Haftanın spor gündemine oturan "iki büyük olay" hakkında üç sorum var!.. Özellikle "meslektaşlarımın cevabını düşünmesini istediğim" üç soru!.. Soru bir: Rüştü gibi bir kaleci, "ilk golü yediği o baraj ve yer tutma hatasını ve de ileriye çıktığı için Savio'ya ikram ettiği gol yanlışını yapmasaydı", Tuncay, Anelka, Serkan "o kaçırılması, atılmasından zor olan gollerin ikisini atsalardı" ve Fenerbahçe İspanya'dan turla dö nseydi; spor medyamızın "anlı - şanlı" yorumcuları acaba "dün sabah neler yazacaklardı" ve "Daum'un kurduğu tertip, oyuncu değişiklikleri, verdiği taktik ve Fenerbahçe'nin oynadığı futbol için neler söyleyeceklerdi?." Soru iki: Futbol Federasyonu'na gelip de "Biz söylemedik, biz duymadık, ne teşvik primi, bu da nereden çıktı, yalan efendim yok öyle bir şey" diyenler, neden Star TV'nin Telegol Proğramı'nda neredeyse "bir gece boyu" TV ekranlarına "kendi sesleriyle gelen" iddiaları "koltuklarında keyifle seyrettiler" de, telefonlara uzanarak "Bunları biz söylemedik, sözlerimiz ses bantlarıyla oynanarak deği ştirilmiş, bizlere komplo kurulmuş" diye kıyameti koparmadılar? Diyelim ki; "onlar gerçekleri söylemek için" Star TV'yi aradılar ama sevgili Serhat Ulueren, "onların söylediklerini kendi ekranından seyircilere duyurmamak için" telefonlarını canlı yanına bağlatmadı, peki ama, neden aynı saatlerde "hemen hemen hepsinde futbol programı yapılan" diğer TV'lere telefon etmediler, gazetelerin spor servislerini aramadılar ve "Star'da yalan yanlış ve de kasıtlı işler yapılıyor, bizleri de alet ediyorlar" diye haykırmadılar? Soru üç: Ey sevgili vatandaşlarım, ey sevgili okurlarım, ey sevgili futbol camiam, ey sevgili meslektaşlarım; sizler "Bizler bunları söylemedik, bunları Serhat Ulueren ses bantlarını kesip biçerek uydurmuş" diyenlere mi inanıyorsunuz, yoksa "yıllardır" spor ekranlarında "çok az örneği görülen" (Mesela bir tanesi de 3 - 4 hafta önce sevgili Tuğrul Yenidoğan'ın yaptığı büyük işti) gazetecilik olaylarını sporun gündemine oturtan ve bugün de "kıskanılacak bir gazetecilik görevini yerine getiren" ve "Evet, şimdi inkâr etseler bile bunları söylediler" diyen Serhat Ulueren'e mi? "Çoğunuzun" cevabını biliyorum!.. Ve onun için diyorum ki: "Ben sonuna kadar Serhat Ulueren'e inanıyorum!.." Ve onu kutluyorum!.. Birileri "Neden Can Çobanoğlu, basın toplantısında Ersun Yanal'ı yalnız bıraktı" diye yaygara koparmaya çalıştı ama, "Ersun Yanal'ı asıl yalnız bırakan" Can Çobanoğlu değil, onu "Hakan Şükür'ü yeme operasyonunda pohpohlayan, havuza iten yalancı dostlarıydı!.." Bu "yalancı dostlar", şimdi Ersun Yanal'ın "ipini çekmek için" neler yazıp çiziyorlar, neler söylüyorlar ortada. Ve de "asıl bu işin babaları", köşelerine çekilmiş, "Biz Ersun'a Hakan'ı yedirdik, Galatasaray'ın içini karıştırdık, Hakan'a 100 defa milli olma yolunu kapadık, Bülent'le Hakan'ı karşı karşıya koyduk, gerisinden bize ne, Ersun babamızın oğlu mu" havasında, kıs kıs gülüyorlar!.. Bilmem ki, Ersun Yanal "kendisine kimin dost, kimin düşman olduğunu" anlayabildi mi? Anladıysa, "bu da" bir bir aşamadır; inşallah hocamıza iyi bir ders olmuştur!.. Canaydın'a sevgilerle... Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın, "haksız eleştiriler beni üzüyor" demiş... Onun "bu sözü söylediği" günde gazetelerde bir haber: "Veri Araştırma adlı şirketin 2 yılda bir düzenli olarak yaptığı 'Kentsel Türkiye Araştırması'nın üçüncüsüne göre, Galatasaray, UEFA Kupası'nı kazandığı 2000'den bu yana yüzde 4'lük taraftar kaybına uğradı. 