Fatih Terim farkı!..

A -
A +

Milli maçı seyrederken hazırlamıştım kendimi; "Fatih Terim farkı" başlıklı yazım için!.. Perşembe sabahı bilgisayarımın başına oturduğumda "iki konu arasındaki tercihimi" dün yazdığım konudan yana kullanıp, "Terim yazısını" bugüne, Uluçmarket'e bırakmaya karar verdim!.. Ama dün sabah gördüm ki, "yanlış" yapmışım; sevgili Ercan Güven, Milliyet'te "Fatih Terim farkını ortaya koyan" nefis bir yazı kaleme almış!.. Beni atlattı; kutlarım!.. Ama, konu "önemli" olduğu için, "24 saatlik bir atlamayı" göze alarak ben de yazacağım!.. Çok yorumcu arkadaşımın "Rakiplerimiz kimlerdi ki" diye "küçümseyerek" TV ekranlarına ve spor sayfalarına taşıdığı "3 maç - 9 puan ve yenen sıfır gol" ile puan cetvelinde Türkiye'yi grubunun başına oturtan seri için, Terim'e de, Milli Takım'a da, futbolculara da "büyük" haksızlık edildiği ortada idi!.. "Seyircisiz oynanan" iki maçta, deplasmanda kazanılan bir karşılaşmada, üstelik "Türkiye Liglerinde oynanan futbolun kalitesinin çok düştüğü görülen" bir dönemde ve "takımlarımızı yabancı oyuncuların istila ettiği" bir süreçte, sadece alınan sonuçlar değil, Türk Milli Takımı'nın "oynamak istediği ve hatta son maçta oynadığı futbol" üzerinde çok az kişi durmuştu!.. "Cezalı bir takımın, cezalı oyuncularla eksilen bir kadronun futbol olarak ortaya koydukları" genel olarak gözlerden kaçmış ve kaçırılmıştı!.. Son dünya şampiyonu İtalya önünde oynanan futbol da gösterdi ki, Türk Futbolu'nda "gerçek" bir "Terim farkı" vardır!.. 50 yıldan fazladır, futbol yazıp çiziyorum; buna dayanarak diyorum ki, Türk Milli Takımı'nın "ne yapmak istediğini, ne yapacağını, ne yaptığını bilerek oynayan, oynamaya çalışan" futbolcular ile "dolu olduğunu" gördüğüm maç sayısı çok azdır!.. Üstelik bu futbolcuların önemli bir bölümü de, şu günlerde kendi takımlarında "formsuz ve kötü oynuyorlar" denilerek yerden yere vurulanlardır!.. İtalya önünde hata yapmadık mı, yaptık!.. Ama, futbolu "rakibi oynatmamak üzerine kurulu" İtalyanları, kendi sahalarında ve tribünleri dolduran seyircileri önünde hem de sahanın her yerinde "nefes aldırmamacasına oynatmadık", üstelik kendimiz de "futbol" oynadık!.. Takımımızın, "rakiplerini oynatmayan" bir futbol felsefesine sahip ve bu maça da öyle çıkan İtalyanlar önünde, kaç defa "10 pasın, hem de hücuma yönelik olarak üstüne çıktığı", istatistiklerde vardır!.. Bu hoca bizim, bu takım bizim!.. Gereksiz takıntılarla ve kulüpçülük duyguları ile onları yıpratmayalım ve "bırakalım" gidebilecekleri yere kadar gitsinler!.. "Neden Vestel Manisaspor'dan oyuncu yok" ya da "Ersen Martin neden oynatılmıyor" gibi yaygaraların cevabını "çok geçmeden" bizzat "zamanın kendisi verdi"; hem alınan ve oynayanları üzen ve kıran, hem de bugün alınmayan ve oynatılmayan ama yarın alınabilecek ve oynatılabilecek olanları küstüren bu eleştirilerin kimseye, hele hele milli takıma yararı yok; hem de hiç yok!.. Zira, Fatih