Okuyucularım da biliyor, herkes de biliyor; Skibbe'nin gelmesinden beri hep aynı şeyi söyledim ve yazdım; "Bu Hoca, Galatasaray'ın gardırobuna asılmış iki beden küçük ve ucuz bir takım elbise gibi; bu elbiseyle Galatasaray resmi bir toplantıya gidemez!.." Skibbe, beni ve benim gibi düşünenleri yanıltmadı; Şampiyonlar Ligi'nden "kolayca" elenme, ligde bol bol kaybedilen puanlar, "kolay" görünen UEFA Kupası'nda, hem de İstanbul'da "Metalist'e kaybedilen maç" ile Galatasaraylılara Herta Berlin karşılaşmasının sonuna kadar çektirdiği işkence, Alman Hoca'nın "Ha gitti, ha gidiyor" uçurumuna yuvarlanmasının "şekilsel" sebepleriydi. Ve de "Hoca'ya sahip çıkar gibi görünen" Yönetim de, "Gitsin" diye, "hiç yapılmaması gereken" işler yapmaya başlamıştı; "ondan habersiz" yardımcılarını görevden attı, "ona seçme hakkı tanımadan", hiç tanımadığı kişileri yardımcılığına atadı; yetmedi, sonunda da "tam bir emrivaki ile", geçen yıl en kritik dönemde tası tarağı toplayıp giden ve yollar karşılıklı sert sözlerle ayrılan Feldkamp'ı "danışman" diyerek getirip, Alman Hoca'nın başına "Demokles'in kılıcı gibi" astı!.. Ama, Skibbe gene gitmedi; Galatasaray Yönetimi; kamuoyuna da, camiaya da, futbolculara karşı da "küçük düşürdüğü bir hoca ile beraber yürümek" zorunda kaldı; "Skibbe'yi tazminatsız göndereceğim" derken, "Bu kadar mezhebi genişlik olur mu; bu kadar kalın ve duyarsız yüzlülük olur mu?" soruları ve bunlara dayalı esprilerle karşı karşıya bıraktığı Hoca kadar, Galatasaray'ı da, kendisini de küçülttü!.. Doğrusu ben de, "Ne mezhebi geniş adam, yüzü de amma kalınmış" gibi düşünenlerin arasındaydım; yazmadığımı da bırakmadım!.. Ama, "son günlerde", bu düşüncemin "hatalı ve yanlış olma ihtimalinin yüksek olabileceğine dair" bir tartışmanın içinde buldum, kendimi!.. Evet, "bu hakaretlere maruz kalan" Skibbe, "onurlu bir adamsa" basıp istifayı gitmeliydi!. ."mi" acaba?.. Verdiğimiz hüküm, "tek yol mu idi", Skibbe için?.. Yoksa, bu "kolay" yolun, bir de "zor" alternatifi olabilir mi idi?.. Yoksa. Yoksa. Skibbe "bu zor yolu seçerek" herkese "unutamayacakları bir ders" mi vermek istiyordu?.. "Horlanmış, aşağılanmış bir hoca olarak istifa edip gitmek" yerine, "tek başına da olsa, herkes alay da etse", kendisine bütün yapılanlara rağmen "iyi olacağına inandığı ve güvendiği bir takımın" başında kalarak "neler yapabileceklerini herkese göstermenin mücadelesini yapmayı" mı seçmişti?.. "Tazminatının, paranın yerine", yoksa "onurunun, hocalığının, kişiliğinin, kariyerinin, takımının mücadelesini" mi yapıyordu?.. Doğrusu ya "bu düşünce" beni sarstı, hem de çok sarstı!.. Ankaragücü maçını TV'de seyrederken, kulübeden, ilk goldeki "ürkek", ikinci goldeki "coşkulu" ve son goldeki "güvenli" sevinç çıkışlarını görünce, içim titredi!.. Düşündüm: Bu adam, "Mahatma Gandhi sessizliği içinde" hepimizi mahcûp etme savaşının ilk mevzilerini mi kazanıyordu?.. Eğer, "gerçekten böyle ise", ben mağlûp olmaya hazırım ve Skibbe'nin kazanacağı savaşı, seve seve ve gönülden alkışlarım!.. Bekleyelim ve görelim!.. HHH Milletimin, spor ve basın camialarının, okuyucularımın mübarek Kurban Bayramlarını kutlar, sağlık, mutluluk ve huzur içinde nice bayramlar dilerim.