Hooijdonk'un peşinden koşun... Frank de Boer'in peşinden koşun... İhan Mansız'ın peşinden koşun... Canaydın'ın, Yıldırım'ın, Bilgili'nin peşinden koşun... Terim'in, Daum'un, Lucescu'nun peşinden koşun... Onları bıraktım; Selçuk'un, Orhan'ın, Servet'in peşinden koşun... Çiftetelli'nin peşinden koşun... "Birbirlerinin kızlarını ayarttıkları için" birbirlerini yiyen futbolcuların peşinden koşun... Spor sayfalarını, spor ekranlarını; "teleli-voleli", asparagas ve sansasyon, kavga ve dövüş, düşmanlık ve hınç gösterileri haline getirmek için koşun... "Gazetecilik ve spor dilini ve etiğini", sokak hatta köprüaltı dili ve terbiyesizliğine kurban etmek için yarışmaya koşun... Türk sporunun bundan sonraki geleceğini tayin edecek "spor kanunu değiştirilecekmiş"; kimin umurunda? Türk basketbolunu, "herkesi ayağa kaldıran" bir programla, "Dünya ve Avrupa zirvelerine taşıyan" Basketbol Federasyonu, "mahkemelerde sürünüyormuş", onunla da yetinilmemiş, "Meclis Soruşturma Komisyonları'nda hesap vermek durumunda bırakılmış"; kimin umurunda? Türk sporunda "doping" hatta "hakemlerin bile kullandıklarına dair" çok ciddi iddialara varacak kadar ileri noktalara ulaşmış; kimin umurunda? Spor dallarının hemen hemen çoğunda, "teknik adamlar" konusunda "gerek özel hayatları, gerek kötü alışkanlıkları, gerek yetenek ve bilgileri" bakımından son derece önemli iddialar kulaklardan kulaklara fısıldanıyormuş; kimin umurunda? Yaz... Yaz... Bitmez... Sporun, Türk sporunun "çok önemli" bir çok sorunu "dönülüp bakılmadığı, tedbir ve çözüm yolları aranmadığı için" giderek büyürken... "Benim" spor (!) medyam, "Hooijdonk'un çiftetelli oynaması" ile uğraşıyor, "Daum'un da çiftetelli oynayıp oynamayacağı" ile uğraşıyor!. Aslında "çiftetelliyi, tamı tamına benim spor (!) medyam oynuyor!." Ne güzel de "bel kırıp, kalça sallıyor!!!" Allah nazardan saklasın!. Ben; Aykut'a, Sabri'ye bakıyorum!.. Fenerbahçeli'nin gözü, Hooijdonk'ta.. Galatasaraylı'nın gözü Frank de Boer'de.. Beşiktaşlı'nın gözü yollarda; gelecek "süper yabancı santrforu" gözlüyor!. Ben ise, "Galatasaray'ın kalesini koruyan" o gencecik çocuktan "Aykut'tan ve Aykut gibilerden" gözlerimi ayıramıyorum!. Bana, "onlar lâzım!.." Türk futbolunun "bugününde" görünmeye başladılar, "yarınlarına" damgalarını vuracaklar!.. Aykut, "eğer" yedek kulübesinde unutulmazsa, "Turgay-Rüştü dev kaleciler köprüsünden sonra", Türk Milli Takımı'nın "değişmezlerinden biri" olmaya namzet!.. Gencecik yaşına ve tecrübesizliğine rağmen, oynadığı maçlarda "çetele tutan istatistikçiler varsa" sizlere söyleyeceklerdir; "Mondragon'dan daha az hata ile oynadı ve en az onun kadar kurtarış yaptı, olumlu hareket yaptı!.." Elbette, Mondragon "milli takımının maçlarından dönecek" ve kaleyi Aykut'tan teslim alacak; bu normal!.. Ama sonrası? Aykut, Kerem gibi, "yedek kulübesinde paslanmaya terk edilirse", bir gün o da "oynayabileceği bir takım bulacak" ve gidecek; ama "yetişme ve büyük kaleci olma dönemini" yedek kulübelerinde geçirdiği için; "olacağı kadar olamadan", olduğu kadarıyla kalacak ve futbol hayatını sürdürecek!. İşte, Türk futbolcularının "kötü