Hey gidi hey!.. Hafta içi gazetelerde haberler: "..Futbol Federasyonu Başkanı Levent Bıçakcı İsviçre'de, İsviçre milli maçındaki lekeleri temizlemeye ve Türkiye'nin bu olaydan en az zararla kurtulmasına çabalıyor!.." "..İstanbul'un lüks otellerinde kapalı kapılar ardında yapılan toplantılarda, yeni Federasyon için çetin pazarlıklar var!.." Kim yapıyor pazarlıkları?.. Levent Bıçakcı'nın Federasyonu'nun "güçlü adamı" Hasan Doğan!.. Hem de "kimle" pazarlık yapıyor; Haluk Ulusoy ile!.. Yani; "mutlaka gitmeli ve bir daha dönmemelidir" denilen ve "kanun değişikliği dahil" bunun sağlanması için "her şey yapılan" Haluk Ulusoy ile!.. Kulis yapan, "pazarlıklar yapan" sadece o değil!.. "Başka kapalı kapılar ardında", Levent Bıçakcı Federasyonu'nun "istifa etmiş" Başkan Vekili Şekip Mosturoğlu yapıyor, Federasyon üyeleri Davut Dişliler, Mahmut Özgenerler, Serdar Güzelaydınlar yapıyor!.. Ne kadroymuş, ne ekipmiş ama?.. Daha "cenaze ortada iken" iktidar kavgasına, post kavgasına, koltuk kavgasına girenler takımı!.. Gelin de Levent Bıçakcı'ya acımayın bakalım!.. Ne var ki, ne demiş atalarımız; "Kendi düşen ağlamaz!.." Bıçakcı da, "tepeden inme, hatta telefon konuşmaları ile bir gecede bulunarak", o koltuğa oturtulmamış mıydı ve "koltuğa bu şekilde oturmayı" kabul etmemiş miydi, içine sindirmemiş miydi?.. "Ulusoy ve arkadaşlarının koltuğunu altından her türlü gücü kullanarak adeta zorla alanlar", şimdi de Ulusoy'la oturup, henüz "Ben yokum" dememiş olan Levent Bıçakcı'nın "koltuğuna aday arıyorlar"; ne garip ve ne anlamlı bir tecelli!.. Bir kenara yazın!.. Türk Futbol Federasyonu'nu "mafyaya teslim olmaktan kurtaran", Türk Futbol Federasyonu'nu "siyasetin emrine vermeye karşı çıkan" Haluk Ulusoy'un hadi "lâneti" demeyeyim ama "ahı" devam edecek ve "kim gelirse gelsin", başarılı olamayacaktır!.. Zira, "Futbol camiası öylesine parçalanmış, öylesine dağılmış ve gruplar arasındaki çatışmalardan öyle kan davaları ve düşmanlıklar doğmuştur" ki; kurulacak olan "yeni" Federasyon'un "cicim ayları" geçtikten sonra, deprem devam edecektir!.. Haini bilmem ama kahraman ortada!.. "Riva Projesi'nin reddedilmesine çok kızmış görünen" Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın "İhanet edenler var, onlardan bir gün mutlaka hesap sorulacaktır" demiş!.. Kulislerde, Özhan Canaydın'ın "bu sözler" ile "Turgay Kıran'ı işaret ettiği" söyleniyor!.. Doğru mu, değil mi; bilmem!.. Ama, bildiğim ve gördüğüm bir şey var; Riva Projesi ile ilgili olarak yapılan Olağanüstü Genel Kurul'da, Ergun Gürsoy'un, "yöneticilikte de, Galatasaraylılıkta da, etik düşüncede de, mertlikte de en az 40 tane Turgay Kıran edeceğini gösteren" tavrı ve "doğru" çizgisi!.. Okuyucularım, hele hele son aylarda Ergun Gürsoy'u "nasıl ağır şekilde eleştirdiğimi" bilirler; ama Sezar'ın hakkı Sezar'a, bu defa "nasıl" bir