Kaleci Enke'nin ülkesine dönüş anlarını bilmem ki TV ekranlarında izlediniz mi? Koca hava limanında "yapayalnız" bir genç adam... Bitmiş ve tükenmiş... Üzüldüm... "Kendimi onun yerine koydum!.. Gözlerim nemlendi!.." O genç adam, ne ümitlerle gelmişti Türkiye'ye ve Fenerbahçe'ye.. Üstelik itiraf da etmişti; "Rüştü gibi bir kaleciden kaleyi devralmanın baskısı altındayım... Uzun süredir oynamadım... Alışmam ve baskıyı atmam için bir süre lâzım... O süreyi kısaltmak için elimden geleni yapacağım!.." Kim ne derse desin, Avrupa'da "adı duyulan", en büyük kulüplerin kadrolarına girmiş, kalelerine geçmiş bir futbolcu!.. Ve bu kadar samimi... Bu kadar mütevazı... "Böyle" bir insan, 15 gün önce "Türkiye'ye nasıl geldi, nasıl getirildi"; şimdi nasıl gönderiliyor? Hani "İzmir Marşıyla gelmek, Mehter Marşıyla gönderilmek" oyunu bile "bu kadar acımasız" değildi!. Ama... "Dâhi" teknik adam Daum, "kendini kurtarmak için" kendi getirdiği kendi vatandaşını bile "dakikada harcamaktan çekinmedi!." Yooo... "Futbolcu olarak harcayabilir"; takımdan kesebilir, yedek kulübesinde oturtabilirdi... Elbette, formsuz olan futbolcuyu oynatacak değildi ya.. Ben, "insan olarak harcamaktan" söz ediyorum!. Enke'yi harcamasından... Ondan da öte, Fenerbahçe'yi, hatta Türkiye'yi harcamasından!.. Ne Daum, ne de "panik içindeki" Fenerbahçe yönetimi, "1 maç ve 13 günde Enke gibi bir futbolcuyu Atatürk Havalimanı'ndan yapayalnız Almanya'ya göndermenin, Avrupa futbolunda, UEFA'da Türkiye ve Fenerbahçe aleyhine doğuracağı havayı ve bunun yapacağı tahribatı" düşündüler, düşünebildiler!.. Daum'dan "zaten" düşünmesi beklenemezdi, beklenmemeliydi ama ya Fenerbahçe yönetimi? Oturur, anlaşırsın... Adam birkaç maç daha kalır, oynar, oynamaz önemli değil.. Sonra "bir takım bulur" ya da bulunur; Enke'ye teşekkür edilir, o da "kalkar yeni kulübüne giderdi!.." Herkes memnun ve mutlu!.. İnsanlığın, sportmenliğin, "büyük" kulüp olmanın yolu yordamı budur; bu olmalıdır!. "Kötü bir maç oynadın, maçta 2-3 hata yaptın, 13 günde, hadi güle güle"; olur mu? Âlem", Türkiye için, Fenerbahçe için ne düşünür? Rüştü, Barcelona'nın bir hazırlık maçında "bacak arası gol yiyince", İspanyol taraftarın kızgınlık işaretlerini "Nankör İspanyollar" başlıklarıyla haber yapan anlı şanlı Türk medyası, "Fenerbahçe Enke'yi postaladı" havasındaki haberlerle adeta "çifte telli" oynadı!.. Üstelik haberin içinde Enke'nin "Bırakın ben gideyim, alışamadım, kötü oynadım, benden artık hayır gelmez" şeklindeki müracaatını bildikleri ve yazdıkları halde!.. İnsanlık, hocalık ve yöneticilik oydu ki; "bu haleti ruhiye içindeki" futbolcu teselli edilmeli, moral verilmeli, gidecekse ya da gönderilecekse bile bu "3-0'lık bir maç sonucunun hemen arkasından" olmamalıydı!. Enke'nin arkasından "o kaleyi koruyacak" genç kalecilerin bilinç altları şimdi "güm güm" gümlüyor: "Bir maçta Enke'yi postalayanlar, hatalı bir gol yersem kim bilir bana ne yaparlar?" "Bu bilinç altı ile", bu genç kaleciler Fenerbahçe kalesinde nasıl rahat olacaklar, nasıl kendilerine güvenecekler? Böyle