Çok değil "3 gün içinde", kafamızı duvarlara çarpa çarpa ve bugüne kadar "belki de on bininci defa" aldığımız ama "çok çabuk unuttuğumuz" bir dersi, gene getirip "iki defa" önümüze koydular!. "Takım olmak, olabilmek" dersini!.. Fenerbahçe "dev olduğu ama takım olamadığı" için, "dev olmayan ama takım olan" Feyenoord'a yenildi ve Şampiyonlar Ligi'nden düştü!. Türk Milli Takımı, "oyuncularını dev zannettiği halde, takım olamadığı" için, "oyuncuları yaşlı ve de sıradan bir takım olan, ama takım olan" Porto Riko'ya yenildi, gitti!. Hâlâ anlayamadık; "ôtakım olamazsan, dev olmanın hiçbir anlamı yoktur!" Ayrıca tartışmak gerek; "gerçekten dev miyiz", yoksa "kendimizi dev aynasında mı görüyoruz?" Bütün arkadaşları "gönül birliği içinde olabilmenin göstergesi" olarak "saçlarını aynı renge boyattıklarında" çıkıp da "Ben saçımı sarıya boyatmam, forma rengimiz de kırmızı, olur sarı-kırmızı, ben Fenerbahçeliyim" diyecek kadar şaşıran İbrahim'i, bilmem Porto Riko maçında seyrettiniz mi? Takımın, hatta sahanın "en kötüsü" idi; ondan da öte maçın kaybedilmesi için "elinden geleni ardına koymayan" bir top kayıpçısı rolündeydi, sanki!. Bilmem ki "aklı Fenerbahçe'de mi kalmıştı?" Hemen onun ardından "NBA şaşkını" olduğunu ortaya koyacak kadar "acemi hareketler yapan" Mehmet Okur sıraya giriyordu!. Porto Riko önünde, "takım olabilmenin asgari müştereklerinin bir tanesini bile bulamayan" Türk ekibi, İbrahim'in ve Mehmet Okur'un "bütün bir maç süren" çok kötü oyunlarını da sineye çekmek durumunda kalınca, açıkça görüldüğü veçhile "bir gençler ve tekaütler karması" halindeki rakibine yenilmekten başka bir şey yapamadı!. "10 dakika Mirsad sırtlayacak" yetmeyecek, "5 dakika Hidayet omuzlayacak", olmadı "bir periyot Kaya yüklenecek" ve biz "Dünya Şampiyonası'nda final oynayacağız"; öyle mi? Ya sevgili Aydın Örs'e ne demeli? TV ekranlarında öyle görüntüler verdi ki; o görüntülerde "mütereddit, endişeli ve şaşkın" bir yüzün bütün detaylarını okumak mümkündü!.. Adeta "takımının", pardon ne takımı, "12 dev adamının" perişan hâli onu şoke etmişti!. Bu şok da bütün bir maç sürdü; her şeye rağmen maçı kurtarmak isteyenlerin yerine "takımı yakmak için" söz birliği etmişlerde ısrar etti ve Dünya Şampiyonası'nda ilk maç "hüsranla bitti!." Okuyucularım hatırlarlar, "inşallah ben yanılırım" diyerek, "bu takımdan ümitli olmadığımı" yazmıştım, birkaç kere.. Bu takımda "takım ve dünya için değil", sadece "kendileri ve Türkiye için" o da en fazla 2-3 tane "dev adam" vardı; işte o kadar!.. Gerisi, "bizim hayalimiz ve fantezimizdi!." 40'ına merdiven dayamış bir Ortiz, bir Mincy, bir Santiago çıktılar, "adam gibi" bir basketbolcu olan Ayuso'nun yönetiminde "koşan, mücadele eden, inanılmaz bir savunma yapan" gençlerle, 12 Dev Adamımızı evire çevire yendiler!. Ne diyelim; bundan sonraki maçlarda "inşallah" devliği bırakır takım oluruz!. Problem; Yıldırım ve yönetimi!.. Çocukluğumuzda, babamızın bize verdiği yüzlerce öğütün içinde, hayatımızı büyük ölçüde etkileyen bir söz vardı; "Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp!." Biz, "dört Uluç kardeş" bütün hayatımız boyunca "bu sözü" hiç aklımızdan çıkarmadık; öğrenmek, sadece öğrenmek için, elimizden ne geliyorsa onu yaptık, hâlâ da yapıyoruz!.. Ve bu yaşta ben, "her gün ama her gün" hiç bilmediğim en az 5-10 şeyi öğrenmeye gayret ediyorum; dinliyorum, okuyorum, izliyorum!. Bilmek ve eğer "bilmiyorsan" öğrenmek!.. "Hayatta başarılı olabilmek için", birçok anahtar, bir çok formül vardır; ama "bu iki sözcük" başarının "olmazsa olmaz" harcıdır!. "Bilmediğini bileceksin" ki , öğreneceksin; "öğrenemiyorsan" bilenlere saygı