Terim, "kimseye peşin peşin" kapıları kapatmıyor ve açık açık diyor ki; "Milli takıma herkesin kapısı açık, hak eden kadroya girer ve formayı giyer!.." Gerçek nedir?.. Yıllardır İzmir'de oturuyorum ya, İstanbul'dan, Ankara'dan çok arkadaşım ve meslektaşım bana soruyor: "Ne oldu, birdenbire bu Vestel Manisaspor'a?.." Lâfı uzatmadan, öncelikle şu gerçeği yazayım: Bugün "futbolcu ve teknik adam için" Vestel Manisaspor'un sağladığı şartları, "büyük" kulüpler dahil hiçbir kulüp sağlayamıyor, sağlayamaz!.. Mustafa Denizli'nin başlattığı ve Ersun Yanal'ın düzenlediği "çalışma şartları", kamp, idman ve yemek yerlerinden, gerekli teçhizata, kondisyon merkezine kadar mükemmel!.. Maaşlar, primler, transfer taksitleri, günü, saati, dakikası aksamadan "banka hesaplarına yatıyor!.." Kulüp, futbolcusuna "büyük kulüplerin göstermediği" ilgiyi, hatta "kulüple ilişkisi kesilmiş olsa bile" nasıl gösterdiğini Meduna olayında ortaya koydu!.. Vestel'in patronunun, Ersun Hoca'ya "İlk yarıyı lider bitir, devre arasında istediğin iki yabancı, iki Türk futbolcuyu sana transfer edeceğim" garantisini verdiğini de bütün Manisalılar biliyor, konuşuyor, anlatıyor!.. Yani, "her şey" iyi, işler de "iyi gidiyordu"; birdenbire tam bir düşüş ve düş kırıklığı yaşandı; bu şokun sebebi ne?.. Bildiğim bir şey var: "İyi işleyen" ve de "başarıyı da getiren" anlattığım bu çarka rağmen, Manisaspor ile Vestel birleşmesinde "tam kaynaşma bir türlü başarılamadı"; ilişkilerde "istenen ve beklenen" sıcaklık yok; hâlâ "belirli bir süre devam edip, sonra bitecek bir ortaklık" hissi veren bir görüntü ile karşı karşıyayız!.. İkincisi, "futbolu bilen" bazı "top oynamış, hocalık yapmış" kişilerin iddiası üzerinde durulacak cinsten: "Vestel Manisaspor'un ligin ilk üç haftasında karşılaşacağı rakipler sırasıyla Beşiktaş - Trabzonspor ve Galatasaray'dı!.. Ersun Hoca, bu maçlarda başarılı olabilmek için mevsim başında fazla yükleme yaptı ve takımı erken forma soktu!.. Diğer takımlar henüz tam hazır değilken ve yavaş yavaş forma girerlerken, Vestel Manisaspor sıçrama yaparak öne fırladı. Ama beklenen sonuç gelecekti; düşme hızlı ve ağır oldu. İşte sebep bu!.." Bu iddiayı, Vestel Manisaspor art arda maç kazanırken de duymuştum, bana "Bak Öcal Abi, hızlı çıkış birdenbire çöküşe dönecek, zira takım fazla yükleme ile erken forma sokuldu, bedeli ağır olacak" demişlerdi ve ben bu sütunlarda "o zamanlar" bu iddiayı yazmıştım!.. Elbette, "bu iddianın doğru olup olmadığını" ben bilemem; uzman değilim!.. Ama, "uzman olanlar", yani bu işin hocaları ve "hocaların hocaları" Vestel Manisaspor'daki durumu analiz etmeli, gerçekleri ortaya koymalılar!.. "Fazla yükleme ve erken forma sokma" iddiası doğru olabilir mi, yoksa palavra mı?.. Top adaletin elinde!.. Bence "sporda" haftanın haberi: "Uluslararası Halter Federasyonu'nun (IWF), verdiği 100 bin dolarlık para cezasının Türkiye Halter Federasyonu tarafından ödenmesi