Türk Futbolu'nun marka değerinin "yükselip yükselmediği" konusundaki tartışmalara gülüyorum!.. En büyüklerimizin, şampiyonlarımızın, kupa galiplerimizin sadece "Avrupa Kupaları'nda aldıkları sonuçlara bakmak"bile "neyin ne olduğunu"ortaya koyuyor!.. Ama "asıl" başka tablolar var ki, yürekler acısı!.. İşte ilki; Süper Lig'in 9'uncu haftasında, Bucaspor(7) + Sivaspor(7) + Konyaspor (6) + Kasımpaşa (2) yaptıkları toplam 36 maçta 22 puan toplayabilmişler ve de "lider" Bursaspor'un 9 maçta topladığı 23 puanın altında kalmışlar!.. Daha "acı"tablo, "atılan gol" sayılarında: Bucaspor (5) + Gaziantepspor (6) + Kasımpaşa (6) toplam 27 maçta 17 gol atabilmişler; bu toplam gol sayısı, lig 8'incisi Ankaragücü'nün 9 maçta attığı gol sayısından "sadece 1 gol fazla!.." Geçen yıllarda "Süper Lig'den seyir bakımından daha keyif veren mücadeleler oluyor" dediğimiz Bank Asya Ligi'nde durum çok daha acıklı: 9 maçta "sadece"3 gol atıp, 9'uncu Adanaspor ile aynı puanı toplayarak (9), averajla 11'inciliğe yerleşen takım bile var; Tavşanlı Linyitspor!.. Bank Asya'nın "en iddialı" ekiplerinden İzmir'in Karşıyaka + Altay'ının durumlarına "şöyle bir göz atmak"bile, Futbolumuzun "marka değerinin" ne hâlde olduğunu gösteren bir başka "acı" tabloyu önümüze getiriyor: 9 haftada Altay (8) + Karşıyaka (9) toplam 17 maç (Ankaraspor ihraç edildiği için her hafta bir takım bay kalıyor) oynayıp, 8'erden 16 puan toplayabilmişler, iki takımın puan toplamı da ligin 4'üncüsü Çaykur Rizespor'un 9 maçta topladığı 16 puana eşit!.. Dahası, bu İzmir'in "iki büyük takımı" toplam 17 maçta 13 gol atabilmişler; Karşıyaka (9 maçta 6 gol), Altay (8 maçta 7 gol) ve de bu iki takımın 17 maçta attığı 13 gol, ligin 5'incisi Gaziantep Büyükşehir Belediyespor'un 9 maçta attığı 15 golden "iki eksik!.." Dahası, daha da facia: Samsunspor (7 maç 6 gol) + Mersin İdmanyurdu (8 maç 6 gol) + Adanaspor (8 maç 8 gol) + Kartalspor (8 maç 4 gol) + TKİ Tavşanlı Linyitspor (8 maç 3 gol) + Güngören Belediyespor (9 maç 4 gol) + Karşıyaka (8 maç 6 gol) + Altay (9 maç 7 gol) + Giresunspor (8 maç 5 gol) + Akhisar Belediyespor (9 maç 4 gol) + Diyarbakırspor (8 maç 4 gol); yani 11 takım oynadıkları toplam 86 maçta sadece 56 gol atabilmişler; aşağı yukarı takım başına ortalama 8'er maça 5 gol düşüyor; maç başına düşen gol ortalaması ise, 0.65!.. Elbette "bu kara tablonun sebebi" sadece "onlar"değil ama, Süper Lig'den sonra "Bank Asya 1.Ligi'ni de istilâ etmeye başlayan" büyük çoğunluğu "ucuz ve çok sıradan" yabancı futbolcuların "yetişecek genç Türk futbolcuların önlerini kapamalarının büyük ölçüde sonucudur"bu tablo!.. Kulüplerimiz, "o yabancılara akıtılan" paraların hatta azı ile "altyapıya yatırım yapabilselerdi", bugün Süper Lig'de de, Bank Asya 1.Ligi'nde de "giderek belirginleşen"ve "futbolumuzun kalitesi ile beraber marka değerini düşüren", dahası "Geliyorum"diyen felâket yaşanmazdı!.. Kulüplerimizin "uzak bir yana", hatta "burunlarının ötesini göremeyen" yöneticilerinin baskısı ile "teslimiyetçi" Federasyonların, takımlarımızın ilk on birlerine, "artı + artı" diyerek ve maç ve takım kadrolarına yaptığı ilâvelerle futbolumuzu dolduran ve içlerinde "kalitelisi"çok az olan yabancıların "ne olduğunun" son örneği de Trabzonsporlu Teofilo'dur; üstelik "iyisi" bu!.. Türkiye Kupası, "böyle" güzel!.. Türkiye Kupası'nın "yeni" ve "çağdaş" şekli nedense bazılarının işine gelmiyor!.. Futbolun büyük takımlarının, Süper Lig ekiplerinin Anadolu'nun ücra köşelerine kadar gidip maç oynamalarını, oralardaki kulüplerin kasalarına "hasılattan, isim paylarından, İddaa'dan neredeyse bir yıllık bütçeleri kadar para girmesini"istemiyorlar; varsa yoksa "renkli gözlüklerini taktıkları büyük kulüplerin işine ne geliyorsa!.." Neymiş, "futbolcular yoruluyor ve sakatlanıyormuş!.." İstediklerine bakın; hem "Avrupa ile rekabete gireceksin", hem de "milli maçlar dahil" yılda en çok 45 maç ile "paydos edeceksin"; vah ki ne vah!.. Hiç mi, İspanya'da, İngiltere'de, Hollanda'da, İtalya'da, Almanya'da, İskoçya'da, Belçika'da, Fransa'da, Romanya'da "üst düzey takımların futbolcularının yılda kaçar maç oynadıklarını" araştırmıyorsunuz?.. Yoksa Beşiktaş'ın Mersin İdmanyurdu'nu, rakip 10 kişi kaldıktan