Art arda. Önce Orhan Şengürbüz'ün, "beklenmedik" ölümü. Hemen ardından; Vedat Okyar!.. İşte "bu kadar" kolay; "bugün varsın"; evet ama, "acaba" var mısın?.. Birkaç dakika sonra "ne olacağını" kim bilebilir?.. Ölüm üzerine, "insanın insan olduğundan beri", çok şey söylendi, çok şey yazıldı!.. Bence "en önemlisi", bir ölünün ardından "o, musalla taşında iken" söylenenler ve düşünülenlerdir!.. Çoğu "pişmanlık" ifade eder ve o "kutsal" mekânda "keşke" ile başlayan cümlelerin çokluğu insanı şaşırtır!.. "Ölümlü dünya" üzerine "ifadeler" ve "düşünceler", sanki Cami avlusunda "filozoflar toplantısı" yapıldığı intibaını verir!.. Sonra, cenaze arabası "o sevilen insanı alır götürür", kalabalık "Son haftalarda cami avlularında çok sık buluşmaya başladık" hayıflanmaları ve "Acaba sıra kimde" düşünceleri içinde dağılır ve inanın "o pişmanlık ve ölümlü dünya üzerine" konuşulan ve düşünülen "her şey ama her şey, cami avlusunun kapısından çıkıldığı anda" unutulur; taaa ki, "yeniden" bir cami avlusunda buluşuncaya kadar!.. "Güzel Adam" Vedat Okyar, hiç kimseyi kırmak istemezdi, "bir yanlışlık olmuşsa", mutlaka "bin defa özür diler"; gönül alırdı; zira "gerçek bir gönül adamıydı!.." Daha dün gibi aramızdan ayrılan Kazım Kanat'tan sonra, "o" da, hem Beşiktaş camiasında, hem "futbol yorumculuğu" dünyamızda, hem de "dost insanlar" sofrasında "doldurulmayacak bir boşluk" bıraktı; Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun ve geride kalanlara Allah sabır versin!.. Şengürbüz'ün ölümü de "yürekleri yakan" ve de "çok erken, zamansız" bir ayrılık oldu!.. Spor spikerliğimizin "kıraç" tarlasında, "göz alıcı" bir çiçek gibiydi; nur içinde yatsın!.. HHH Şimdi geliyorum, musalla taşı önündeki 'pişmanlık' ve 'keşke' ifadeleriyle dolu düşünce ve sözlerimize... Cami kapsından çıkınca unuttuğumuz, hele hele "bilgisayarın, daktilonun, kalem-kağıdın başına geçtiğimizde" iyice ama "iyice" unuttuğumuz düşünce ve sözlerimize... "Hepimiz" diyeceğim ama, zaman zaman o gazetede, bu kanalda görüyorum; "Vedat Okyar gibi istisnalar, sayıları çok az da olsa hâlâ var"; onun için "çoğumuz, büyük çoğunluğumuz" diyeyim, yapıyoruz, sıklıkla yapıyoruz, hep yapıyoruz; gönülleri, kalpleri, insanları kırıyoruz, kırıyoruz, kırıyoruz!.. Taaa musalla taşına kadar!.. Hemen bugünden (dün) bir örnek vereyim: Ankara'da uzun yıllar beraber çalıştığım, çok değer verdiğim sevgili Yusuf Yalkın, "Tobol maçı dolayısı ile Rijkaard'ı eleştirenlerin" ağızlarının payını fena hâlde vermiş; hem de "öyle" bir vermiş ki; bakın ne demiş: "Ne ayı gibi seveceksin; ne de kültürsüz biri gibi yereceksin! Eleştirmek öyle kolay şey değildir; bilgi ister, görgü ister, birikim ister, mantık ister!" Rijkaard'ı, "Tobol maçı" konusunda "eleştiren" çok kişi oldu; başkalarını bir yana bırakayım; o maçla ilgili olarak "en ağır eleştirilerden birini yazan" da benim; yani, Yakın'ın, "ayı gibi seven, kültürsüz biri gibi yeren, bilgisiz, görgüsüz, birikimsiz, mantıksız" diye vasıflandırdığı kişilerden biriyim!.. İşte bu noktada, "hepimizin kendi kendimize sormamız gereken" soru geliyor, ortaya: "Merak ediyorum, yarın 'Öcal Uluç musalla taşında yatarken', ne diyeceksin acaba sevgili Yalkın?.." Elbette, "Rijkaard'ı eleştirmek", bizlerin ne kadar hakkı ise, "Rijkaard'ı eleştirenleri eleştirmek" de senin en tabii hakkın, ama "yukarıdaki cümleler" ne demek oluyor?.. "Musalla taşına kalmadan" bir düşün bakalım!..