Yıllar önce bana söylemiş, yazmıştım; "Bir ilki gerçekleştirmek istiyorum, Galatasaray'ın, Fenerbahçe'nin ve Beşiktaş'ın hocaları olarak üç büyüğü şampiyon yapan teknik adam olmak!.." İşte şimdi "o fırsat" Mustafa Denizli Hoca'nın eline geçti!.. Galatasaray'ı şampiyon yaptı, Fenerbahçe'yi şampiyon yaptı; sıra Beşiktaş 'ta!.. Üstelik Denizli Hocam tam bir "siyah - beyaz" aşığıdır!.. Ortada ki, "büyük risk" aldı!.. Ama o "risk almayı" da sever!.. Lige renk, Beşiktaş'a "büyük iddia" getireceği belli!.. Ya başarı ve "kalan" tek hedefe varabilmek?.. Denizli "3 büyüğü de şampiyon yapan tek hoca" unvanını almak için "önüne çıkan" bu "büyük fırsatı" kaçırmamak için elinden geleni yapacaktır; neden olmasın; karizması, kariyeri, bilgisi, hocalığı "buna yeter", ama "takım yeterli" mi; onu zaman gösterecek!.. Ne var ki, "bu tablo içinde riski göze aldığına göre", yarınlarda "hedefe varamazsa" hiç bir mazereti ve bahanesi olmayacaktır!.. Hem de Fenerbahçe ve Galatasaray, "bu hocalar" ile "bu durumda" iken!.. Not bir: Atalarımız; "Büyük lokma ye, büyük lâf etme" sözünü neden söylemişler, Yıldırım Demirören başkan?.. "Ben bu kulübün Başkanı iken, kulübün kapısından adımını atamaz" dediğiniz kişiyi, Futbol Takımı'nın başına hem de "Sinan Engin'i de göndererek tam yetki ile getirmek" nasıl oluyor?.. Anlaşılıyor ki, niyetiniz Makyavel'e bile külâhı ters giydirmek, bakalım "iki cambaz" bir ipte nasıl oynayacak?.. Not iki; Mustafa Hoca'ya "göreve başlarken", aşağıdaki okuyucu mesajını çok iyi okumasını tavsiye eder, başarılar dilerim. Altı puan haftası!.. Dünya Futbol Şampiyonası eleme grubunda "6 puanlık" kolay iki maç oynayacağız!.. Öyle "Sakatımız çok, takım neredeyse yenilendi" mazeretlerinin arkasına sığınmadan "6 puan alacağımız" iki maç!.. Zaten "bu iki maçtan 6 puan çıkaramazsak", finallerde işimiz ne?.. Fatih Terim'in "geçen Avrupa Şampiyonası elemelerinde iş başına gelmesinden beri", şikayet ettiğimiz ve eleştirdiğimiz "torba kadro - çorba taktik", bu defa sakatlıklar sebebiyle "zorunlu olarak" karşımızda!.. Doğrusu ya, tam da Fatih Terim'in havası!.. Yusuf'tan Batuhan'a, "FIFA'nın kabul etmediği, talimatlar gereği edemeyeceği" Turgay'dan Aydın'a kadar "sağlam olan" herkes kadroda; yooo, özür dilerim; "yarı sağlamlar" bile!.. "Başka milli takımda oynamış" bir futbolcunun da "soruşturulmadan" milli takıma çağrılması, "Ben yaparım olurcu" Terim'e belki yakışıyor ama, "Özgener Federasyonuna yakışıyor" mu; yazan, tartışan yok!.. Neyse, Terim Hoca kızar; yarın "6 puanın altına düşüldüğünde" çıkar der ki; "Eleştirdiler, moralimiz bozuldu"; onun için "sinek ısırığı bu eleştiriyi bile geri alıyorum!.." Hatta, "İtalya'da ALS'li sporcular için Milan ile Fiorentina arasında yapılacak maça her iki takıma birer devre teknik direktörlük yapmak üzere davet edilişi" gerçekten hepimizin göğsümüzü kabartan Hocamıza, "Türkiye'de, belki de içinde talebelerin olan ALS'li sporcular