hocalık, böyle yöneticilik olur mu? Nerede bu büyük kulübün mentörü? Bu koca kulüpte "makûl düşünecek", "doğru yolu gösterecek" bir kişi yok mu? Aziz Başkan, "neden" Ali Şen'e kızıyor? Bir baksın bakalım, "böyle durumlarda" Ali Şen futbolcusunu nasıl korumuş, nasıl savunmuş, hata yapana ve diğerlerine nasıl moral vermiş? Bir de Ali Şen'e kızıyor; "benim kuyumu kazıyor, devamlı konuşuyor" diye.. Aslında "kulak verebilse, ders alabilse, çok şey öğrenecek ve bu duruma düşmeyecekti" ama... Onun "akıl" hocaları; Uslu'lar, Özaydınlı'lar!.. Onun için bu hâlde!.. Fenerbahçeliler, boşuna "Aramızda bir düz taban var acaba kim" diye aramasınlar!.. Bu akıl hocaları ve bu başkanla, "Fenerbahçe'nin şanslı olması" mümkün mü? Onların Fenerbahçe'ye yaptığını "1000 düz taban" yapamaz!.. Ağızlardan bal damlıyor!.. Vay... Vay... Vay... Herhalde biz başka bir maç seyrettik; "CSKA önündeki Galatasaray, meğer ne Galatasaraymış???" "Avrupa Fatihi geri dönmüş" de bizim haberimiz bile olmamış... "UEFA Kupası'na uzanan" Galatasaray "sahada imiş" de, biz körmüşüz, görememişiz!.. "Şişirmenin" Fenerbahçe'yi ne hallere düşürdüğünü yıllardır yaşayıp geliyoruz!.. Şimdi "hastalık" Galatasaray'a sirayet ediyor!.. "Moral vermenin" adının, "pohpohlama yarışı" olduğunu bilmiyordum; bunca yıl sonra böylece öğrenmiş oldum!.. Ama gene de ben "o yarışa katılmayacağım!.." Galatasaray "bu hali ve bu futbolu" ile, grup maçlarında "Şampiyonlar Ligi'ne ilk katıldığı sezonlardaki durumuna düşer!.." "Atacağı tek gol için bile" bayram yapmak lâzım gelir!. "Bülent gelmiş" Galatasaray savunması taş gibi olmuş!.. "Güçlü bir takım önünde" , taş gibi mi olmuş, yoksa "Majino hattı" gibi darmadağın mı olurmuş, bilmem... Ama... "Biraz toparlanmış" sözüne katılırım!.. Orta saha yok... Batista hariç, ne savunmada, ne de ofansif görevlerde "Avrupa standartlarına çıkan, çıkacağı ümidini verebilen" bir orta saha var, Galatasaray'da!.. Buraya mutlaka "üst seviyede ve kalitede, lider hüviyetli" bir transfer şart!.. Hakan Şükür'le "forvet" olur ama, Hakan Şükür ile "golcü takım" olunmaz!.. Arif, artık "boş kaleye gol atacak" güçte... "Bir var, üç yok" Ümit Karan ile de "Avrupa Kupaları yürümeyeceğine göre", forvete de "kaliteli bir golcü" şart!. İyi de "para nerede?".. O, Özhan Canaydın ve yönetiminin sorunu!.. Ya çıkar derler ki; "Para yok, biz hedef küçültüyoruz... Avrupa filân konuşmayın!." Tamam anlarım ve de bütün eleştirilerimi geri alırım!.. Ya da "büyük olmanın" gereğini yaparlar, yapmazlarsa eleştiririm!. Bugünkü gibi!. "Bu" Galatasaray'ı pohpohlayanlar; bilesiniz ki, Galatasaray'a iyilik yapmıyorsunuz!.. Şenol Güneş doğru söylüyor!.. "Tel örgüler hayvanlar içindir!.." Son günlerde duyduğum "en doğru, en anlamlı" sözlerden biridir, bu söz!.. Aslında "eski" bir sözdür, yaygın bir sözdür ama, "statlarda tel örgü tartışmaları" başladığı günden beri "pek söylenmeyen", hatta belki de "söylenmesine cesaret edilemeyen" bir sözdür; işte Milli Takım Teknik Direktörü Şenol Güneş bu sözü "cesaretle söylemiş" ve ok yaydan