üzerine, Gençlik Spor Genel Müdürlüğü (GSGM), bu cezanın federasyonun bütçesinden karşılanamayacağı gerekçesiyle dava açtı. GSGM'nin verilen cezanın, sorumluları olan Federasyon Başkanı Hasan Akkuş, antrenörler Ömer Öztürk, Osman Nuri Vural ve Muharrem Süleymanoğlu tarafından ödenmesi gerektiği gerekçesiyle dava açtığı öğrenildi." Eğer "bu dava" Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'nün istediği biçimde sonuçlanır ve Yargıtay da mahkeme kararını onaylarsa, Türkiye'de "doping ile yapılan mücadelede" en tesirli ve en önemli adım atılmış olacak!.. Görelim bakalım, böyle bir karardan sonra, "doping yapmaya, yaptırmaya, denetlememeye, ses çıkarmamaya, mücadele etmemeye cesaret eden" kaç başkan, kaç yönetici, kaç hoca ve kaç sporcu çıkacak!.. Masal devam ediyor!.. "Riva, Başkan Özhan Canaydın'ın özel olarak gittiği Dubai'de Arap sermayesine pazarlandı; 100 milyon dolar geliyor, bunun 10 milyon doları ve Ülker'in vereceği 5 milyon dolar ile ara transferde şu kadar futbolcu alınacak. İşte o futbolcular falan, filân." Aaaa, bu haberler gazetelerde çıkarken, bir başka haber patlayıverdi; "Riva'yı ünlü kredi ve sermaye şirketi Merril Lynch alıyor; şu kadar para verecek, bu para ile şunlar, bunlar alınacak!.." Bre aman, bir yanda Arap sermayesi, bir yanda İngiliz sermayesi, acaba hangisi doğru?.. Yoksa, aylar ve aylar boyu "Ribery için Marsilya'nın vermeyi önerdiği 3 - 5 milyon euroyu kabul etmeyiz, FIFA'nın kararıyla 10 milyon euro gelecek ve bu oyuncu sonunda Galatasaray forması giyecek" diyen sevgili başkan Özhan Canaydın'ın "Ribery fiyaskosu gibi" mi, bu haberler de?.. Galatasaray'da büyüklere masallar devam ediyor!.. "Faruk Süren, sonra Mehmet Cansun, sonra Özhan Canaydın" derken, şimdi de Adnan Polat eklendi masalcılara!.. Hayırlı olsun!.. Olmaz!.. Daha önce haber olarak okumamış ve duymamıştım; sevgili Kâzım Kanat'ın dünkü yazısında okudum, tüylerim diken diken oldu!.. Beşiktaş'ın "bölünen" taraftarının "en ağırlı" ve "en ünlü" grubuna mensup seyirciler maçta bağırmışlar: "Beşiktaşlı olunmaz, Beşiktaşlı doğulur. Beşiktaşlı olmayanlar o... çocuğudur!.." Ve yıllar yılı herkese yazılarında "fair play dersleri veren" (ki, o yazısının başka bölümlerinde de bu dersleri vermeye devam eden) sevgili Kâzım Kanat, bakınız , aynı yazısında "o grup için" ne diyor: "Asıl konuya gelelim, Çarşı, Beşiktaş'ın cesur kalbidir. Çarşı susarsa Beşiktaş susar, Türkiye susar." Demek ki neymiş; o grubun "o iğrenç tezahüratı asıl konu değilmiş", ama "Çarşı susarsa, Türkiye susarmış" asıl konu buymuş!.. TV ekranlarında Ahmet Çakar ile giderek "seviyesi düşen" ve "çirkin" benzetmelerin havada uçuştuğu tartışmalarının, sevgili Kanat'ı "bu noktaya getirmesi" beni şaşırtmadı!.. Artık, "Çarşı ağzını yermeyen, yeremeyen" cesur (!) ve de "Çarşı ağzını öven" fair play'ci(!) bir spor yazarı var ortada; çok yazık!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.