talihi" burada başlıyor!. "İddialı hocalar", iddialarını "maç sonuçlarında ve puan cetvellerinin zirvesindeki yerlerde" sürdürmeyi hedef seçtiklerinden, "genç oyuncuları kazanma ve Türk futboluna kazandırma" yarışında iddialı olmaktan uzaklaşıyorlar!. "Sabri'yi takasta kullanmam" demek iyi de, Sabri'yi "liglerde ve Şampiyonlar Ligi'nde oynatarak kazanmak" acaba olabilecek mi? Üç büyükler için söylüyorum; son yıllarda bu cesarette "iki hoca" tanıdım; biri Mustafa Denizli, öteki Toschack!.. Gerisi hep lâfta iddialı, uygulamada korkak davrandılar!.. İnşallah bu sezonda cesaret korkaklığı yener de, "gençler" Türkiye Ligleri'nde, Avrupa Kupaları'nda ışıl ışıl parlarlar!.. "Milyonlarca Euro verip" Overmars'ların peşinden koşmaktansa, Sabri'leri "oynatmak" büyük cesaret ister ama, "alkışı da, teşekkürü de hak eder!.." Denemeye değer; cesareti olan var mı? At martini, Debreli... Günlerdir diyor ki, Beşiktaşlı yöneticiler; "süper bir santrfor getireceğiz, temaslarımız sürüyor!.." Dün sabahki gazetelerde Hüsnü Güreli, konuya açıklık getirmiş: "Evet, süper bir santrfor getireceğiz, golcü olacak, uzun boylu, güçlü, dağıtıcı, hava hakimiyeti olacak, arkadaşlarına gol pası verecek... Elimizde 15 kişilik bir liste bulunuyor, araştırıyoruz, bize en uygununu alacağız!." Söylenenleri bir tarafa not edin; yani "gelecek olan süper santrforda bulunacak olan" özellikleri... Sonra da, başlayın bütün dünyayı taramaya... "Bu özellikleri taşıyan" ve "süper" olduğunda görüş birliğine varılacak, acaba dünyada kaç tane santrfor var? Bunların kaç tanesi, "kulüpleri tarafından satılabilir?" Kaç tanesi boşta ya da "alınabilirlik" ihtimali var? Daha açık soralım; "dünyada şu anda hepsini alt alta koyar ve toplarsak" 15 tane gerçek anlamda "süper santrfor" var mı? Yoksa "süpercikler" var da, biz onları allayıp, pullayarak taraftara "süper" diye satmaya mı çalışacağız? Güreli, "bıraktım" 15'i, sadece "ilgilendikleri" 5 tanecik "süper" santrforu saysın da, "yanıldık" diyerek, ondan özür dileyelim!. Cevabım; Gören var mı? Dostlar, tanıdıklar, okuyucular soruyor, "herkes, takımlar hakkında görüşlerini yazıyor, sen tek satır yazmadın, yoksa hazırlık maçlarını seyretmiyor musun?" Seyretmez olur muyum? Seyrediyorum, hem de çok dikkatle!.. "Ama ortada henüz takım görmediğim için" yazmaya değer de bulmuyorum!. Dün bir bugün iki... Daha takımların iskeletleri bile oluşmamış... Oyuna girenin çıkanın bini bir para... Üç pası doğru dürüst yapan yok... Aylardır topa ayak vurmamış oyuncular "topa alışıyor;" ne yazayım? Yazsam bile, ne olacak? Ben de mi, "bir maç önce" mesela Beşiktaş'ı yerden yere vurup da, "bir maç sonra" göklere çıkarma yarışına girenlere katılayım? Ne o, ne öbürü; zira "bunlar" hazırlık maçı... "Hatta hazırlık maçlarına hazırlık maçları..." Şöyle 7-8 maç oynasınlar ve "takım iskeletleri ortaya çıksın" bakalım; ne oluyor, ne bitiyor; anlarız!.. Oyuncuları, hele hele "yeni gelenleri" tanırız; sonra oturur, ahkâm kesmeye başlarız!. "Aculluk", insanı fena halde mahcûp eder!.. Çok değerli bazı meslektaşlarım "bu yüzden" mahcûp olmaya erken başladılar!.. Ben "şimdilik" ortada "takım ve takım oyunu görmediğim için" sadece oyuncuları seyrediyorum; tek... tek... Bir süre daha seyretmeye devam edeceğim; sonra sıra takımlara gelecek... Bekleyelim... "Az sonra" değil, "makul" bir süre sonra, elbette yazacağız!.. Başka maç seyrediyorlar!.. Gene başladık!.. Maç yazılarının üstündeki yıldız ya da not tablolarına bakıyoruz!.. Bir de yan sütunlardaki maç analizlerine, yorumlarına... "Falan oyuncu" için, hatta "başlıklara bile çıkılarak" deniyor ki; "sahanın en iyisi idi!.." Maç tablosuna bakıyorsunuz; "iki yıldız... tek yıldız... Not olarak 4 ya da 5!.." Aynı gazetenin "iki yazarı", birbirini yalanlıyor!. Biri diyor ki; "en iyi..." Öteki not veriyor; "ne iyisi, orta bile değil, kötü!.." Vurdumduymazlık, adamsendecilik, okuyucuyu "hiçbir şeyden anlamaz, görmez, fark etmez" yerine koyan bu uygulamaları hemen hemen her gazete yapıyor!. Olmamalı ama, hadi "orta ile iyi ve kötü arasında görüş farklılıkları" kabul edilebilir ama "iyi ile kötünün aynı maçta, aynı futbolcuda birleştirilmesine ne demeli?.. Hatta en iyi ile kötünün?" Diyelim ki; "yazan ile yorumlayan başka başka maçları seyrettiler!!!" Ya bu iki yazıyı yan yana aynı sayfaya koyan spor müdürlerine, sayfa sorumlularına ne demeli? Böyle bir çelişkiye düşen iki adamına "bunun hangisi doğru" diye sormayan, soramayanlara? Yoksa... Yoksa... Bu yazılar, bilgisayarlardan "doğruca" sayfalara mı gidiyor? Spor servislerinde "bunları okuyan ve değerlendiren" yok mu? Vah benim, "bembeyaz olmuş" sakalım!.. Bu günleri de mi görecektin? Hooijdonk'un sırrı!. Bilmem, Fenerbahçe'nin "dev" santrforunun oyununu dikkatle seyrettiniz mi?. Taa... Avrupa Kupaları'ndaki maçlarından, özellikle Fenerbahçe'ye karşı oynadığı karşılaşmalardan beri "onu" çok dikkatli izliyorum!.. Barcelona'nın "eski" hocası Antiç'in "O, iyi bir oyuncu değil, üstelik artık yaşlandı" şeklindeki görüşüne ve sözlerine katılmam mümkün değil!.. O, bu yıl Fenerbahçe'de çok iş yapacaktır, iyi işler yapacaktır!.. Bir defa golcü... İkincisi; hırslı, inatçı, çok koşuyor, pres yapıyor, top çalıyor... Üçüncüsü, müthiş bir hava hakimiyeti var... Dördüncüsü, mükemmel bir asistçi... Beşincisi, tam bir "duran top" sihirbazı... Amma... Bir başka özelliği var ki; "böylesini" hiçbir futbolcuda görmedim!. Tam ceza çizgisi yayının oralarda "kaleye arkası dönük iken" top alıyor ve "adeta kollarını açmış koca bir kartal gibi topu herkesten saklıyor", en uygun zamanda "golü atacak" en uygun adama veriyor!.. Dikkatle izleyin, oynadığı maçlarda "bu tablo" ile kaç defa karşılaşacaksınız; "topu ondan çalmak isteyenlerin" düştüğü aczi, attırdığı golleri, gol pozisyonuna soktuğu arkadaşlarını göreceksiniz!.. Hele orta sahadan kopup "boş" gelen ve "topa iyi vurmasını bilen" bir-iki adama verdiği pasların kaleciler için nasıl "sürpriz gol bombaları olduğunu" da keyifle seyredeceksiniz!. Mesela, "Ceyhun gibi topa iyi vuran bir adam", Hooijdonk'un ceza yayı üzerinden önüne yuvarladığı toplarla kim bilir kaç gol atardı? Amma... Ceyhun da , tıpkı Ortega gibi, Hooijdonk'u da "takımdan atılmak zorunda bırakır mıydı;" işte o başka mesele!!!