Alexander Dumas'nın "Üç Silâhşörler" adlı kitabının kahramanı "Üç silâhşörden biri olmayan" D'Artagnan'dır!.. Üç silâhşörler ise Athos, Porthos ve Aramis'tir; Kral'ın silâhşörleri!.. Yazar, Gaskonyalı D'Artagnan'ı da Paris'te bu çok ünlü ve gözüpek üç silâhşörle buluşturur ve kitap D'Artagnan'ın da Kral'ın "Silâhşörü olmasını" sağlayan maceraları ve kahramanlıkları ile geçer!.. 1960'lı yılların başlarında Ankara'da "öyle bir dörtlü grup vardı" ki, içlerinden birinin "kadın olmasına rağmen" bu gruba arkadaşları "Üç silâhşörler" adını takmışlardı: gazetecilikteki "kıdem" sıralarına göre "Ben - Emel Aktuğ, Oktay Kurtböke ve Savaş Kıratlı!.." Önce Oktay Kurtböke ayrıldı aramızdan, geçen haftanın sonunda Emel Aktuğ 'u da kaybettik; geriye ben ve Savaş kaldık!.. "Gündüzlerdeki bu dörtlü beraberlik", gece geç saatlerde evlerimize dönene kadar "Ben - Emel - Oktay" olarak "üçlü" devam ederdi!.. Önce ben evlendim, sonra Oktay ve "bu beraberlik" evlerimizde de devam etti; ta aramıza "ecel" girene kadar!.. Aynı gazetelerde çalıştığımız yıllar oldu, başka gazetelerde çalıştığımız dönemler oldu; "Baba Oktay", İstanbul'a yerleşti, "Ben" İzmir'e geldim, "Kara bomba Emel" Ankara'da kaldı; ama her fırsatta buluşurduk, her fırsatta görüşürdük; "Üç Silâhşörleri ecel ayırana kadar" hep beraber olduk, inanıyorum ki "yarınlarda da gene beraber olacağız!.." Emel, Fransa'dan gelmişti Ankara'ya, Rüzgarlı Sokak'a. Oktay da, İstanbul'dan Mekteb - i Sultani'den, yani Galatasaray Lisesi'nden!.. "Fransızca bilmek" ve "Fransız eğitiminden geçmek" onları "bir araya geldikleri ilk günden" kaynaştırmıştı; doğrusu bu ya, benim "onlarla kaynaşmam" biraz zor oldu; zira ikisi de "zor" insanlardı; eh ben de zorlukta onlardan hiç de "geri kalmazdım", hatta "ileri bile sayılabilirdim"; kim bilir belki de "bizleri birbirine bağlıyan güçlü bağın şifresi" de buydu!.. Herkes ona "Kara Bomba Emel" derdi; zira Ankara'da Rüzgarlı Sokak'ın ortasına "Paris'ten gelen esmer güzeli bir genç kız" olarak düşmüştü!.. Benim ise ona yakıştırdığım söz, her zaman ama her zaman "Kara gün dostu Emel" oldu!.. Gerçekten de öyleydi!.. Kimin, ne derdi varsa elini uzatır, "gece" demeden "gündüz" demeden, "bayram - seyran" demeden yardıma koşardı!.. Bu konuda hiç birimiz onun eline su dökemezdik!.. Evlenmedi, bekâr kaldı; gün geldi hepimize baktı!.. Dobra dobra, dürüst, kalbi tertemiz bir insandı; iyi bir gazeteci idi!.. Oktay'ın aramızdan "çok zamansız ve erken ayrılışı", Emel'le birlikte döktüğümüz göz yaşlarını hatıralarımız arasında katmıştı; şimdi bilmem ki ben ne yapacağım?.. Onunla "uzun sayılacak" son beraberliğimiz rahmetli Oktay'ın Avşa'daki evine Oktay'ın eşi Gufran'la kızı Pürlen'in daveti üzerine olmuştu; çok tatlı günler geçirmiş, Oktaylı hatıraları beraber yaşamıştık. Kiraz Kafe'deki sabah kahvaltılarını ve akşam üstü çaylarını unutmam mümkün mü?.. Telefonum çalardı!.. "Öcüş" diye sesini duyardım: "Sen unutkansın, bak hatırlatıyorum, yarın Özay (Eşim)'ın doğum günü. Onu benim için de öp. Hediyesini de unutma!.." İnsanın arkadaşı çok, dostu azdır!.. Bir dostu, büyük bir dostu, kara gün dostumu kaybettim!.. Dünya git gide tatsızlaşıyor!..