Hey gidi günler hey. Ne çabuk da unutuluyor!... "O günleri yaşamayan, o günlerde futbol yazıp çizmeyen", dahası "maç nedir bilmeyecek kadar genç olan" arkadaşlarımı bir yana bırakıyorum, "o günleri yaşayan, o maçları seyreden, hatta o maçları yazan" meslektaşlarımadır, bu satırlarım. Başta da "o günlerde, o takımlarda oynayan", hatta "o takımlarda kalecilik yapan" ve bugün de "futbol yazan - çizen - konuşan" meslektaşlarıma!.. Bugün "kaleci Ufuk gündemde olduğu" ve de "Ufuk, Galatasaray kalesini korumaya çalıştığı için" örneklerimi Galatasaray'dan vereceğim. Aslında "yerlisi-yabancısı", Fenerbahçelisi, Beşiktaşlısı, Real Madridlisi, Milanlısı, Liverpoolusu "çok örnek var" ama, ben "sadece" iki "büyük" Galatasaraylının adı vereceğim!.. Turgay Şeren'lerin, Yasin Özdenak'ların "ilk kalecilik yıllarını" hatırlarım; ne hatalı goller yemiş, Galatasaray tribünlerine kaç maçta nasıl saç baş yoldurmuşlardı!.. Eğer, "onlar", bütün bu hatalarına ve yedikleri "saçma sapan" gollere rağmen, "onları kaleye koyan", onlara "inanan ve güvenen", onlar üzerinde "sabır ve ısrarla işleyen" hocalara sahip olmasalardı, Galatasaray tarihine de, Türk spor tarihine de "adlarını altın harflerle yazdıramayacak" ve genç yaşlarında unutulup gideceklerdi!.. Ama, "Baba" Gündüz başta, Galatasaray'ın "o zamanki hocaları", Turgay'a da, Yasin'e de, bugün Ufuk'a, Aykut'a yapılanları yapmadılar; bu iki "unutulmayacak" ad, Galatasaray tarihine de ve Türk Futbol tarihine de gelmiş geçmiş "en büyüklerdendiler" denilerek, işte "o hocaların artısı ile" yazıldı!.. "Hazır olmayan", kim bilir ne kadardır "sahaya çıkmamış", adını sanını ilk defa duyduğumuz bir "sözüm ona" kaleciyi, "ikinci sınıf olup olmadığı" bile şüpheli bir kaleciyi, Romanya gibi, artık futbolda esamisi pek okunmayan bir ülkeden alıp İstanbul'a getireceksin ve de tribüne oturtacaksın, sonra da Ufuk'a kaleyi teslim edip, ona "Sen kendine güven ve kurtar kaleni" diyeceksin; "birbirine düşmüş, birbirini yiyen, darmadağın" bir yönetimin yerine, "aklını başına almış, gerçekten kulübünü ve takımını düşünen" bir yönetim olsa, adama kahkahalarla güler ve "bunu yapan" Hoca'ya "Sıfır aldın ey Hagi, git başka kapıya" derdi; ama "bunu" diyecek yönetim ve de başkan nerde?.. Bakınız, okuyucum Tarık Erdem gönderdiği mailde ne diyor: "Galatasaray'da son 10 yılda iki kaleci antrenörü çalıştı: Eser ve Nezihi. Her ikisi de kişilik olarak sevdiğimiz, Galatasaray canlısı, efendi insanlar; kazandıkları helâl hoş olsun. Her ikisinin de oynarken ki ortak özelliği "refleks kaleciliği", "kedi kaleci" tabir ettiğimiz türden atik, kıvrak tipler, fakat yan topu zayıf kalecilerdi. Ceza sahasına hakim olamadılar hiç. Taffarel zamanında Eser Hoca'nın işi kolaydı; Tafo zaten ermiş bir kaleciydi; verilecek bir şey yoktu ve her şey yolunda gitti. Nezihi zamanında ise ne yerli, ne yabancı kaleciler dikkat edin hiç üste koyamadılar; refleksleri iyiyse zaten iyiler ama yan top ve ceza sahası hâkimiyetleri yok. Bu konunun uzmanı olan kişilere de danışılarak kaleci antrenörlüğünün de Dünya çapında bir isme verilmesi şarttır. Yoksa bu sorunlar sürüp gider." Ocak ayının ortalarında "Galatasaray'daki kaleci antrenörlüğü" konusunu yazmıştım. Ama yönetim o hâlde ki, "bunlara bakacak" durumu yok; Sportif Direktör ise, eline "tam yetki ile takım teslim edilen" Teknik Direktör'ün, "daha gelirken beklenmeye başlanan" Romanya ve Beccali transferlerinin peşinde koşturuyor!.. Ve Galatasaray'ı "Ben futbolu iyi bilirim" diyen bir başkan yönetiyor!.. Vah Galatasaray vah!..