adam olduğunu çok açık olarak gösterdi; kıvırmadı, içinde bulunduğu yönetimin projesinin altına bomba koymadı, "sonuna kadar" ve hatta "Canaydın'dan daha ısrarlı olarak" Proje'nin arkasında durdu; çeşitli grupların ve kişilerin, hem de "sûret-i haktan görünerek" sahnelediği oyunların hiç birine katılmadı; oyunlara "figüranlık etmedi!.." Bence, Olağanüstü Genel Kurul'un "gerçek kahramanı" oydu; Selâhattin Beyazıt değil!.. Beyazıt ne yaptı?.. "Kangren olmak üzere olan yaranın acısını pansumanla ve morfinle azaltmanın yolunu gösterdi"; Genel Kurul'da "hayati tehlikenin gereğini yapmak yerine", 4 ay daha pansumanı ve morfini tercih etti!.. Herkes diyor ki; "Selâhattin Beyazıt, bu girişimi ile Özhan Canaydın'ı kurtardı!.." Hâlâ anlaşamıyoruz: amaç "Özhan Canaydın'ı kurtarmak ya da batırmak mı, yoksa Galatasaray'ı kurtarmak mı?.." Elbette "kimse Galatasaray'ı batırmak istemiyor", ama "Canaydın'ı batırmak için Galatasaray'ın kurtuluşunu erteleyenler" kendilerine sorsunlar; "geçecek dört ay Galatasaray'a neler kaybettirecektir ve âcil hastanın durumu daha da ağırlaşmayacak mıdır?.." Şu sözüme "mim" koyun ve unutmayın: "Karaman'ın koyunu, sonra çıkar oyunu!.." Temenni ederim ki; ben yanılmış olayım!. Neden Olmasın?. "Eski" hakemler kıyameti koparıyor; "Vay efendim, Futbol Genel Kurulu'na Hakem Derneği nasıl faal hakemleri delege olarak gönderirmiş, bu camiayı parçalarmış, delege olan faal hakemi zor durumda bırakırmış, bölünmeler bu yüzdenmiş..." Vay vay vay!.. "Faal hakem, Hakem Derneği'nde başkanlık yapabilir, yöneticilik yapabilir ve görevler içinde yanlış, hatalı gördüğü her konuda eleştiriler yapabilir, hatta zaman zaman Federasyonları, kulüpleri de karşısına alabilir" ama, "Futbol Genel Kurulu'nda delege olamaz"; oldu mu, kıyamet kopar!.. Hadi canım siz de!.. Hakemliği bıraktıktan sonra "spor yazarlığına soyunup, yorumculuğa başlayıp, reyting uğruna her türlü polemiğin içine balıklama atlayanlar" delege olabilirler ama, "hakemlik yapanlar olamazlar" öyle mi?.. "Adam gibi adam ise", delege olmak için, "hakemliği bırakmış olmak ya da hakemlik yapar olmak" arasında hiç ama hiç fark yoktur!.. "Adam gibi adam değilse", zaten "emekli hakem de olsa, faal hakem de olsa" fark etmez!.. Biz, "her iki türlüsünü de gördük"; işte onun için "fark etmez" diyoruz!.. Üstelik "eğer adam gibi adamsa", delegenin "faal hakem olması" çok daha iyidir; zira "emekli hakem ile faal hakem arasında, hakemliğin meseleleri ve çözüm yolları konusunda, faal hakemler lehine işleyen bir zaman ve değişim farkı vardır!.." Bir "üstelik" daha; demokrasiyi hâlâ hazmedemedik mi?.. Dernek üyeleri arasında "delege olmak için" faal hakem - eski hakem ayrıcalığı, hangi Anayasa'da, hangi Dernekler Kanunu'nda, hangi tüzükte yazıyor?.. "Böyle bir ayrımcılık yapmak ve eşitsizlik uygulamasına girmek" kimin