göstereceksin ki, "onlardan yararlanabilesin!." Lâfı uzatmayayım; işte Fenerbahçe'nin asıl sorunu buradadır!. "Ben istediğim zaman giderim, istediğim sürece kalırım" diyecek kadar, ülkenin "en büyük kulüplerinden birinde" adeta "padişahlığını ilân etmiş olan" ve kimselerin de çıkıp "Sen ne diyorsun arkadaş" diyemediği Aziz Yıldırım'dır, Fenerbahçe'nin asıl sorunu!.. Lorant'tı, Revivo'ydu, Oğuz'du, oydu, buydu; bunlar çok kolay halledilir!. Ama, "Aziz Yıldırım" konusu kolay kolay halledilmez, halledilemez!. Aziz Yıldırım, "hem yönetim, hem kulüp, hem de futbol" konularını bilmiyor!. Daha da acısı, "bilmediğini de bilmiyor!." "Para ve caka" ile "her şeyi halledeceğini" sanıyor!. Spor medyası başta, "haklı eleştirilerde bulunanları" korkutmaya, sindirmeye çalışıyor; mahkemelere veriyor, cezalar yağdırıyor, spor yazarlarının "ekmek paralarıyla oynamaya kalkışıyor", tesisleri, idmanları yasaklıyor!. Ve de "yönetim kurulu üyeleri" olarak etrafını çevirenler de, "bu son derece yanlış" uygulamalara karşı çıkacakları yerde, tam bir "dibek dövücüsünün hınk deyicisi" teslimiyetçiliği içinde, Fenerbahçe'nin gelmiş geçmiş "sportif anlamda" en başarısız başkanına "aziz" muamelesi yapıyorlar!. İşte sakatlık burada... Problem burada... Yönetim sistemindeki bu sakatlık tedavi edilmediği, bu problem halledilmediği sürece, Fenerbahçe'de işler düzelmez!. Durup dinlenmeden hocalar değişir, oyuncular değişir; sonuç gene başarısızlık ve gene kaos!.. Kimse Lorant'ı ipe çekmeye kalkmasın... Adam, Avrupa kamplarına giderken açık açık söyledi; "Yöneticiler iyi transferler yaptılar ama benim listemdeki isimlerin bir tanesi bile alınmadı, benim raporumdaki konular halledilmedi!." Bu sözler üzerinde durulmadı; ama şimdi Hoca'dan hesap soruluyor, neden? "Başkan'ın adamları", Başkan'dan hesap soramazlar da ondan!. Öyleyse "hedef saptır" ve vur abalıya!.. Lorant gitsin!.. İyi, gitsin de, bugüne kadar "Lorant gibi kaç tanesi gitti"; ne değişti? Fenerbahçe'de Lorant, "suçlular" listesinde olsa olsa, hem de "Oğuz'un arkasında", 17 'nci sıradadır!. Neden 17?.. Fenerbahçe Yönetim Kurulu'nda 15 yönetici yok muydu? Bu biletleri kim satıyor? Büyük vergi kaçaklarına sebep olan "teberrulu bilet satışları" Maliye'nin ve Emniyet'in ciddi takibi sonucu büyük ölçüde önlendi!. Ama şimdi de görüyoruz ki; karaborsa bilet satışı hortladı!. "3'e alınan biletler" statların hemen dışında "13'e, 33'e, hatta maçına göre 103'e satılıyor!." Peki, "bu biletler karaborsaya nasıl düşüyor?" "Bu vergisiz ve kara kazançlar" kimlerin cebine ya da kasasına giriyor? Karaborsacının elinde nasıl "bir tomar bilet" bulunabiliyor? Düşünmek istemiyorum ama, "teberru yolları kesilen" kulüpler, bu defa "karaborsadan satış yapıp", giderek kabaran "belgesiz harcamalarını" kapatacak bir kaynak mı bulmaya çalışıyorlar? Bu rezaletin üzerine gidilmeli ve "kimin stadının önünde karaborsa varsa", Maliye'nin projektörleri o kulübün "bilet satışları üzerine çevrilmelidir!." Bunu yapmak zor değil, yeter ki istensin!. Kapalı kapılar ardında!.. Yooo.. TV dizisi "Kapalı kapılar ardında Washington" değil meramımız; "kapalı kapılar ardında" Beşiktaş Divan Kurulu!.. Beşiktaş'ın "eleştiriye tahammülü olmayan" başkanı Serdar Bilgili, Divan Başkanı'na rest çekmiş; "Ya Divan toplantısını basına kaparsınız ya da biz katılmayız!." Vay... Vay... Vay... Sanırsınız ki, kendisi "yönetim kurulu ve Beşiktaş ile ilgili uygulamaları" fevkalade güzel yapıyor da, şimdi "başkalarına akıl ve talimat veriyor!." Sayın Başkan, "başkanı olduğu kulübün tüzüğünü bile okumamış" galiba!.. O tüzükte "Kulüp Başkanı'nın, Divan Kurulu'na müdahale hakkı" var mı? O