı hep tebessümle karşılamışımdır!. Bir "telefonla, bir uzman arkadaşlarına fikrini sorsalar", yazdıklarında ya da söylediklerinde "yaptıkları büyük yanlışları" yapmayacaklardır!. Roma maçından sonra "Galatasaraylı futbolculara ne oldu ki" diyerek "maçın ertelenme kararını ağır şekilde eleştirenler", zahmet edip bir sorsalar kim bilir arkadaşları olan "uzman ruh doktoru", onlara neler söyleyecekti? "Ruhi travmanın, en az fiziki travma kadar önemli olduğunu" anlamaları bir yana, Prof. Dr.Burhan Uslu'nun maçtan sonraki günlerde yazdığı yazıda açıkça belirttiği gibi, "kısa sürede tedavi edilemeyecek" bir durumla karşı karşıya olunduğunu da öğreneceklerdi!. Bu örneği "neden" yazdım, "aynı şekilde bir uzman doktora", şu sorunun açıkça sorulması ve cevabının alınması gerek: "Sigara bağımlısı bir teknik adam, sigarayı bırakırsa, bıraktıktan ne kadar süre sonra, verdiği kararlar sağlıklı olur? Sür'atle doğru karar verme yeteneğini yeniden ne zaman kazanır? Sigarayı bırakmanın yüklediği stres ona hatalar yaptırabilir mi? Ruhi ve beyinsel dengelerinde ne gibi değişiklikler olur? Olumlu mu olur, olumsuz mu?" Ve bir adım daha ileride bir soru: "Kokain bağımlısı olan bir insan, tedavi ile bu bağımlılığından kurtulmaya çalışırken", ruhi bakımından nasıl bir görüntü çizer? Karar anlarında, önemli kararlarında "hata yapma ihtimali" var mıdır? Karakterinde bir değişiklik olabilir mi? Beyinsel fonksiyonlarında hangi yönde gelişme vardır? Yan bağlar... Ön bağlar... Kaslar... Kemikler... Hep bunlarla uğraşıyoruz... Kimseler, futbolcuların, teknik adamların "ruhi durumlarıyla ilgilenmiyor!." Turgay Renklikurt hocam, bilmem ki haksız mıyım; ne dersin? Kitaba tiraj ayarlaması!.. Değerli meslektaşım ve çok yakın arkadaşım "rahmetli" Ceyhan Gür, yanlış hatırlamıyorsam Denizli'deki bir maçtan sonra, gazetesinde "o maçın hakemi için" çok ağır bir yazı yazmıştı; cümleler, yenilir, yutulur cinsten değildi. Çanakkale'de bir Fenerbahçe maçından "gazetesi için maçın yorumunu yapıp, yazısını yazdırdıktan sonra" İzmir'e dönerken, "bir trafik kazasında aramızdan ayrılan" Gür'ün "ortada kalan genç eşinin ve üniversitede okuyan iki oğlunun", 6 yıldır devam eden mahkemeler sebebiyle "babalarının çalıştığı gazeteden hâlâ tazminat alamadığını" üzülerek belirttikten sonra, konumuza dönelim: Ceyhan'a "çok ağır yazmışsın, seni mahkemeye verebilir, başın belaya girer" demiştim ve aldığım cevap şu olmuştu: "Öcal abi, bilirsin ben spor yazarı olduğum kadar, magazin dünyasının da ıcığından cıcığından haberi olan ve bunları yazan bir gazeteciyim. Bu hakemin de, sporlu, hakemli, falanlı, filanlı öyle şeylerini biliyorum ki, onun için az bile yazdım. Hiç endişe etme... Mahkemeye veremez... Verse bile hiçbir şey çıkmaz!.." "Falanlı... Filanlı..." dedikleri zamanın magazin dünyasının ünlü menajerleri ve kadın sanatçıları idi.. Aradan geçen yıllar, bana Ceyhan'ın söylediklerini, "falanlı, filanlı isimleri" unutturmuştu!.. Geçen hafta "bir büyük gazetede, bir hakemin anıları, dehşetengiz anonslar ve başlıklarla yayınlanınca", bizzat kendisinin anlattığı olaylarda ve anlattıklarına verilen cevaplarda, "o menajerin, kadın sanatçının" adlarını görüp, Ceyhan'ın anlattıklarını hatırladım. Bir Türk hakeminin, "hangi olayların içinde olduğunu" kendi kaleminden okuyunca da, fevkalade üzüldüm!. O hakemin, sevgili Ceyhan'ı mahkemeye verip vermediğini bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var: "Yıllar önce hesabı görülmüş, bir çok yönü kesinlikle yalanlanmış" bir olayı, "üstelik maç sonuçlarına, atılan oyuncu sayısına, bunların dakikalarına kadar" yanlış anlatan, "iftira" suçlamasıyla karşı karşıya kalan ve hakkında davalar açılacağı ilan edilen bu hakem, Galatasaray'ı, Barcelona ile oynayacağı "hayatı bir maçtan tam iki gün önce", hem de "bir Avrupa Kupası maçında, kadın ve saat vererek İtalyan hakem satın aldılar" iddiasıyla karalamak istemişti!. Ve de, Galatasaray'ın "anlı-şanlı" Mehmet Cansun yönetimi susup oturmuştu!. Ki, belki de Mehmet Cansun, "hakemin anlattığı olay sırasında" muhtemelen Galatasaray'ın yönetiminde bulunuyordu; iyi mi? Alp Yalman'ın başkanlığındaki yönetim kurulunda!.. Bu eski hakem "bunu neden yaptı" sorusunun cevabı açıktı: "Anılar kitabı yeni basılmıştı" ve birkaç gün içinde satışa sunulacaktı; bir büyük gazetenin manşetleri kullanılarak "reklamı pek ala yapılabilir" ve satış için ele geçen bu fırsat satışı arttırabilirdi!. Üç kitap fazla satmak için, koca bir kulübü, hem de Avrupa'nın önünde ve çirkin iddialarla "kitap ve gazete tezgahlarına düşürmek", doğrusu bu hakeme çok yakıştı!. Nur içinde yat Ceyhan, nur içinde yat!.