TSYD Genel Kurulu yapıldı ve genel başkanlığa yeniden Onur Belge, yönetimine de "onun listesi" seçildi!. Başka "başkan adayı" yoktu!. Nerede ise 1000 üyesi olan bir dernekte "gelmiş geçmiş" en pasif ve adeta "dernek ve meslek adına" elle tutar "hiç bir iş yapmamış" olan bir Başkan'ın ve yönetimin "birkaç değişiklik ile" yeniden seçilmesi, mesleğimiz açısından da, derneğimiz açısından da ne acı!.. Daha da acısı, "böyle bir başkanın karşısına" genel kurulda bir başka "başkan adayının çıkmaması, çıkamaması!." Anlaşılıyor ki; "Bana necilik", derneğimizin her tarafını sarmış!.. Yazıklar olsun, hepimize!.. Mesleğimizin "fetret devrine", görülüyor ki; derneğimiz de girmiş!.. Ne oldu; "mesleğimize ve meslekdaşlarımıza her fırsatta hakaret edenler" ve "bu hakaretlere karşı sesini soluğunu çıkarmayanlar", hatta "bunlardan bazılarını" eğitim seminerlerine davet ederek aklayanlar; "yeniden seçilmek sureti ile" aklanmış oldu!.. Vah ki, ne vah!... Genel Kuruldan bir ay önce telefonda sevgili kardeşim Hıncal Uluç sormuştu: "Bu dernekten hâlâ ümidin var mı?" "Var olduğunu ve olmaya da devam edeceğini" söylemiştim!. Evet... "Ümidim vardı"; "Onur Belge ve arkadaşlarının yeniden seçilmesi ile" bitti!. Evet... "Ümidim devam edecekti"; Onur Belge ve listesinin karşısına "bir aday ve o adayın listesi çıkmadığı, çıkarılamadığı için", artık etmiyor!. Şimdi düşünüyorum; "Acaba bu derneğin üyesi olarak kalmanın bir önemi kaldı mı?" Evet... Düşünüyorum... Bunca yıl çatısı altında olmaktan, "üyesi" olarak "rozetini takmaktan", toplantılarına, seminerlerine katılmaktan "onur" duyduğum TSYD, artık benden çok uzak!.. Bitti mi? Henüz değil... Ama "Onur Belge ve arkadaşları", geçen dönem yaptıklarını yapmaya, yapmadıklarını da yapmamaya devam ederlerse, bitecek!. Elbette, tabelâsı olan, üyesi olani genel kurul yapan bir dernek "fiziki" olarak bitmez, ama ya "kimyasal" olarak? Manevi bakımdan? Genel kurulu ile ilgili çok gazetenin "haber dahi yapmadığını", TV kanallarının bir-ikisi hariç hiç ilgilenmediği bir derneğin "manevi olarak" var olduğundan, hatta "fiziki bakımdan" sağlıklı olduğundan söz edilebilir mi? Nerelerden nerelere geldik; hepimiz suçluyuz!. Hele hele "bu derneği kuranlar, bugüne kadar başkanlık yapanlar, yönetimlerinde bulunanlar" hepten suçlu!. "Bana ne, neden o sorumluluğun altına gireyim" diye düşünerek, kenarda oturan gençler suçlu!.. "Ya aday olur da seçimi kaybedersem" diye korkan, "demokratik bir yarışmada kazanmak kadar, kaybetmenin de normal olduğunu, aslolanın yarışa cesaretle ve tutarlı bir proğram ve kadro ile katılmak olduğunu" bilmeyenler, anlamayanlar ve anlamak istemeyenler suçlu!. "Başkanlığı genel kurula gelirken ceketimin yan cebine koyarsanız aday olurum" diyenler ve bu beklentileri gerçekleşmeyince "aday olmaktan kaçanlar" suçlu!.. Artık hiç birimizin "Onur Belge yönetimini eleştirmeye hakkımız yok!." Zira "Onu ve arkadaşlarını, karşılarına