hakkı ve kimin haddi?.. Bilmem ki, daha ne anlatayım?.. Asıl "yok" olan!.. Galatasaray Futbol Takımı, "neden ligin ilk yarısı lider olarak bitiremedi?.." Bu sorunun cevabı olarak "100 tane sebep sayabilirsiniz!.." "Para yoktu" ile başlarsak, Napolyon'un, "Savaşı neden kaybettik" sorusuna cevap verirken, "Çok sebebi var, birincisi barutumuz bitmişti" diye söze başlayan komutanına "Başka sebep saymana gerek yok, neden kaybettiğimiz belli" demesi gibi, "diğerlerini" hiç ama hiç konuşmamamız gerek!.. Ama ben konuşacağım!.. Para faktörü, hakem faktörü, yönetim faktörü, şu faktörü, bu faktörü; say sayabildiğin kadar!.. Ama, "saha ve futbol içi bir tanesi var" ki; çok açık!.. "Bütün öteki sebeplere rağmen", Galatasaray "sadece bu sorunu halletse idi", bugün devreyi lider olarak bitirmiş olurdu!.. O sebep de, "duran toplardaki acizlik!.." Ligdeki her takım "duran toplardan; kornerlerden, frikiklerden, kale önüne ortalardan" goller çıkarırken, Galatasaray'da tam bir karavana yarışı vardı!.. Alexler, Sergenler, Tümerler ve daha niceleri "duran toplardan" goller atarken, goller attırırken, Galatasaray'da "tık" yoktu!.. Ali Sami Yen'de 1-0 kaybedilen Fenerbahçe maçında "korner istatistiği" Galatasaray lehine, yanlış hatırlamıyorsam "12-1'i gösteriyordu" ve Galatasaray'da "iyi kafa golleri atan" üç tane forvet vardı; Hakan Şükür - Necati - Ümit Karan; geriden gelen ve "duran toplarda goller atmış olan" uzun boyluları da düşünecek olursanız; anlayın gerisini!.. Koca Galatasaray, neredeyse Hagi'den beri, yıllardır, "duran toplarda" golcülerine "gol pası atacak" ya da "gol atacak" adam bulamadı!.. "Şaşkınlığın ve iş bilmezliğin" bundan iyi örneği olabilir mi?.. Yooo, "bu sözlerim" sadece yönetime değil, bu takımın başına "hoca" diye gelip geçenlere de!.. "Hastalık" ortada; tedavi eden yok!.. Bu nasıl hocalık, bu nasıl yöneticilik?.. Dersimiz; "İbret-i âlem!.." Fatih Akyel'i "hangi kulüp almak istese", taraftarı ayağa kalkıyor; "Hayır olmaz!.." İşte, bu defa da Trabzonsporlu taraftarlar dernekleri ayağa kalktılar; "İstemeyiz!.." Haksızlar mı?.. Hayır!.. Zira, Fatih Akyel, "profesyonel futbolun gereklerini, profesyonel futbolcu olmanın sorumluluğunu" hiç ama hiç anlamamış, anlayamamış bir futbolcu!.. "Rakip takımlara, rakip takım futbolcularına, yöneticilerine, hocalarına ve taraftarlarına öyle şeyler yapıyor" ki; sonunda gelinen nokta; işte böylesine "İstemiyoruz" feryatları!.. Fatih Akyel'in dramı, bütün futbolculara, bütün sporculara ders olmalı!.. Sadece "giydiğin formaya saygı yetmez"; rakibin formasına da, taraftarına da, hocasına, futbolcusuna, yöneticisine de "saygı göstereceksin!.." Kulüpler "han", sen "yolcusun!.." Gün gelir, "o handa da kalmak zorunda kalırsın!.." Ne olacak?.. Han'a geldiğinde karşılaşacağın manzara belli; "Burada istenmiyorsun!.." Yazık değil mi?..