Futbol Federasyonu Başkanlık Baş Danışmanı Gündüz Tekin Onay'ın "Futbol Reformu" konusunda görüşlerimizi soran bir form göndermesi ile başlayan süreci "yazılı" olarak sürdürüyorum. "Teknik ve uzmanlık isteyen" sorulara girmeden, "benim cevaplayacağım" konularda görüşlerimin büyük bir bölümünü ilk yazımda yazdım. "Antrenör eğitimi ve antrenörler" konusu da benim için bir "teknik" konuydu, ona dokunmayacaktım. Ne var ki, "öyle telefonlar" aldım, "öyle mailler" geldi ki, "bu konuda da yazmaya karar verdim"; meğer ne çok dert ve dertli varmış. Ne var ki, "bu konu" da az sonra... Yani haftaya... Öncelikle, "geçen haftadan söz verdiğim" konuları yazacağım; yani "Federasyonun futbolla ilgili yayın stratejisi ne olmalı, medya ilişkileri kişiye göre değişse de nasıl olmalı" ve "Fair-play kavramı, eğitimi konusundaki ana görevi kim üslenmeli; federasyon - kulüp - medya - hakem - futbolcu - seyirci kriterleri nasıl ortak çalışabilir" sorularına cevap arayacağım... Federasyonun yayın stratejisi, "eğitmek ve bilgilendirmek" üzerine olmalı!. "Propaganda ve kendi kendini övmek" üzerine değil!. Federasyonun bir dergisi var; düne kadar "propaganda ve kendi kendini övmek" stratejisi ağır basıyordu; son aylarda "düzeltme yapıldı" ama bana göre "hâlâ" yeterli değil!. Bu dergi, "Futbol dünyamızı yani futbol camiasını ve kamuoyunu eğitmek, bilgilendirmek ve oluşturmak durumunda olan" kişilerin "eğitilmeleri ve bilgilendirilmeleri için" önemli bir iletişim kanalını açabilir. TRT ile anlaşma yapılıp, bütün bir gün ve gece "çoğunlukla" nerede ise "Milattan öncesinde oynanmış futbol şampiyonalarından, tenis turnuvalarından artık kimsenin seyretmediği maçları yayınlayarak" zaman dolduran "TRT 3" kanalında, "futbol dünyamızı bilgilendirme ve eğitme programları yapılabilir!." Bu arada mutlaka ve mutlaka "Futbolla ilgili talimatlar, yönetmelikler, hakem ve oyun kuralları kitapçıkları", futbol yazan, futbol konuşan, futbol düşünen, futbol yöneten kişilere ulaştırılmalı; ulaştırılmalı ki; "kamuoyu yanlış bilgilendirilmesin, yanlış eğitilmesin!." "Medya ilişkileri, kişiye göre değişse de, nasıl olmalı" sorusuna vereceğim cevap net ve tek: "Arkadaş - dost ve ağabey - kardeş ilişkisi" özel hayatta kalmalı, "medya ile ilişkilerde" daima "çağdaş, tarafsız, ayrımcılık yapmayan" bir ilişkiyi getirecek olan "Federasyon yetkilisi ya da görevlisi-gazeteci ilişkisi" çizgisi izlenmelidir!. Fair-play kavramının yerleştirilmesi, eğitimi ve kitlelere ulaştırılmasında da "yukarıda anlattığım tablo içinde" hem Federasyon dergisinden, hem de TRT 3'teki programdan yararlanılabilir. Bu görevi elbette ki üstlenecek olan Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi'dir, Spor Teşkilatı'dır, Futbol Federasyonu'dur. Diğerleri "yardımcı olacaklardır!." Elbette ki; Federasyon - Kulüp (yani yönetici) - Medya - Hakem - Futbolcu - Seyirci kriterlerine "teknik adamı" da katarak "bu