için yapabileceğin bir şeyler yok mu" diye sormayacağım bile!.. Spor - Sağlık cinayeti!.. Tüylerim hâlâ diken diken!.. Türkiye'de "iğne ile oynatmanın canlı ve naklen yayını yapıldı"; kimsede, pardon "Turgay Renklikurt hocam hariç", evet, kimsede ses seda yok!.. Hem de "üst üste iki iğne"; ilki "ağrıları dindirmeye yetmeyince" ikincisi vurulan ve Bursaspor maçına çıkarılan Galatasaraylı Arda huzurlarınızda!.. Bütün bir maç Arda'nın "iki iğneye rağmen" koşarken, hatta yürürken nasıl ızdırap çektiğini yüzündeki ifadelerden gördük ve "o çocuk" uzatmalarla beraber 93 dakika sahada kaldı; "böyle" hocalık, "böyle" doktorluk olur mu?.. Benim "asıl" garibime giden, Türk Tabipler Birliği'nin, "böyle bir sağlık cinayetine sesini sedasını çıkarmaması!.." Soruyorum; "Hipokrat yemini nedir ve ne işe yarar?.." "Sporcuları iğne ile koşturmanın, yarıştırmanın, dövüştürmenin, oynatmanın nelere mal olduğunu dair" yüzlerce "acı" örnek ortada iken, hâlâ üzerine gidilmemesi, soruşturulmaması, önlenmemesi nasıl bir vurdumduymazlıktır?.. Spor teşkilâtı, federasyonlar "bu sağlık - spor cinayetini" nasıl seyreder ve hatta mesela Futbol Federasyonu, "milli takımlarda bile" bu cinayetin işlenmesine çıkıp da "Dur" demez, diyemez?.. Bir Beşiktaşlı'dan!.. "Noktasına, virgülüne dokunmadan" ve "yorum yapmadan" sütunuma alıyorum: "Sevgili Öcal ağabeycim. Bir gelenek ve duruş olarak Beşiktaşlıyım. Kulağımıza ezandan sonra okunandır, Beşiktaş. Aşktır, ızdıraptır, dua edilendir, başarısı için. Dedemizden kalan Balkan Harbi'nin kaybedilen topraklarının matemi olan siyahtır kederimiz. Aşk. Beşiktaştır Öcal Abi. Ama Süleyman Seba'dan sonra gelen başkanlar. Ne Beşiktaş'ı ne de Beşiktaşlılığı temsil edemediler. Magazin haberlerinde medyada oldular, kulübün başarılarından çok kendilerini vitrin yaptılar. Scala, Kalli, Brigel, Toshack, Rasim Kara, Daum, Lucescu, Del Bosque, Rıza, Tigana, Ertuğrul, hepsi mi hatalıydı?.. Son 10 yılda hangi hocanın zamanında görevi bitti?.. Son beş yılda hangi kurumsal başarı elde edildi?.. Bunlar hocalar ya transferler?.. Ailton, Huan Fran, Youla, Veysel, Adem Dursun, Sinan Kaloğlu, Diatta, Gordon, Higuen?.. Toplam tazminatlarla beraber 60 - 70 milyon dolar çöpe. Sayın Yıldırım Demirören istifa et. Baba Erdoğan, Beşiktaşlılığından şüphem yok, oğlunu çek bu kulübün başından. Babamın, dedemin, atalarımın, Balkanlarda şehit düşenlerin hatırasına. Hamit Aslan Taneş." Adnan Polat'a sevgilerle!.. Mevsim başında "İsimler büyük ama, ya sakatlıkları, yedeklikleri, ne zamandan beri kulübede, tribünde oturmuşlukları ne olacak" diye yazdığımız için, geçen hafta "Şimdi utanıyorlar mı" diye soran, Galatasaray Başkanı sevgili Adnan Polat'a ben de soruyorum: "Kewell şimdi nerelerde, geldiğinden beri kaç maç oynadı, kaç maç 'sakat olduğu için' oynamadı?.." "Kim utanmalı" lâflarını bırakalım da, "en büyük transfer" ne zaman oynayacak ve bu sezon "kaç maç oynayacak" ona bakalım!..