Dikkatli olun!...

A -
A +

Galatasaray tekin değil!.. "Ona lâf eden" nerde ise belini doğrultamıyor!.. "Mezarlı-kefenli" sözler söyleyen Baliç'in durumuna bakın!.. Ogün'ün ve Ümit'in "Fenerbahçe'de son haftalarda" ne hallere düştüğünü görün!.. Gürcan Bilgiç'e "Galatasaray'ı bitirdik" anlamına gelen lâflar eden Mustafa Denizli'nin Avrupa Kupaları'nda da, Türkiye'de de halini hep birlikte görüyoruz!.. Hımmm!.. "Galatasaray için haddini ve çizmeyi çok aşan" yakıştırmalarda bulunan "bazı yöneticilere" sonlarının ne olabileceğini hatırlatmak istedim!.. "Biraz" ayaklarını denk alsınlar!.. Erman Hoca'ya selam!.. "Seni özledim Öcal ağabey" diyorsun; doğrusu ya ben de seni özledim!. İzmir'e geldiğinde beklerim; Urla'da "beğeneceğin" güzel balık lokantaları var; eski günleri yad eder, bugünleri tartışırız!. Sevgili Erman hocam, önce "içimde kalmasın" diye hemen yazayım: Spor yazarlığı mesleğinde "ağabeyin" olduğum için, biliyorum ki, bu satırlarımda bir art niyet aramayacaksın!. Hangi niyetle yazarsan yaz; "Cevap ver, Mustafa..." ya da "Söyle bakalım, Haluk..." gibi hitaplar, yazılarının içinde de, hele hele "başlıklara çıktığında" da sana hiç yakışmıyor!. Sen, "bir futbol yorumcususun!." Muhataplarının birisi "Fenerbahçe'nin teknik direktörü, öteki Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı!.." Yazdığın yazılar, "onlar o etiketi taşıdıkları, o makamlarda oturdukları için" yazılıyor!. Öyleyse, "o makamlara, o etiketlere eş değer bir hitap şeklini kullanman gerek!.." Onlar arkadaşın olabilir!. Onlara "yüz yüze, bu şekilde hitap edebilirsin!." Ama "resmi bir toplantıda" ya da TV ekranlarında ve gazete sayfalarında "bu şekilde hitap etme" hakkın yoktur!. "Bu hitap şekli", inan ki "yapanı" büyütmez!.. Tıpkı "hitap edileni" küçültmediği gibi!.. Aklı başında her okuyucu ve her dinleyici "böyle bir hitap şeklini" ayıplamasa bile, en azından "doğru bulmaz!." Daha açık yazayım: Seninle TV ekranlarında,TSYD Seminerlerinde, gazete sütunlarında "tartışmak" beni mutlu eder; ama kalkıp "Cevap ver, Öcal" dersen, alacağın cevap "ömür boyu sessizlik" ve "o benim muhatabım değil" olur!. "Cevap ver, Denizli" desen... Ya da "Söyle bakalım, sayın Ulusoy" desen.. Bu hitap şekli, yazını da, sözlerini de "sana yakışacak hale getirmez mi?" Neyse, geliyorum bana selamına... Sevgili Toroğlu, sana "selam" yazımda demiştim ki: "Biz spor yazarları, araştırırız, öğreniriz, aynanın önüne arkasına bakarız, görürüz, sonra yazarız. Biz sadece ekrana bakarak karar verip, yazı yazmayız. Futbol yorumcuları ile spor yazarları arasındaki fark budur!." Cevabında, "araştırmadığın için", bak kaç tane yanlış yapmışsın: Bir; Ben Karşıyaka'da oturmuyorum, 5 yıldır Urla'da Gazeteciler Sitesi'nde oturuyorum. İki; Ben gazetecilikten emekli olmadım, gazetecilikte yöneticiliği bıraktım. Şimdi Gözlem Gazetesi'nde yayın ve icra kurulu üyeliği, siyasi yazarlık,Türkiye Gazetesi'nde spor yazarlığı ,Ege'nin en büyük TV ve radyo kuruluşlarının ikisinde yorumculuk ve sohbet programları