2000'de Türkiye'de toplam taraftarın yüzde 31'i Galatasaray'ı tutarken oran 2002'de yüzde 27'ye, 2004'te yüzde 26'ya geriledi. Fenerbahçe taraftarının payı ise yüzde 25'ten yüzde 22'ye düştükten sonra 2004'te tekrar yüzde 23'e çıktı. Beşiktaş'ı tutanların oranı ise yüzde 13. Araştırmaya göre, kentlerin genelinde Galatasaray taraftarının oranı halen Fenerbahçe taraftarının üzerinde olmasına karşılık, İstanbul'da Fenerbahçe'nin taraftar oranı, Galatasaray'dan daha yüksek." "Bir Galatasaray Başkanı ve yönetimi", eğer "taraftar sayısını düşürmüşse" elbette eleştirilecektir; bana göre "az bile eleştiriliyor!." Taraftar "kolay kolay takımını bırakmaz"; kulüp "sportif alanda" ne kadar "başarısız olmuş" ki, taraftar sayısı "Türkiye'de yüzde 4 azalmış"; daha ne olsun? Bir çift sözüm de,"attıkları zaman mangalda pardon taraftar sayısında kül bırakmayanlar" dostlara; neden acaba "futboldan, basketbole kadar bunca sportif başarısızlığa rağmen" hâlâ Galatasaray'ın taraftar sayısı, Fenerbahçe'den fazla? Bilmem ki, yıldızı görebildiler mi? İstanbul'daki maçtan sonra, çok gazetede "iki yıldız ya da not olarak 5 ya da 6 verilen" Savio için, "oynanan maçtaki futbollarına göre" gazetemde "Savio=2(Anelka+Alex) formülünü"yazmış ve "TV ekranlarından seyrettiğim" Savio'yu anlatmıştım!.. Yazdığım bu formül yüzünden de, "bazı Fenerbahçeli dostlardan" epey "şeddeli" tarizler de almıştım!. Onlara demiştim ki; "İnşallah ben yanılmış olayım ve inşallah İspanya'daki maçta Anelka ve Alex beni mahcup ederler ve Savio'yu gölgede bırakırlar!.." Bilmem ki, "onlar" İspanya'daki maçta Savio'yu "dikkatle" izlediler mi? Adam, "sahada 90 dakika basmadık yer bıraktı mı?" Verdiği "gollük paslar" kaç taneydi? Kaç gollük şut attı? "Attığı gol" nasıldı? "Duran toplarda" neler yaptı? Topla kaç defa buluştu, kaç isabetli pas verdi, kaç top kaptı? İsabetsiz pası, top kaybı kaç taneydi? Seyredin maçın kasetini; sayın bakalım!.. Sonra da "Anelka'nınkileri ve Alex'inkileri sayın!.." Ve karşılaştırın!.. Sonra da karar verin; "Büyük yıldız hangisi?" Avrupa uygulaması!.. Fenerbahçe'nin "iki Real Zaragoza maçında" ve çeşitli TV'lerde yayınlanan Avrupa Ligleri karşılaşmalarında "bir konuya çok dikkat eder" oldum; "Hakemlerin arkadan yapılan müdahalelerde, çekmelerde, itmelerde kart gösterip göstermediklerine!.." Yani, Türkiye'de her pazar gecesi TV ekranlarına kurulup "arkadan formayı çekti, arkadan tuttu, bunlar kartlıktır, kartlık" diye fetva verenlerle ya da "arkadan yapılan her ihlâle kart çıkaran" bazı hakemlerimizin yorumları, "Avrupalı hakemlerin yorumları ile uyuşuyor mu" diye... Gördüğüm şu: "Avrupalı hakemler" hemen hemen tümüyle "arkadan yapılan faulleri, tutmaları, itmeleri, ihlalleri" normal "faul gibi" değerlendiriyorlar ama "bir anlık" olanları!.. "İhlâl devam ederse", yani "çekme ya da tutma bir anlık değil, devamlı olursa", faul "topa hamle sonucu değil, doğrudan adama yapılmışsa" kart gösteriyorlar!.. Yani, Avrupalı hakemlerin uygulamaları, "Ahmet, Mehmet'in arkadan formasını çekti; bu mutlaka sarı kart" görüşüne uymuyor!. Bilmem ki neden? Bilenler, anlatsınlar da, öğrenelim!.. Dikkat!.. Real Sociedadlı Nihat'a bir hâl oldu!.. Haftalardır durmadan "Hakan Şükür ile uğraşıyor!.." "Kendisini milli takıma çağırmadığında" Şenol Güneş için "neler söylediğini" unutmuşçasına, Hakan Şükür gibi "heykeli dikilecek" bir Türk golcüsüne "yerli yersiz" sataşıp duruyor!.. Bak Nihat, "Hakan Şükür'le uğraşmaya başlayan" Ersun Yanal'ın başına neler geldi, görüyorsun; sonra sen çıktın, hiç gereği yokken ve üstüne vazife değilken, "Ersun Yanal'a yağ çekercesine" Hakan Şükür'e karşı pozisyon aldın ve sonunda "6 ay sahalardan uzak kalacak bir sakatlıkla" baş başa kaldın!. "Hakan Şükür'le uğraşmak" kimseye yaramıyor anlaşılan; dikkatli ol!.. "Uğraşan" ve "uğraşmak isteyen" başkaları da dikkatli olsun; benden ağabey uyarısı!.. Real Zaragoza yenilgisinden sonra Daum demiş ki: "Yenildik ama tecrübe kazandık bu da futbolcularıma ders oldu!." Temel'i idam sehpasına götürüyorlarmış, o da kendi kendine söyleniyormuş: "Bu da bana ders olsun!.." Olmasına olsun da; bu kaç yıldır, kaçıncı ders; sayısını unuttuk!..