bir aday bile çıkaramadan yeniden biz seçtik!." Ve "lâyık olduğumuz" bir yönetim iş başında!.. Süleyman Demirel gibi soralım: "Var mı bunun başka bir izah tarzı?" Kutluyorum!.. Ne zaman önüme "meslektaşlarımın" yani gazetecilerin, spor yazarlarının yazdığı bir kitap gelse, kalbim "pır pır" etmeye başlıyor; heyecanlanıyorum!. "Bu ülkede, belki beklenen ve özlenen medya yok, gazete yok, TV yok ama gene de ve işte bizler varız" diyorum!. Sevgili Erdoğan Arıpınar'ın ve sevgili Halil Özer'in yayınladıkları kitaplar, elime "sevgili Hıncal Uluç kanalı ile" aynı hafta geçti!. Önceliği "güncel olduğu için" Halil Özer'in "Galata Sarayı Efendileri" adlı kitabına verdim ve "iltimas etmeden" söylemeliyim ki; "bir solukta okudum"; gecenin 3.5'unda bitirip, ışığı söndürdüm!. "Okunması" bakımından "müthiş!." Dedim ya, hele "Galatasaraylı" iseniz, bir solukta... Bilmediğiniz, duymadığınız bir çok olayla tanışıyorsunuz, bildiklerinizin, duyduklarınızın da "arka yüzünü" öğreniyorsunuz!.. Amma... "Bu işle yakından ilgili iseniz", Galatasaray'ın "ana meseleleri" hakkında "gerçekleri öğrenmek" istiyorsanız; işte onlar, bu kitapta yok!. Ne AIG meselesi, ne TGS meselesi, ne stad meselesi, ne borçlar meselesi... Bazılarına "şöyle bir dokunulup" geçilmiş, bazıları ise "kitaba göre" sanki hiç olmamış; yani yok!.. Böyle olunca da kitap "geneli ile", benzerleri çok yapılan "Fatih Terim eksenli" bir kitap olmuş!.. Biraz Faruk Süren ve damadı, biraz Ali Dürüst, biraz da Özhan Canaydın var... O kadar... Bir de "gazeteci" ve "gazetecinin haber kuşu" olan Albatros!.. Kısacası, "kitap keyifle okunuyor" ama "Galata Sarayı'nın efendileri" nerede? Sevgili Arıpınar'ın kitabı ise, sevgili Özer'in kitabına göre "zor okunuyor", öyle bir solukta okunup bitirilecek cinsten değil ama bu mesleğe ve Türk sporuna "yarım asırlık bir ömür süresini vermiş olan" yazar, "Türk Sporu'nun hemen hemen bütün meselelerine pencereler açmış" ve "düşüncelerini, görüşlerini" anlatmış... Tabii "yaşadığı olayların" ışığı altında... "Ülkemin Sporu İçin" kitabı, Arıpınar'ın, bir spor yazarı, bir gazeteci, bir spor yöneticisi, bir spor adamı ve bir sporcu olarak "okunacak, düşünülecek ve tartışılacak" görüş ve düşüncelerini yansıtan yazılarından derlenmiş... "Fair Play" konusuna nerede ise "baş koyan", ne var ki "Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi'ndeki uygulamalarında çok fazla abarttığı ve dağıttığı için" zaman zaman benim ve benim gibi düşünenlerin "sert şekilde eleştirilerine maruz kalan" Arıpınar gibi "tecrübeli ve usta" bir gazetecinin bu kitabı, "spora gönül veren" herkesin "kitaplığının spor bölümünde" bulunmalı!. İki meslektaşımı da kutluyor ve teşekkür ediyorum!.. Sevgili Hıncal'a mesaj!.. Olimpiyat meşalesinin taşınacağı koşuya katılanların "bazıları" için yaptığın eleştiriye katılan, benzer eleştirileri yapan, yani "senin gibi düşünen" spor yazarları olmadığı için, yazında spor