yapıyorum. Bir bölge gazetesinin baş yazılarını yazıyorum. Sabah Gazetesi'nde sevgili kardeşim Hıncal Uluç'un sütununa haftada bir-iki kitap eleştirisi yazıyorum. Ayrıca yazı yazdığım bölgesel ve ulusal üç de dergi var!. Bilmem ki, bunları okuyunca "emekli olduğum" konusundaki "yanlış kanaatın" değişti mi?" Üç; Ben, maç kritiği yazmıyorum. Sadece "üç büyükler İzmir'e geldiğinde" gidip seyrettiğim için, gazeteme o konuda yardımcı oluyorum. Onun için beni maçlarda pek göremezsin. Ben, "spor yazarlığı" yapıyorum, spor yazıları yazıyorum. Ben "tek tek ağaçlarla uğraşmıyorum!." Benim ilgi alanım "orman!.." Bilmem anlatabildim mi? Dört; Kuşadası'ndaki Futbol Federasyonu'nun hakem eğitim seminerine gelmedim, zira "davetli değildim!." Ayrıca, davet edilmiş olsam da, belki gelmeyecektim!. Zira, ben "hakem değilim" spor yazarıyım!. Türkiye Spor Yazarları Derneği'nin eğitim seminerlerine, "hiç aksatmadan" her yıl katıldığımı çok iyi biliyorsun!. Orada, "hem konuşmacı" olarak, bildiklerimi genç arkadaşlarıma anlatıyorum, hem de "davetli" olarak seminere gelen "ünlü teknik adamları ve hakemleri dinleyerek" uzmanlık konularında bilmediklerimi öğrenmeye devam ediyorum!. "Eskiden bu seminerlere sen de geliyordun", şimdi gelmiyorsun,neden? "Davet edilmiyorsun" da ondan; öyle değil mi? Elbette, davet edilmediğin için, "gelmemekte haklısın!." Peki, öyleyse beni Kuşadası'ndaki seminerde neden arıyorsun? Sevgilerle, Urla'ya bekliyorum!. Sevgili Hıncal da gelecekti, "beraber" bir sürpriz yapın!.. Özlem giderelim!.. Doğru nerededir? Elbette, Galatasaray büyük bir iş başarmıştır!.. Elbette, Galatasaray milyonlarca Türk'ü mutlu etmiştir!. Elbette, Galatasaray "özellikle" Avrupa'da yaşayan Türkler'in "ayrı" bir gurur kaynağı olmuştur!. Bunları bir yana koyup, "Vatan - Millet - Sakarya" lâflarını da geride bırakarak, önümüze bakalım ve düşünelim!. Düşünelim ki, "çok daha güçlü takımlarla boğuşacağımız" ikinci turda "başarılı olabilmenin formüllerini bulalım" ve uygulayalım!. Galatasaray, ilk turda "en az gol atan" takımlar arasındadır!. "5 golle 10 puan alınmıştır" ki, böyle bir performansa ulaşmak, hele "ikinci turda" mümkün değildir!. Öyleyse, Galatasaraylılar'ın, özellikle de Lucescu'nun aşağıdaki tabloyu çok iyi tahlil etmesi gerekir!.. Galatasaray'ı grubundaki üç takımla "teke tek" mukayese ettiğimiz zaman, göreceğimiz şudur: Grupta birinci olan Nantes'la yapılan iki maçın birini Galatasaray kazanmış, bir maç da berabere bitmiştir!. Galatasaray'ın "dört puanına karşılık", Nantes'in alabildiği puan "sadece" birdir!. Galatasaray, grup üçüncüsü PSV'yi kendi sahasında 2-0 yenmiş, rakip sahada 1-3 yenilmiştir. İki takım da üçer puan almış, ama "rakip sahada gol attığı için" Galatasaray "averajla" PSV'nin önüne geçecek bir konuma gelmiştir. Lazio ile oynanan maçlarda "tam bir denklik" vardır, karşılıklı 3'er puan alınmış, "birer gol atılıp, birer gol yenilmiştir!." Peki, "bu tablodan" neden Galatasaray "grup birincisi" olarak çıkamamış ve "3 puan