kriterlerin fair play konusunda nasıl ortak çalışacağı" sorusuna cevap ararsak, ortaya "makûl" ve "çalıştırılabilecek" şöyle bir mekanizma çıkar: "Bu kesimlerin meslek kuruluşlarının temsil edileceği" bir "Türkiye Fair-Play Kurulu" kurmak ve "TMOK'un, Spor Teşkilatı'nın - Futbol Federasyonu (tabii özerk olacak diğer federasyonları da katmak gerek)'nun fonlarından ayıracakları maddi destek ile" besleyerek çalıştırmak; "fair play üzerine kamuoyunu eğitecek ve bilgilendirecek her türlü çalışmayı yapmasını sağlamak!." Bugünlük bu kadar!.. Spor yazarı nasıl olunur? Selami Özsoy, Abant İzzet Baysal Üniversitesi'nde "Medya ve Spor" dersleri veriyor. Öğrencileri ile beraber "Spor gazeteciliği mesleği" üzerine yaptığı araştırmanın sonuçlarını "kısa olarak" yazmış ve "Aynaya bakalım" demiştim; "araştırmanın ortaya koyduğu ideal spor gazetecisi niteliklerinin kaçı kendimizde var?" Bizler, spor yazarları, "bu sorunun cevabını" ararken, bakalım "araştırmanın sahibi olan" Selami Özsoy, (ki, kendisi de eski bir spor yazarıdır), "günümüzün" spor medyası ile ilgili olarak ne diyor: "Üniversitede verdiğim 'Medya ve Spor' dersleri sırasında öğrencilerimin spor medyası için tepkili ve daha da kötüsü ümitsizlik içinde olduğunu görmek, eski bir spor gazetecisi olarak beni üzmektedir. Mesleğe hevesli birkaç gencin sınıfta sorduğu 'Spor yazarı olmak için ne yapmamız gerekiyor?' sorusunu, 'Donanımınızı geliştirin, sporu çok iyi bilin, dil öğrenin, çok okuyun, çok yazın...' gibi önerilerle cevaplayıp yüreklendirmeye çalışırken, çoğumuzun bildiği gerçek cevabın ağırlığını hissetmek gerçekten acı verici: 'Spor gazeteciliği günümüzde üniversite eğitimi, lisans gibi; belli bir şarta sahip olanların yapabildiği meslek dalı değildir. Olabiliyorsanız futbolcu, antrenör, hakem olun. Bunları olduğunuzda zaten potansiyel bir spor yazarısınızdır, iş bulamadığınızda size kapılarını açacak bir gazete mutlaka bulursunuz. Ayrıca işadamlığı, bankacılık, avukatlık, mobilyacılık gibi hangi işi yaparsanız yapın, çok para kazanıp bir kulübe yönetici olduktan sonra da spor yazarı unvanı alabilirsiniz. Bunların hiçbirini yapamazsanız, üstelik dayınız bir gazetenin sahibi veya üst düzey yöneticisi değilse yol yakınken vazgeçin bu sevdadan...' Umarız 20-30 sene sonrasında farklı bir tablo olur karşımızda. Spor gazeteciliği, bir kuşak sonrasında daha nitelikli gençlerin atılmak istediği, rağbet gören ve çalışanların hak ettiği ücreti aldığı daha saygın bir meslek kimliği kazanır." Üzgünüm, ama sormam gerek; "itirazımız var mı?" Milli Takım!.. Şenol Güneş'in "ne yapmak istediği" ortada... Üstelik çıkıp bol bol anlattı da... "Bu kadro nihai değil... Bu kadroya eski kadrodan tecrübeliler ve hak edenler alınacak... Bu kadro değişime katkıda bulunacak gençleri tanıma ve birbiri ile tanıştırma kadrosu. Eksikleri, gedikleri görme, oyuncuları tartma ve milli formaya alıştırma kadrosu.." Hayatlarında "ilk defa yan yana gelip" bu maçta "pas alış verişinde bulunan" oyuncular var; hem de çoğunlukta!.. Ertesi gün gazetelere bakıyorum: "Bu kadroda iş yok... Bu kadro ile olmaz... Bu kadro daha verkaç yapmayı başaramadı... Bu kadronun orta sahası şöyle, defansı böyle, forveti şöyle böyle" denilerek, artık herkesin bildiği "eskimiş" bir taktikle asıl hedefe yönelinmiş; "Şenol Güneş bu işi beceremiyor, beceremez!." Gülüyorum... Elbette "bu yorumlar" Şenol Güneş'i göndermez, gönderemez!. Şenol Güneş'i "gönderecek olan" Federasyon Başkanı Halûk Ulusoy'dur!.. Gönderecek mi; bilmiyorum ve ben Ulusoy'a bakıyorum!. Karar doğru!.. Futbol Federasyonu Başkanı Halûk Ulusoy'un "yeniden aday olma kararı" beklediğim bir gelişme idi. Zaman zaman onu ve federasyonunu ağır şekilde eleştirsem de, şu anda "onun yerine bu işi daha iyi yapacak bir kimse" ortalıkta yok, talip de yok, Türk futbolunun yarınlarını maceraya atmanın gereği de yok; öyleyse karar doğru!. Sanırım, "rakipsiz olarak gireceği seçimde" nerede ise "oy birliği ile" seçilecektir!. Temennim, "bu başarı" onu "mağrur bir padişah" yapmasın; daha mütevazı, daha dengeli, daha "az yanlışlı", daha gönül adamı, daha kibar ve çağdaş, daha bilge, daha müsamahalı, daha centilmen, daha birleştirici yapsın!. "Hizmetlerine lâyık" bir "yönetici değişimi" göstersin!. "Yolunu kesmek için", değiştirilecek Futbol Kanunu'na "zorlama maddeler eklenmesi" isteklerine karşı "Böyle şey olmaz" diyen Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay'ı da kutlarım!. Tanrıkulu ve arkadaşlarına tebrikler!. Sabah büyük iş yaptı; Altan Tanrıkulu ve arkadaşlarına kucak dolusu tebrikler!.. Yıllardan beri ilk defa "ciddi" bir organizasyon ve "ciddi" bir "yılın sporcuları ve spor adamları seçimi" yaptık!. Elbette "herkesin gönlünde yatan aslan" başka başka olacaktı, olabilirdi; ama her şeye rağmen, mesela benim "yılın sporcusu" adayımın "Halil Mutlu" olmasına rağmen, "seçilenlerin" elhak "ünvanlarını hak ettiklerini" söylemeli ve hepsini kutlamalıyım!. Bu arada "tebrik etmem" gereken biri daha var; yooo "kardeşim olduğu için değil", çok anlamlı bir "protestoyu gerçekleştirdiği" için!.. Türkiye'yi "spor sahasında alınan bir mağlûbiyetin bedeli olarak", hiç utanmadan ve sıkılmadan "Çavuçesku Romanyası'na benzeten" bir kişiye "müstehak olduğu" tepkiyi, milyonlarca Türk'ün önünde gösteren Hıncal Uluç'u kutluyor ve yanaklarından öpüyorum!. Sonradan "özür dilemişmiş.." Spor yazarlarına "hıyar" diyen Erman Hocamız da "özür dilemişti"; ama kendimize yapılan bu hakarete karşılık "onu da çok anlamlı şekillerde" ve mesela "Eğitim Seminerimizde salonu terk ederek" protesto etmiştik!. "Kendimiz, mesleğimiz için" yaptığımız protestoyu, "ülkemiz için yapan" Hıncal Uluç'a bir Türk vatandaşı olarak teşekkür ediyorum!. Temas var mı, yok mu? Hemen hemen her hafta sonu TV'lerin "hakem yeme" proğramlarında "Bak... Bak... Bak... Temas