Şimdi aktaracağım cümleyi, "bir futbol yorumcusu" ya da "bir spor yazarı" yazabilir ama "bir bilim adamı" yazamaz!.. Zira, "bilim adamı" yargılarında "tarafsız olmak" zorundadır, "bilimsel değerlerin ve verilerin sonuçlarına bakmak" zorundadır, olaylara "her yönü ile bakmak" zorundadır, "kullandığı kelimelere, deyimlere dikkat etmek" zorundadır!. Bakınız, sevgili Turgay Renklikurt Hocama "Yapma be hocam" dedirten cümleye: "Stadyumlar, öfkenin boşaldığı dev boyutlu birer KLOZET niteliğini hep koruyacaktır." Bu cümlenin sahibi, Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç.Dr Ertan Kılcıgil!.. Kılcıgil'i tanımıyorum, yazısını da okumadım ya da bu cümle konuşmasında ise, konuşmasını da dinlemedim... Turgay Hoca, "o yazıdan ya da konuşmadan" bir cümle almış... Aslında ben "yazının tamamını okumadan ya da en azından cümlenin önündeki ve arkasındaki paragrafları görmeden" karar vermem; ama bu cümle öyle bir cümle değil!.. Çok açık ve "başlıbaşına" söyleyenin ya da yazanın "nasıl düşündüğünü ortaya koyuyor!." Bir bilim adamı, "bu sözü neden söyler?" Bir: "Bilim adamı gibi düşünmezse ve bilim adamı olmanın gereklerini yerine getirmezse" söyler!.. İki; "Okuyanlara ya da dinleyenlere 'Vay be, ne oturttu ama' dedirtmek için" söyler!.. Üç; "Sözüm tartışma açsın ve ben de gündeme gireyim" diye söyler!.. Üçü de "bir bilim adamına yakışmaz!." Ama... Bilim adamı "böyle yaparsa", elbette spor sayfa ve ekranlarında da "fanatik, sokak hatta köprüaltı seviyesinde tartışmalar" ve tribünlerde de Hocanın "yanlış olarak çizdiği" tablonun pis kokuları ortaya çıkar!. Aslında "futbol" bir bilimdir... Bir sanattır... Bir yaşam tarzıdır... Bir felsefesi vardır... Bir spordur... Rekabettir... Ticarettir... Sanayidir... Pazardır... Pazarlamacılıktır... Medyatiktir... Propagandadır... Seyirliktir... Tutkudur... Heyecandır... Coşkudur... Öfkedir... Kavgadır... Acıdır... Hüsrandır... Güzeldir... Kötüdür... Milyarlarca insanın aşkıdır!.. Bir bilim adamı, "futbolu" ve ona aşık olanların "doldurduğu" tribünleri anlatırken, "futbol olgusunun sadece ve sadece öfke ve kavga tarafına bakıp" yargıya varamaz, varırsa işte böyle "bir bilim adamına yakışmayacak" sözlerle buluşur!. Bilim adamı olmaktan çıkar; "edebi sözler bulmaya ve yazmaya meraklı" bir gazeteci, bir yazar ya da yorumcu haline gelir!.. "Körlerin fili tarifi gibi", ancak "filin tuttuğu yerini" anlatmış olur!.. Nitekim ve ne yazık ki, "böyle anlatmıştır!." Bu anlatımla da, sadece "tribünlerdekilere değil", futbola, futbolu yazıp çizenlere, futbolu düşünenlere, futbolu araştıranlara, inceleyenlere (kendisi de dahil), futbola hizmet edenlere, futbolu seyredenlere "elbette" sözün nereye gideceğini "pek düşünmeden" hakaret etmiş olur!. Ve de ne yazık ki, "klozetin sifon çekiciliği görevini üstlendiğini" ve bu cümlesi ile "sifonu çektiğini ve klozeti temizlediğini" zanneder!. Bizler, "spor yazarlarından, futbol yorumcularından, teknik adamlardan, yöneticilerden, seyirci ve taraftarlardan", futbolu "tek yönlü" değil, "çok yönlü" anlamalarını, yaşamalarını isterken ve beklerken, bir bilim adamının futbola ve tribünlere "tek gözle, hem de sadece olumsuzlukları gören bir gözle bakmasını ve bunu genelleştirmesini ve üstelik 'hep' olarak nitelendirmesini" bilmem ki nasıl karşılayacağız? Tribünleri, dikkat ediniz, Hoca'nın vurgusuyla "hep" , evet "hep öfkenin boşaldığı klozetler" olarak görürsek, sporu, fair-play'i nasıl koruyacağız, nasıl savunacağız? Yooo... O kadar da basit değil!.. Bunu, sadece sayın Kılcıgil değil, yorumcusuyla, yöneticisiyle, teknik adamıyla, futbolcusuyla "işi köprüaltı seviyesine indirenler" ve "onların her gün doldurmaya çalıştığı taraftarlar" da iyi bilmeliler ki; futbol ve tribünler "böyle düşünenlere ve bu düşünceye uygun hareket edenlere teslim edilmeyecektir!."