alıp, sadece 1 puan verdiği" Nantes'ın arkasında kalmıştır? Sırada başka sorular da var: Neden Galatasaray "topla oynama oranları itibariyle" iyi bir konumda olmasına karşılık "rakip kaleye attığı şut, girdiği gol pozisyonu ve attığı gol sayısı" itibariyle 32 takım arasında "sonlarda yer alabilmiştir?" Ve "asıl" soru: "Hücum, şut, gol girişimi sayısı ve oranı itibariyle", neden ilk 5 maçla, son PSV karşılaşması arasında "dağlar kadar fark vardır?" Galatasaray'ın kazandığı maçlarla "büyülenen" ve "mest olan" taraftarın, aynanın öbür yanına bakmasına gerek yoktur ama, "futbol uzmanlarının ve analizcilerinin" yukarıdaki sorulara ve benzerlerine "mantıklı cevaplar aramaları" gerekmez mi? "Harika... Deha... Aslan... Kaplan... " sözleri, elbette güzeldir ve yakışır!.. Amma... "Zafer sarhoşluğu içinde" gerçekleri kaçırır, eksikleri, yanlışları görmezlikten gelirsek, yarınlarda "mutluluğumuzun kursağımızda kalması" sürpriz olmaz!. Biliyorum, bu satırları okurken, bir çok Galatasaraylı okuyucum "tahmin edebildiğim şekilde" bana iltifatlarda (!) bulunacaklardır; bulunsunlar!.. Benim spor yazarı olarak görevim, gördüğüm ve inandığım yanlışları, eksikleri, fazlaları, doğruları yazmaktır!.. "Öteki görevi yerine getirenler" nasılsa bol bol var!.. "Övme yarışını yağcılığa ve dalkavukluğa vardıranlar", Galatasaray'a iyilik değil, kötülük yapıyorlar; farkında değiller!. Arif ve Bülent!.. İşte ben, futbolcunun "PSV maçındaki gibi oynayanını" severim!.. İkinizi de, "o geceki oyununuzdan dolayı kutluyorum!.." O gece "çoğunluğun gözü" Sergen'in üzerindeydi, Hasan'ın üzerindeydi, Fleurquin'in üzerindeydi, Mondragon'un üzerindeydi... Perez'in üzerindeydi!.. Elbette, ben de "onları doya doya seyrettim!." Ama benim gözüm, asıl "sizlerin ve Ergün'le Vittoria'nun üzerinde idi!." "Çoğunluğun gözlerinin üzerinde olduğu" futbolcuların, başta Sergen olmak üzere her türlü alkışa layık olduğunu söylemek, Sezar'ın hakkını Sezar'a vermek olur!. Ama, bana göre, "gecenin kahramanları sizlerdiniz: Arif - Bülent - Ergün - Vittoria!.." Eğer sizler üzerinize düşen görevleri ve Hoca'nızın ayaklarınıza ve kafalarınıza yüklediği sorumluluğu "en iyi şekilde yerine getirmemiş olsaydınız" Galatasaray'ın böyle bir başarıya ulaşması mümkün değildi!. Temennim, PSV maçında yakaladığınız çizgiyi devam ettirmenizdir!. O zaman göreceksiniz ki, sizleri eleştiren "bizlerin,sizlerle ilgili olarak bir art ve sabit niyetimiz yok!." Sadece, sizlerin kendinize, takımınıza ve Türk futboluna yararlı olmanızı istiyor ve bekliyoruz, o kadar!. Cevap verilmeli!.. Hıncal Uluç, "üstüne basa basa yazıyor!.." Gazetelerde okuduğumuz ve TV'lerde dinlediğimiz "şerefsizler" sözünü "spor yazarları camiası" olarak yutup, sindirdik mi? Aziz Yıldırım'ın "spor yazarlarına karşı takındığı haşin tavrın" bu kaçıncı örneği? Aziz Yıldırım ve "ona benzeyen bazı yöneticilerin", spor yazarlarının ekmeği ile oynayacak kadar "ileriye giden" adımlarından korkan spor yazarlarının bu tip "çirkin ve tasvibi mümkün