yok... Nasıl faul kararı verilir, nasıl kart gösterilir" diyen çok bilmişleri dinleye dinleye "neyin doğru, neyin yanlış olduğunu" bile şaşırdık!. Geçen hafta oynanan Barcelona - A.Madrid maçında Barcelonalı Davids'in "ikinci sarı karttan oyundan atılması" pozisyonunu çok bilmişlerin tekrar tekrar izlemeleri gerek!. Davids "öyle bir giriyor" ki; maazallah zaten "temas olsa" rakibi hastanelik olacak, ama adam atlıyor, temas olmuyor, hatta adam topla gidiyor; ama hakem "niyet" o kadar kötü ki, avantaja bile bırakmıyor, düdüğünü çalıyor, oyunu durdurup faulü veriyor ve "ikinci sarı kartını çıkarıp" Barcelonalı yıldıza soyunma odasının yolunu gösteriyor!. Zira, A. Madrid'li oyuncu bakımından "en büyük avantaj", bu hareketi yapan oyuncunun takımnı 10 kişi bırakması değil mi? "Temas olduktan sonra", yani "rakibin oyuncusunu sakatlayacak" hareket "hedefini bulduktan sonra", bir değil bin faul çalsan, sarı değil kırmızı kart çıkartsan ne yazar? FIFA "sakatlanmaları önleyecek" tedbirlerin hakem tarafından alınmasını istemektedir; "temas yok" diye çalınmayan düdük, çıkarılmayan kart, bir başka pozisyonda "sakatlanacak", hatta "hastaneye kaldırılacak" bir oyuncu için "yeşil ışık yakmaktan başka" neyi ifade eder? Futbolcu bilecektir ki; "Sakatlayacak bir hareket yaparsam, temas olsun olmasın ceza alacağım, kart göreceğim!." "Gir kasap gibi" ama "temas yok" diye hakem "devam" desin, olur mu? Ya "sakatlanmamak için" bu pozisyonda "atlamaya ve kurtulmaya çalışan" bu yüzden dengesini ve topu kaybeden, hatta "atlayarak düştüğü için" belki bir de "hakemi yanıltmaktan kart bile görecek olan" oyuncunun kaybettiği avantaj ne olacak? Gülüyorum!.. Galatasaray'da her şey olur ama, "önümüzdeki seçimli genel kurulda" tabii "Özhan Canaydın istemezse", Özhan Canaydın ve listesinin "açık farkla seçimi kazanmasının önüne geçecek" bir gelişme olmaz!. "Zorlama" aday çıkarma gayretlerine gülüyorum; Galatasaray'ı ve Galatasaray camiasını galiba "hiç tanımıyorlar!." Bu kulübün futbol takımının "14 yıl şampiyon olamadığını" ama bu sürekli başarısızlığın bile "yönetim değişimlerindeki Galatasaray kıstaslarını ve geleneğini değiştiremediğini" unutanlar var; onlara da gülüyorum!. Bugün yapılacak iş, "Canaydın'ın önüne çıkıp seçimlerde gülünç olmak yerine", Canaydın'ın "Galatasaray'ı içinde bulunduğu bataktan kurtaracak" güçlü bir yönetim kadrosu kurmasına yardım ve destek olmaktır!. Canaydın hata yapmıştır, Canaydın verdiği sözlerin önemli bir bölümünü tutamamıştır ama "bunlar" Galatasaray'ın "yönetimi değiştirme kıstaslarını ve geleneğini değiştiremez"; değiştirmemelidir!. Süren - Cansun ikilisinin "maddi ve manevi olarak" büyük erozyona uğrattığı değerleri, her şeye rağmen "yerli yerine oturtacak" bir kişiliğe, iradeye ve maddi güce sahiptir; Özhan Canaydın!. Galatasaraylılar, ona "başladığı işi bitirme şansını ve imkânını vereceklerdir"; bu da böyle biline!..