çıkmıştır, geri de dönülemez!.. Artık herkes bilmelidir ve ona göre hareket etmelidir; "Tel örgü hayvanlar içindir!." Şimdi bazıları diyeceklerdir ki, hatta belki de demektedirler ki; "Vay efendim, sen tel örgüsü olan statlara gelen seyircilere hakaret ediyorsun, onlar hayvan mı?" Haşa... Ne Şenol Hoca'nın ne de mesela onun gibi düşünen benim "stada gelen seyircilere" en ufak bir hakaret kastımız vardır, olamaz da!.. Zaten, "tel örgüler o stada maç seyretmeye, eğlenmeye, keyif etmeye, takımını alkışlamaya gelen" insanlar için konmamıştır ki; "onlara hakaret edelim!.." Tel örgüler, o statlara, bugün "Vay, 'tel örgüler hayvanlar içindir' diyerek seyircilere hakaret ediyorsunuz" diye tutturanların bile, "Kendini bilmez bir avuç insanlıktan çıkmış fanatik, holigan" diye yazıp çizdikleri, "en ağır" hakaretleri ve eleştirileri yaptıkları kişiler için konulmuştur, konulmaktadır!. Ve el hak, tribünlerden atlayıp "hakemlere, futbolculara saldıran, spor sahalarını kirli ideolojilerinin gösterileri için kullanmaya kalkan" insanlığını unutmuş canlılara "insan" demek mümkün müdür? Öyleyse "Tel örgüler hayvanlar içindir" sözü neden "tribünlere gelen insan gibi insanlara hakaret olsun?" Eğer bu söze itiraz ediyorsak, ancak şu yönüyle itiraz edebiliriz: "O insanlıktan çıkmış kişilere hayvanlığı yakıştırmak, hayvanlara hakaret olur" diye düşünüyorsak, ki "ben çok zaman böyle düşünürüm", o zaman Şenol Hoca'nın sözüne "anlam olarak" ve de "hayvanlar lehine" itiraz edebiliriz.. Ama... Hoca "dikenli telin gelişimi" itibariyle "doğruyu söylüyor!." Dikenli tel, "belki de ilk defa" yaygın olarak Amerika'nın "kovboyluk" dönemlerinde "sığır sahipleri" ile "koyun sahipleri" arasındaki kanlı kavgalarda, büyük ya da küçük baş hayvan sürülerinin meralarını istila etmemesi için "mera ve sürü sahipleri tarafından kullanıldı!." "Hayvanlara karşı hayvanlarını ve meralarını korumak için!." Dikenli tel, sonra hapishanelere geldi, sonra da savaşlarda "koruma hatlarına!.." Dikkat ediniz, hiç birinde "normal insan ve insanlıkla ilgili" bir şey yoktur!. Öyleyse, Şenol Hoca'nın söyledikleri doğrudur ve bilinmelidir ki; "tel örgüler insanlar için değildir, hayvanlar içindir!." Tel örgülerini kaldıran ve "bunu sürekli hale getiren" şehirleri, camiaları, kulüpleri kutlarım!.. Darısı, bütün statlarımızın başına!.. Filozofa bakın!... Lucescu'ya yakıştırılan "hiç ama hiç haketmediği" sıfatlara bakın... Bir de, her ceplerinden bir tane Lucescu çıkaracak Türk teknik adamlarına müstahak görülen sıfatlara... "Yabancı hayranı" Jöntürk kafası... Tanzimat kafası... "AB'ye teslim olan" kafa... "ABD'ye hayran" olan kafa... Galatasaray Lucescu'yu gönderip, Terim'i getirmekle hata etmedi ya... Etmediği de, Terim "Takımım her türlü kupaya lâyıktır ve alacak güçtedir" derken... Lucescu'nun geçen gün Beşiktaş'ın "Şampiyonlar Ligi'ndeki şansını değerlendirirken" , hedefinin ve gözünün ne kadar aşağılarda olduğu, kendisine ve takımına güvenmediği için "çok iyi bir santrfor ya da yabancı transferini istemediği" , zira bu transfer