Dama taşları ile satranç oynanmaz!..

A -
A +

Bir takım ligin 20'inci haftasına gelindiğinde "hem de 'istikrarlı' olarak bu kadar kötü oynuyorsa", dünyanın neresinde olursa olsun, sorumlu bellidir; teknik adam!.. Bunun "o hocanın kariyeri, karizması ile ilgisi yoktur"; bu durum "o büyük kariyerli" hocanın, "hele yabancı ise", geldiği ülkeyi, o ülkenin futbolunu, o ülkenin takımlarını küçümsediğini ve işini "geldiği yerlerdeki kadar" ciddiyetle yapmadığını, büyüklük kompleksini tatmin için elindeki kadroyu "canlı oyuncaklar gibi gördüğünü" gösterir!.. "Bu durum",7 Rijkaard'ın içine düştüğü başarısızlık tablosunun "asıl sebebini" ortaya koymaktadır!.. Üstelik "böyle bir tablonun içine düşen" sadece Rijkaard değildir; Aragones ve Del Bosque olayları da yakın geçmişimizin başka örnekleridir!.. Rijkaard, Türkiye'yi ve Türk Futbolunu küçümsediğini, "yaptıkları ile ortaya koyuyor"; zannediyor ki, "o başında iken, torba kadro - çorba sistem de olsa, Galatasaray nasılsa başarıya ulaşacaktır!.." "Bol kepçe futbolcu ve yıldız dolu" bir kadro var ortada, "sakatlıklar da, yıllardır olduğu gibi (Galatasaray'ın anlı ve de şanlı sağlık kurulunun kulakları bol bol bol çınlasın) bol kepçe" böyle bir ortamda, elde kalanlar, sahaya, "renklerine göre satranç tahtasının iki sırasındaki 'kendilerine ait yerlere konan' satranç taşları gibi değil", adeta "sadece renklerine göre ama dama tahtasının iki sırasındaki her yere konan dama taşları gibi" çıkarılıyorlar, her hafta takım da değişiyor, oyuncuların yerleri de; "böyle" bir ekip "nasıl takım oyunu oynayabilir, nasıl anlaşabilir?" Daha açık yazayım; "kale kaleliğini, fil filliğini, at atlığını, vezir vezirliğini unutmuş, hepsi birer dama taşına dönüştürülmüştür"; şah ne yapsın; o da "alelâde bir dama taşı olmamış mıdır?" "Futbol satrancını, futbol damasına çevirmek"; işte Rijkaard'ın yanlışı buradadır ve "rotasyon (fiziksel değişim)" derken, "mutasyon (hem fiziksel, hem kimyasal değişim)" tablosunun ortaya çıkışı da bundandır ve normal sonuçtur!.. "Efendim, Milan'da öyleydi, Barcelona'da böyleydi, İtalya'da şöyleydi, İspanya'da uuuu, Hollanda'da buuuu" sözleri ve açıklamaları, "Türkiye'deki Rijkaard'ı anlatmaz"; anlatamaz; ayrıca, "Türkiye'deki Rijkaard'ın başarısız bir hoca olduğunu" söyleyenlerin de "yanlış yolda olduklarını" göstermez; aksine "Rijkaard'ın yanlış yolda olduğunu gösterir!.." "Geldiği ülkenin sosyolojisini, psikolojini, şartlarını, gerçeklerini, doğrularını, yanlışlarını, duygularını, insanlarını anlamak, bilmek istemeyen", dahası "Ben geldim ya, bunları Hollanda'ya, Barcelona'ya benzetirim" inadı ve ısrarı ile kendisini "başarısızlık durağında bekleyen" bir vatmana döndüren, bizzat Rijkaard'dır!.. "Uyumlu bir değişim" hedefleyeceğine,"uyumsuz bir mutasyonun ateşi içine düşmüş" ve "fiziksel değişim" yeterli iken, o, tam bir "narsizm ateşi" içinde, "fiziksel değişime, kimyasal değişimi de eklemeye kalkışmıştır"; ortaya çıkan "ucûbe" işte budur, herkesi utandıran, "futboldan başka her şeye benzeyen" bir futbol!.. Bu kuyudan takımı çıkarabilecek midir, Rijkaard; çok zor; önünde Kayserispor maçından başlayarak öyle bir "sıkışık dönem var" ki, Süper Lig'de de, Ziraat Türkiye Kupası'nda da, UEFA Ligi'nde de "hüsran", hatta "hezimetler" yaşayabilir Rijkaard ve takımı!.. Bilmiyorum, "böyle bir istenmeyen tablo ortaya çıkarsa", Hollandalı Hoca'nın "gönüllü savunucuları" ne diyecek, ne yazacaklardır?.. İmparator adayı!.. Aziz Başkan, "İngiltere örneğinde olduğu gibi, futbolun mali hakları, bu hakların gerçek sahibi olan kulüplerin oluşturacağı bir yeni yapıya devredilmeli, federasyon, sadece işi organize etmelidir" diyor; "doğru" söylüyor, ama "Türkiye için" değil!.. Türkiye'de bu sistem tam bir "yangın getirir" ve alevleri