tüzükte, Divan Kurulu Başkanı'na "Toplantılarda sansür uygula" diye talimat verme, "Yapmazsan, gelmeyiz" diye tehdit etme yetkisi "kulüp başkanına bahşedilmiş mi?" Sayın Başkan; ya hamama girmeyeceksiniz, yok eğer ille de girmek istiyorsanız, "hamama giren terler" sözünün gereğini yerine getireceksiniz!. "Ben hamama girerim ama terlemem, terletmek isteyenlere de kapıları kaparım" zihniyetiyle kulüp yönetilmez!. Hele hele "büyük kulüp!.." Bilmem ki, bu gerçeği hâlâ öğrenemediniz mi? Kim gitmeli? Fenerbahçe'de büyük çoğunluk "kurbanı seçti" ve kampanya acımasızca başlatıldı; "Lorant gitmeli, hem de hemen!.." Evet, Lorant'ın, "Biz Dünya takımı kuracağız" iddiası ile ortaya çıkan ve "büyük paralar dökerek" geniş bir kadro kuran Fenerbahçe'yi "dünyayı bıraktım", Avrupa Kupalarında "başarılı yapabilecek" kapasitede bir hoca olup olmadığı şüpheliydi ama, bilinmelidir ki, şu noktada "onun ipini çekmek" Fenerbahçe'ye yarardan çok zarar getirecektir! Lorant "yalvar yakar" Fenerbahçe'ye gelmek istemedi, silahını çekip "beni alın" da demedi; araştırdılar, onu buldular, anlaştılar, getirdiler! Türkiye'yi tanıdı... Futbolcularını tanıdı... Rakiplerini tanıdı... Tuttu yönetime raporlar verdi, listeler verdi; yöneticiler bunları dikkate bile almadılar, çöpe attılar! Şimdi suçu Lorant'a yüklüyorlar! Ama, kulübe yakın olan kişiler ve gazeteciler biliyorlar ki; "bu raporların dikkate alınmamasının ve çöpe atılmasının asıl sorumlusu" Oğuz!.. Mustafa Denizli'nin arkasında "çukurlar kazılırken" de seyreden, hatta "kazanları" destekleyen Oğuz'du!. Fenerbahçe'de "hemen ve asıl gitmesi gereken" Oğuz'dur!. Oğuz gider, Lorant "güvendiği, inandığı" bir yardımcıyı getirir ve devam eder!. Şampiyonlar Ligi defteri kapandığına göre, UEFA'da ve Süper Lig'de başarılı da olacaktır; Lorant'ta bu kapasite vardır!. Bakmayın siz "yoğun kampanyaya!.." O kampanyanın merkezi, "Başkan'ın adamları!.." Dertleri "eleştiri oklarının başkana çevrilmemesi"; yıllardan beri bu taktik uygulanıyor!.. "Yazıyoruz" diye Fenerbahçeli okuyucularım da bize kızıyor; keşke biz yanılsaydık ve Fenerbahçe, Feyenoord'u eleyebilseydi!. Bir çoğumuz da, "bu kampanyaya kendimizi kaptırdık!.." "Feyenoord'u kolay eleriz" tahmininde fena halde yanıldığımız için, öfkemizi Lorant'tan almaya çalışıyoruz!. Lokum değil, zor!.. Daha kura çekimi biter bitmez başladık; "Galatasaray çok kolay bir gruba düştü. Bu gruptan hatta birinci bile çıkar... Barcelona'yı yener, Rus ve Belçika takımlarının lâfı olmaz!.. Biz ikinci tura bakalım... Milan ikinci tura kalabilirse, inşallah o turda karşımıza çıkar da hocamızın hesabını keseriz..." Hoşgeldiniz; "Feyenood - Fenerbahçe kurası" çekildiğinde "Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi'ndedir" diye açıklama yapan Attila Kıyat Paşa'mızın taklitçileri, hoş geldiniz!. Amma, bilmelisiniz ki; "sefalar getirmiyorsunuz!." Madde bir; Şampiyonlar Ligi'nde "zor grup, kolay grup" yoktur!. Her grupta "en az üç, hatta bazılarında dört tane" demir leblebi gibi takım vardır!. Madde iki; Galatasaray'ın grubundaki "demir leblebilerin sayısı dörttür!." Bu grupta elbette ki "Barcelona'nın ve Galatasaray'ın şansları", bundan önceki "başarıları ve tecrübeleri" sebebiyle "biraz daha fazla görünüyor" ama, grup maçları sonunda "tam ters bir puan cetveli ile karşılaşırsak" hiç şaşırmayalım!. İnanıyorum ki, Fatih Terim gibi tecrübeli bir hoca "bu dolduruşlara gelmeyecektir!." Ama, "benim futbolcularım" bu dolduruşlara gelmeye yatkındır!. Ve Galatasaray'ın en büyük dezavantajı da budur!. Şimdilik sadece bu kadar yazalım ve noktalı virgül koyalım; ileride nasılsa bol bol devam edeceğiz!.