Durum iç açıcı değil!..

A -
A +

Şimdi, teknik adamından futbolcusuna kadar Türk Milli Takımı'na sormak gerek; "Bu Yunanistan'ı da yenemezsen, Arnavutluk maçındaki perişan hâline rağmen ondan korkarak oynarsan, bu grupta kimi nasıl yeneceksin de, Dünya Kupası Finalleri'ne gideceksin?" "Efendim, Yunanistan'da Yunanistan'dan alınan bir puan da iyidir" diyenlere gülüyorum! Ligleri başlamamış, hâlâ Avrupa Şampiyonası'nda kalmış ve o şampiyonluğun "prim kavgasını yapan", bu yüzden de Gürcistan'ın evire çevire ve kolayca yendiği Arnavutluk'a yenilmiş bir Yunanistan'ı, hem de çarşamba gecesi çok kötü oynayan bir Yunanistan'ı yenemedikten, hatta "Hakemin çalmadığı bir penaltı pozisyonu ile" beraberliği kurtardıktan sonra, kim çıkıp da bana diyebilir ki; "Hiç endişe etme, bu takım finallere gidecek!" Ben, teknik direktörler için "Şunu oynattı, şunu oynatmadı, şunu şöyle, bunu böyle oynatsaydı" ukalalıklarına sapma ve "teknik adamlık oynama" devrimi çoktan kapattım. Bunu yapanlara da gülüyorum; "Hangi spor yazarı, futbolcusunu hocasından daha iyi bilebilir; tabii kaleciyi santrfora, santrforu kaleye koymuyorsa?" Ama, Yunanistan - Türkiye maçı öncesi ilân edilen Türk Milli Takımı kadrosuna bakınca dedim ki: "İşte, 'falan oynamasın, filan oynasın, falan falan yerde değil, filan yerde oynasın, filan da falan yere alınsın' diyenlerin takımı sahada; tam nabza göre şerbet verilmiş!.." Sonra da ekledim; "İnşallah kazanırız da, medyanın umumi istek üzerine sahaya sürülmüş kadrosu da olsa, Türkiye kazanmış ve üç puan hanemize yazılmış olur!" Ama olmadı; "sahada Gürcistan'dan çok daha kötü bir takım" görüntüsü veren Yunanistan'ı "medyanın kurdurduğu takım da yenemedi!" Bu işin geneli!.. İki de özeli var: Dün Türkiye Gazetesi'nin spor sayfasında bir haber vardı: Bu habere göre Ersun Yanal, Hakan Şükür'ü "sakat olduğu için değil taktik gereği kadroya almamıştı!" Teknik direktörün "bu kararına saygı duyarım, elbette vereceği taktiğe uymuyorsa, o oyuncu kim olursa olsun, oynamaz!." Amma, sahadaki oynanan futbola bakınca, "hücumda geneliyle" rakip ceza alanına yandan ve ortadan top doldurmaktan öteye bir şey yapamadık; kısa adamlı hücumcularımıza göre oynamadık. Fatih, Gökdeniz ve Nihat "golcü ve hücumcu" olarak rakibi ısırmak bir yana, koca maç boyu Nihat'ın bir, Gökdeniz'in bir pozisyonu hariç, rakip kaleciye diş bile gösteremediler! Son 5 dakikada oyuna alınan Serhat bile "o kadar kısa bir zamanda" Gökdeniz - Fatih - Nihat üçlüsünün toplamı kadar diş gösteriverdi! Şunu herkes bilmelidir ki: Milli Takım "gol atmak istiyorsa", ya da "başkalarına gol yolları açmak istiyorsa", yani "beraberliği en iyi sonuç olarak düşünmüyorsa", rakip kim olursa olsun sahaya "Hakan Şükür ile çıkmak zorundadır!" "Ondan korkan ve çekinen" rakibi onun başına iki - üç kişi dikmekte, bu da Hakan'ın yanındakilere ve arkasındakilere "rahat oynama imkânı" sağlamaktadır; bir! Yan koşularla, kendisinin başındaki bekçileri de beraberinde sürükleyerek, ortayı boşalttığında "kısa boylulara gol yolları açmaktadır"; iki!.. "Hem yerden, hem havadan yapacağı asistler" ile arkadaşlarına gol fırsatları hazırlamaktadır; üç!.. "Gol şansı" ve "gol ortalaması" yüksektir; her an gol atabilmektedir; dört!.. Rakip kaleye doğru kullandığımız duran ya da yan toplarda "en büyük" silâhımızdır; beş!.. Kalemize dönük "duran ve yan toplarda" geriye gelip bir "stoper görevi" yapmaktadır; altı!.. Hücumda kaptırılan toplarda "pres yaparak" savunmayı rakip sahada başlatmakta ve genç arkadaşlarına örnek olarak onların da "mücadele gücünü arttırmaktadır"; yedi!.. "Kaptanlık" yapmakta, şöhreti sebebiyle "hakemlerle iyi diyalog kurmaktadır"; sekiz!.. Daha yazarım da, lâfı ve yazıyı uzatmayayım; bu tablo bile gösteriyor ki; "o, onsuz oynayan bir Milli Takım'ın en az iki - üç futbolcusunun toplam görevini tek başına yapan, yapabilen" bir futbolcudur ve Türkiye'de alternatifi yoktur!. Ve geliyorum, "öteki" özele: Oyunu gözünüzün önüne getirin; Otto Rehhagel "nihayet" riski göze alarak "kazanmak için hamle yapıyor"; bizde "tık" yok! İnsan düşünmeden edemiyor: Yüklenen ve arkasında "geniş alanlar, boş sahalar bırakmaya başlayan" Yunanistan önünde birbirleriyle uyum sağlamadıkları ve "etkisiz kaldıkları" açık açık görünen Fatih'in, Gökdeniz'in, Nihat'ın iki tanesinin yerine "zamanında" bir Serhat, bir Tuncay, bir Hamit alınsaydı acaba ne olurdu? Ama, "değişiklikte çok gecikilmesinin sebebi" belliydi; teknik adamımız kafasını da, yüreğini de, takımını da "yenilmemeye" yani tek puana göre ayarlamıştı; "Yunanistan'dan Yunanistan'da alınacak tek puan iyi ve yeterli idi!" İnşallah Ersun Yanal'ın "bu hesabı tutar!" Amma... Bir teknik direktörün "doksan artı iki"de sahaya Hamit'i sürmesini, teknik direktörlerin "taktik, tertip ve oyuncu değiştirme tercihlerine saygı duymama rağmen" eğer "vakit kazanmak gayesi yoksa, sakatlık yoksa", kabul etmem mümkün değildir! "Sakatlık olmadığına göre", Ersun Yanal'ın Hamit'i oyuna sokmasındaki gayeyi ve bunun sonucu olarak da "kafasındaki" maç sonucu kurgusunu "anlamamak" mümkün mü? Uzun lâfın kısası, yazık oldu ve Türkiye "çok daha zor maçların bizi beklediği" bir grupta "iki puanda kaldı!" Dileriz, bundan sonrası iyi olur!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.