yapılırsa, yönetimin ve camianın kendisinden "Avrupa'da iddialı hedefler bekleyeceği", ama "bu hedeflerin adamı olmadığını, olamayacağını" çok iyi bildiğinden transferin ve hedefin önünü şimdiden kesmeye çalıştığı, onun bütün derdinin "Süper Lig olduğu" açık seçik ortaya çıkınca, bir defa daha anlaşıldı.. "Küçük hedefli" hocaların, Hollman'dan beri Galatasaray'da işlerinin olmadığı açıktı!. Ama gene de, diyelim ki Galatasaray yönetimi ve başkanı hata etti; "Lucescu'yu tutmadı ve yerine Terim'i getirdi!.." Bu da zaten bazı kesimlerce ve yazarlarca defalarca haftalarca ve aylarca eleştirildi!.. Ama... İki yıl geçti, kan davası hâlâ sürüyor!.. Galatasaray "hangi futbolcuya teklif götürse" , Lucescu "yol kesmeye çalışıyor" ; saman altından devamlı su yürütüyor!.. Sinan Engin... Başkan Bilgili... Yönetici falan, filân... Rumen Hoca'nın "dolduruşuna ve tuzağına düşüyorlar" ve "Fenerbahçe - Galatasaray rekabetinin bütün olumsuzlukları" iki yıldır "Beşiktaş - Galatasaray arasında da görülmeye başlıyor!.." Dikkat ediniz... Rumen Hoca "yarın" kalkıp gidecek ama ortada "daha iki yıl öncesinde" herkesin örnek gösterdiği "Beşiktaş - Galatasaray dostluğunun, sportif rekabetinin yerini" tam bir "düşmanlık" alacak!.. Tribünlerde başladı bile... Giderek ve hızla da yayılıyor!.. İşte "filozofun yaptığı" bu!.. Hitler'in, "düşmanlığı, savaşı tahrik ve teşvik eden" o "imâl edilmiş" ve sonra hepsi unutulmuş filozoflarının yaptıkları gibi... Herkes aklını başına alsın, gözünü açsın ve "Filozof'un tuzağına düşmesin!.." Bir de, "Efendim, beni attılar ama ben alacağımdan vazgeçtim, çeki yırttım" masalları anlatmıyor mu, bunlar yazılıp çizilmiyor mu; gül gülebilirsen... Ağla ağlayabilirsen... Çek yırtılmamıştır ya, diyelim ki, yırtılmış bir çek var; olsa olsa o çek "vadesinde ödenemediği için" değiştirilen bir çektir ve Lucescu'nun Galatasaray'da kalan "bir Rumen lirası bile yoktur!." Lucescu'ya gene de "filozof" demeye devam edelim ama, Lucescu'yu da iyi tanıyalım!.. Okuyucu müthiş!.. Bilgisayarımdaki e-maili okuyunca, nerede ise gülmekten iskemlemden düşecektim!.. Okuyucu müthiş... Sporu da, futbolu da, iyiyi de, kötüyü de, sebep-sonuç ilişkilerini de, mizahı da çok iyi biliyor.. Açıkça ifade edeyim; çoğumuzdan da iyi biliyor.. Buyurun, bizler, yani gazeteciler ve spor yazarları, Olimpiyat Stadı için neler neler yazmadık... Yorumlar... Haberler... Yığın yığın ve sayfa sayfa... Alt alta toplasak ciltler tutar... Ama, bir okuyucum, sevgili Tayfun Akşahin, bakın "bizim ciltler dolduracak" haber ve yazılarımızı tam tabiri ile "mat eden" işi cümlelik görüşü ile işi nasıl bitirmiş ve meramını nasıl anlatmış: Diyor ki: "Bu statta ne olimpiyatı yapılır?" Cevap veriyor: "Mangal ve barbekü!.." Sevgili başkanım ve Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi başkanlığına yeni seçilen Togay Bayatlı'yı kutlar ve başarılar dilerken, okuyucumun bu "keyifli" ve "çok anlamlı" esprisini de, ona ve komitesine ve tabii dolaylı olarak o stadı orada ve o konumda yapan bütün teknik adamlara ithaf ederim!.