içinde, futbolcuları da, hocaları da, federasyonları da yakar!.. Tam bir "kulüp başkanları diktası" ortaya çıkar ve de "Başkanlar başkanı da imparator olur!.." Futbolcular "güçlü" bir sendikaya kavuşmadan, teknik adamların "iş güvenceleri" temin edilmeden, Federasyonlarımız, "İngiltere Federasyonu gibi kurumsallaşmadan", kulüplerimizde "para babası başkanların diktatörlük dönemleri bitirilmeden" Aziz Başkan'ın özlediği ve beklediği sisteme geçiş, tam bir, hem de "Eski Roma örneği imparatorlar ve köleler sürecine sokar" futbolumuzu!.. Örnek mi istiyorsunuz; "bazı" kulüplerimize bakın yeter; başka "örnek istemeye" gerek var mı?.. Özgener'i kutlarım!.. "Milli Takım Teknik Direktörlüğü" konusundaki kararlılığı, sabrı ve etraftan, medyadan gelen bütün baskılara karşı koyan soğukkanlılığı sebebiyle Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener'i kutlarım!.. Görüyorum ki, "oturduğu koltuğun hakkını verecek" tavırlar alıyor, "dik duruşunu sağlamlaştırıyor!.." "O koltukta geçen zamanı" boşa harcamamış, her olaydan, her yanlıştan ders çıkarmış; inanıyorum ki, çok yakında "bugüne kadar kendisine hata üstüne hata yaptıran" etraftan da "sıyrılacak!.." Sevgili Başkan'ın, "bu kararlı ve soğukkanlı tutumu" ile, Türk Futbol Federasyonu'nun bütçesinden "ne kadar tasarruf ettiğini", Fatih Terim başta, "her Milli Takım Hocası'nın maaşını ve primlerini olay yapıp" manşetlere taşıyan, Trapattoni'nin "Dünya futbolunda normal ve geçerli" isteklerini "Dünyaları istedi" diyerek veren ve yorumlayan medyamız ve anlı şanlı yazar çizerlerimiz bir hesaplasınlar ve de "Fatih Terim'in dünya futbolu için mütevazı maaşını Meclis'e kadar taşıyan" siyasetçilerimiz de bir düşünsünler; bu bir!.. İkinci ve daha önemlisi, daha ortada ve yakında resmi bir organizasyon yokken, "Basın istiyor ve bastırıyor" diye "alelacele iş başına getirilecek" bir teknik adamın, yarınlardaki başarısızlıklarında "Hesabı kim verecektir"; basın mı, yoksa Mahmut Özgener mi?.. Hâlâ nasıl anlaşılamıyor ki, şaşıyorum; Özgener, "kafasında olan" bazı hocaların, "resmi görevlerinin bitmesini bekledi" ya da bekliyor; zamanı var, "zemini beklemesinden" daha tabii ne olabilir?.. Ama "Yılmaz Vural da olabilir, Ertuğrul Sağlam da, Abdullah Avcı da, Tolunay Kafkas da" diyerek, Türk Milli Takımı'nı "zaman zaman parlayıp sönen Anadolu takımları mertebesinde görmeye çalışanlar" bilmeliler ki, Özgener "bu hataya düşmeyecek", hem milli takımı, hem de "hevesli" Türk hocaları, "av bekleyen" medya kurtlarının hedefine oturtmayacaktır!.. İşte gerçek; net 771, brüt 1000!.. Ocak ayında spor medyamızda bir konu tartışma ortamına açıldı; "Antalya'da kaç takım kamp yapıyor?" Kimi "1000", kimi "1500", kimi "2000" dedi, kimi de "olsa olsa birkaç yüz, 500 bile değil!.." İşte gerçek: Eski Galatasaray yöneticilerinden, uzun süredir Antalya'da "turizm - otel" işletmeciliği yapan ve de Sabah Gazetesi'nin Akdeniz Eki'nde yazılar yazan sevgili dostum Özer Saraçoğlu, tartışmaya noktayı koyan yazısında "özetle" diyor ki: "Sabah ekibinin, Antalya Vergi Dairesi'nde yaptığı araştırma sonucunda ortaya çıktı ki, 2009 yılında Antalya'da 771 takım kamp yapmış, bu takımlardan bir çoğu hem sezon başında, hem sezon ortasında geldikleri için, hangi takımların 'iki defa geldiğini tespit güç'; bu bakımdan 2009 yılında Antalya'da 1000'e yakın takımın kamp yaptığını söyleyebiliriz!.." Sevgili Özer kardeş, "Bu futbol hareketinin Antalya'da otellerde oluşturduğu cironun yaklaşık 20 milyon TL (10 milyon euro) olduğunu, kentin kasasına, bir yıl içinde çarşı ve diğer sektörler de dahil, futbol turizminden toplamda yaklaşık 30 milyon TL girdiğini" de yazıyor; kriz döneminde "önemli sayılacak" bir ciro; daha ne olsun?..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.