medyası için "koyun sürüsü görüntüsü veriyor" ifadesini kullanmışsın... Stop... Evet ben de ve benim gibi bir çok meslektaşım, yazar-çizerim de spor medyasını eleştiriyoruz ama açık açık ifade edeyim ki, kullandığın bu "ibareyi kabul etmek" ve onaylamak mümkün değil... Stop... Öncelikle söyleyeyim, nerede ise 50 yıllık "usta" bir gazeteci-yazarın, Türkiye'nin hatta dünyanın dört bir yanında milyonlarca hayranı olan ve bu hayranlığı, "güncel olayları doğrudan ve korkusuzca sahiplenerek", kalemine sansür koymadan yazmak kadar, insani değerler ve "özellikle sevgi ve saygı üzerine çok sık yazdığı yazılar" ile kazanan ve ünlenen senin gibi bir yazarın, zaman zaman kurumlar ve insanlar hakkında "böylesine toptan ve çok incitici ve aşağılayıcı ifadeler kullanmasını", onun "konuşmak ve yazmak üzerine çok zengin nasıl bir Türkçe haznesine ve dil maharetine sahip olduğunu çok yakından bilen" bir gazeteci olarak doğrusu ya "Hıncal Uluç'a yakıştıramıyorum!." Stop... Eğer "Ali Aydın'ın ve Süreyya Ayhan'ın Olimpiyat meşalesini taşımalarının eleştirisini yapmamak", senin yazdığın gibi "koyun sürüsü görüntüsü vermek" ise, ben iftiharla ilân edeyim ki; "Meeee"... Stop... Eğer Serdar Bilgili "Olimpiyat meşalesini taşıyacaksa", ki "ondan hiç söz etmemişsin" ve bir "ki" daha; elhak taşıyabilir, taşımak da hakkıdır, elbette Ali Aydın da "taşıyabilir" ve hakkıdır!. Stop... "Olimpizm ruhu" taşımak, kimsenin ve "bazılarının" inhisarında değildir... Stop... Keşke, cesaretim ve gücüm olsaydı da, "koyun görüntüsü veren" spor medyasının "bir ferdi olarak" ve "mee" diyerek ben de o meşaleyi taşıyabilseydim!... Stop... Sevgiler... Stop... Öcal Uluç... Stop... Hagi farkı!.. Spor medyamızda hâlâ "Fatih Terim'e haksızlık ve vefasızlık yapıldı, o takımın başında tutulmalıydı" diyenler ve mesele sevgili Ümit Aktan gibi "hafta tutanlar" var!. Terim'in, "Galatasaray futbol takımını getirdiği" bitmişlik ve ümitsizlik çukurundan nasıl çıkaracağına dair "sağlam bir fikir tabanı ve ümit üretmeden" ve "büyük" hocanın, Galatasaray'a ikinci gelişinde "doğru olarak" hemen hemen "tek önemli adım atamadığını" ve bu yüzden ona destek verenleri, "Lucescu'nun yerine getirilmesi doğrudur" tezini savunanları bile mahcûp ettiğini gözden kaçırarak, olaya "duygusal yaklaşmak" bilmem ki ne kadar gerçekçi? İşte "hedefi kalmamış, bitmiş, tükenmiş" bir kadroyu devralan Hagi'nin birkaç haftada "aynı takımı getirdiği" nokta ortada!.. Üstelik, "gelecek sezon kuracağı kadronun içinde olacaklarla, gidecekleri tesbit için" her maçta "herkese eşit şans tanımak durumunda" ve altını çiziyorum "zorunda olan" bir hocanın, "Falan, geçen maçta çok iyi oynamıştı, bu maçta ilk onbire neden alınmadı, filanın bu maçta işi ne" şeklindeki, "meselenin esasını anlamayan ya da anlamak istemeyen", meseleye sadece "kazanıp kaybetmek" olarak bakan yorumcuların sert eleştirilerine rağmen, gelinen nokta ortada!. Ergun Gürsoy, Hagi'yi "futbolcu olarak getirdiğinde de haklı idi"; şimdi "hoca olarak getirdiği için" de haklı çıkacak!. Hagi, "Terim'in ilk dönemini hatırlatıyor!." Ve Özhan Canaydın yönetimi "Hagi'ye ve Galatasaray camiasına hiç olmazsa bu defa verdiği sözü tutabilirse", Galatasaraylılar gelecek sezonda "bunca büyük zorluklara rağmen" koşa koşa tribünlere gidecekleri, "ümitle" ekran başlarına oturacakları bir takıma kavuşacaklar!. Kısacası, meselenin anahtarı ve avantajı şurada: Bir; Özhan Canaydın ve ekibi "sözlerini tutarsa..." İki; Terim'e "iki sezonda verilen" transfer hakkı, çar çur oldu, Hagi "bunu yapmazsa..." Üç; Galatasaray, uzun yıllardır ilk defa "rakipleri Avrupa Kupaları'nda boğuşurken" sadece ve sadece "annelerimizin liginde" oynayacak... Gerisi Hagi'ye ve talebelerine kalacak ki; başarı Kaf Dağı'nın ardına değil, hem de hiç değil!. Tüyler ürpertici!.. Atlet Metin Sazak'ın "örnekler vererek, olaylar anlatarak" ortaya attığı "Atletizm Federasyonu Başkanı Mehmet Yurdadön ırkçılık yapıyor" iddiası tüyler ürpertici... Bakan Mehmet Ali Şahin, "Futbol Federasyonu ve onun kurulları hakkında gösterdiği hassasiyeti", Altetizm Federasyonu ve "iddialar" konusunda da göstermeli... Yurdadön, Sazak'ı yalanlıyor ama, "yalanladığı açıklamasında", yooo hayret etmeyin "Devşirmeye karşıyım" diyerek, "Türkmenistanlı" Sazak'ı doğruluyor!.. Ne demek "devşirme?" Bugün Alman milli takımlarında oynayan "Türkler" yok mu? ABD takımlarında yer alan, koşan, rekorlar kıran Avrupalılar, Afrikalılar, Asyalılar yok mu? İsveç'te, Finlandiya'da "milli olan" simsiyah evet "simsiyah" sporcular yok mu? "Irkçılık yapmıyormuş"; hadi canım sen de... Yapıyorsun ve de işte kendi ağzından itiraf ediyorsun; hem de ırkçılığın dik âlâsı!.. Sevgili Yurdadön, "bana gelen" bir bilgiyi de vereyim; belki Süreyya ve Yücel Kop çiftinden vakit bulup da ilgilenebilirsin!.. Bandırma'da 16.5 yaşında bir 100-200'cü genç var... Cem Zengin, hocası olmadan, çimende çalışıp,toprak pistte koşarak 100 metrede 11 saniyeye yakın dereceler yapıyor, okullar arası müsabakalarda... Bilmem haberin var mı? "Türkiye'yi durup dinlenmeden tarıyoruz" dediğine göre "mutlaka olmalı!.." Olmalı da; bu genç ve belki de "onun gibi" yüzlerce genç neden hâlâ sahipsiz? Vay vefasızlar!.. Önce "onu sonuna kadar destekleyen" ve "dâhi teknik direktör" ilân eden Serdar Bilgili "git" dedi. Sonra Bilgili'nin yerine "aday olan" 4 Beşiktaşlı art arda açıklamalar yaptı; "Biz onunla çalışmayacağız, gitmeli... Bizim hocamız başka olacak!." Vay vefasızlar vay... Türkiye'ye gelen "en dâhi" yabancı hoca , 100.yılın şampiyonluğunun en büyük hissedarı olan ve "Türk hocalarının eline su dökemeyeceği" Lucescu'ya bu yapılır mı? Bırakın kalsın Beşiktaş'ın başında da, gelecek sezon, tıpkı Terim'in Galatasaray'ı gibi "üçüncülüğü bile arayın!." Mesele başarı değil ki; vefa!.. Vefada şampiyon olun ama, futbolda şampiyon da Fenerbahçe olsun; öyle değil mi?