olmayan" tavır ve sözlere pek sesleri çıkamıyor!.. Amma velâkin... Nerede bizim meslek kuruluşlarımız?. Başta TSYD olmak üzere gazeteciler cemiyetlerimiz ve Basın Konseyimiz? Kim bilir, belki "birisi" çıkıp bir tepki koydu da, acaba bizim mi haberimiz olmadı? O zata "kapalı devre bir kınama mektubu" mu yollandı? Yoksa "bir bildiri yayınlandı" da, gazeteler ve TV'ler mi yer vermedi? Peki "böyle bir tavır konduysa", neden üyelere duyurulmadı? Kim bilir belki, mesela "benim gibi üyeler", konulmuşsa bu tavrı, bu kınamayı spor kamuoyuna duyurmazlar mıydı? Yooo... Tavır konmadı ve "şerefsizler" sözü sessiz sedasız "kabul edildi" ise, bunun sebebi neydi? Hadi, Basın Konseyi Başkanımız Oktay Ekşi devamlı olarak der ki; "Ben spordan anlamam!.." Anlaşılıyor ki, "şerefsizler" sözünü de "spor" olarak kabul etmiş ve "anlamamış!.." Peki, nerede cemiyetlerimizin başkanları? Orhan Erinç'ler, Attila Gökçe'ler? Her gün "onurlu, haysiyetli yönetimlerden, siyasetlerden" söz ederek, ülkeyi yönetenlere "bu yönde" öğütler verenlerin, uyarılarda bulunanların, kendilerine, meslektaşlarına "hedef serbest" denilerek "hakaret edilmesine" seyirci kalmalarındaki "çifte standart" bilmem ki, hazmedilecek cinsten mi? Ben hazmedemiyorum; biliyorum ki "hazmedemeyen" yüzlerce, binlerce meslektaşım var!.. Çok geç oldu ama gene de "meslek kuruluşlarımızdan" bir cevap, bir açıklama beklemek hakkımız! "Şerefsizler" sözü, "bizim üzerimizde kalmamalı!." Ya spor yazarlarından özür dilenmeli ya da "o sözü söyleyen" söylediğine pişman edilmeli!. Bilmem ki, başka yapılacak bir şey var mı? Bu ne kin? Biri, "futbol dünyasında tanınma adımlarını" Galatasaray'da atmıştı!.. Öteki, futbolculuk hayatının son yıllarında, "bugün amigoluğunu yaptığı" takımından kovalanmış, adı "hastaya çıkmış", kimse dönüp yüzüne bakmaz olmuştu!.. Galatasaray, "o çok düşkün halinde" tuttu onu kadrosuna aldı, onore etti, bağrına bastı!.. Şimdi bakıyorum, ikisi de "futbol yorumculuğunda", kalemlerinden, dillerinden "kan damlayarak" Galatasaray düşmanlığına soyunmuşlar!.. Her imkanda ve fırsatta "yerli-yersiz" Galatasaray'a hücum etmeyi görev sayıp, gönüllü olarak "bu görevi yapıyorlar!.." Böyle bir tabloya bakarak insanın aklına "söylenecek çok lâf geliyor" ama, biz sadece "Bu ne kin? Acaba sebebi ne ola ki?" diye soruyoruz, o kadar!.. Bu arada "ötekine" bir başka sorumuz daha var: Şampiyonlar Ligi'nde Fenerbahçe'nin ilk oynadığı İstanbul'daki Barcelona maçı öncesi TV ekranlarında "tahminini soran" arkadaşlarımıza verdiği cevap "aynen" şöyle idi: "Fenerbahçe kazanacak. Başka bir sonuç düşünmüyorum." Şimdi bakıyorum; TV'lerde "Biz bu kadro ile Şampiyonlar Ligi'nde başarılı olunamayacağını söylemiş ve yazmıştık" diyor!. Peki, biz spor okuyucusu olarak "bu tahminlerin hangisine inanacağız?" "Barcelona'yı mutlaka yenecek" Fenerbahçe tahminine mi? "Şampiyonlar Ligi'nde başarılı olamayacak" Fenerbahçe tahminine mi? Üstelik ikisi de "aynı" yorumcunun olursa?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.