sonra zar zor uzatmalarda elemesinden ya da "öve öve bitiremediğimiz" Kayserispor'un, "yan sütunlarda acıklı durumunu anlattığım" Karşıyaka'ya elenmesinden mi utanıyorsunuz?.. "Kupa'nın yeni şekli", federasyonun "son yıllarda yaptığı en iyi işlerden ve attığı en yararlı ileri adımlardan" biridir; neden eskiye, köhneye, geriye dönülsün ki?.. Neredesin, Tom Hanks?.. GS TV, perşembe gecesi "yeni vizyon"bir film sundu; Tom Hanks'ın başrolünü oynadığı "Er Ryan'ı kurtarmak"filminden esinlenilen bir filmdi, bu!.. "Sezgin'i kurtarmak"adlı filmde, sevdiğim, değer verdiğim üç meslektaşımı, bazı başkan ve spor adamlarını, Galatasaraylı bazı futbolcuları ve başrollerde de Adnan Sezgin ile Osman Tanburacı'yı seyrettik; Sezgin bol bol övüldü, onu eleştirenler bol bol dövüldü ama, sonunda Sezgin, ne yazık ki, "başarısız profesyonel yönetici" görüntüsünden kurtarılamadı!.. Zira senaryo çok kötü idi; programda "gazetecilerin sordukları sorular"ile "hiç ilgisi olmayan" ve daha önemlisi "ne olduğu" kolayca anlaşılan "çanak soruya daha önce alınan cevaplar"ekranlara getirip, "Sezgin'i kurtarma operasyonuna dahil edilen"eski bazı başkanların ve spor adamlarının ardından, "programı izlemediğini açıkça beyan eden" Şenes Erzik'i de telefonla bağlayarak ve "çanak" soruya cevap verdirip, Sezgin'i methettirerek işi bitireceklerini sandılar. İşin daha acısı, "aynı operasyona" futbolcuların da iştirak ettirilmesiydi; ama bunlar, programa gelen 3 "gerçek"gazetecinin, program sonunda "nezaketen"söyledikleri birkaç "gönül alıcı" cümleden öte bir yarar sağlamadı ve "tatmin olmadıklarını" açıkça beyan etmelerini önleyemedi!.. Bu programda Adnan Sezgin "futboldaki iyi şeylerde" kendisinin payını "gururlanarak"anlatırken, "kötü ve başarısız olan şeylerde", sorumluluğu "yönetime ciro etmesi"ve kendisinin "sadece uygulayıcı olduğunun" altını çize çize defalarca belirtmesi de, beni çok düşündürdü!.. "Netameli" konularda hep "kaçak" güreşti; Fatih Terim'li - Hakan Şükür'lü - Hagi'li trafik sırasında "hemen hemen her şeyin içinde ve göbeğinde olduğunu" söylerken, "kendisi ile ilgili konuları ve pazarlıkları" hiç bilmemesi, "Duymadım" demesi, "ne kadar samimi olduğunun" en önemli göstergesiydi!.. Merak ediyorum, program "gerçek bir gazetecilik programı olsa"ve de mesela "Hakan Şükür" bağlanabilse idi, "benim bile öğrenebildiğim" bazı "gerçek" olayların ve konuşmaların, pazarlıkların, "kendisine söylenenlerin"sadece "dörtte birini bile anlatsaydı", acaba Sezgin "nasıl" karşılayacaktı?.. Bu program, Galatasaray TV'de yapılmamalı idi; bu program "tarafsız olabilecek" bir gazetecinin moderatörlüğünde yapılmalıydı ve bu programa mesela Adnan Sezgin'in "İstanbulspor - Aziz Yıldırım - Petkov olayı" için "Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu müfettiş raporlarının ve İstanbulsporlu oyunculara Beşiktaş maçından sonra dağıtılan paraların makbuzlarının fotokopilerini" haftalarca ekranlara getiren Telegol Programı'nın gazetecilerinden biri de davet edilip, onun önünde Sezgin'e "bu olayla ilgili sorular"sorulmalı idi. Dahası, "Neden o zaman bu olayı kaç program belgeleri ile ekranlara getiren" gazeteciler hakkında dava açmadın da, aradan bunca zaman sonra, "o iddiaları yazılarına bir motif olarak alan gazeteciyi dava ediyorsun" diye sorulmalıydı!.. Kimse ona bu olayla ilgili olarak "Dava edildin, mahkum edildin"demiyordu, yazılıp, çizilen, konuşulan iddialar şunlardı; "Bu olayla ilgili olarak TMSF suç duyurusunda bulundu mu, o müfettiş raporlarında ne yazıyor, bu raporda 'teşvik primi' iması var mı, Fenerbahçe'nin hukukçusu 'Petkov bize bonservis bedelsiz geldi' derken 600 milyar lira nereden çıktı, dahası neden Beşiktaş maçından sonra futbolculara dağıtılan para, futbolcuların kulüpten alacak miktarlarına göre değil de, 'Beşiktaş maçında oynayan, sonradan giren, o maç kadrosunda olan futbolcular' kriterine göre dağıtıldı, İstanbulspor bir şirketti, gelen para neden muhasebeleştirilmedi, bu konuda yönetim kurulu kararları nerede?.." İşte "Telegol'cülerden biri" programa çağrılmadığı için "bu sorular"sorulamadı ve cevapları alınamadı. Şimdi ben "samimi olarak söylüyorum"; Sezgin "bu soruların cevaplarını yazıp göndersin", sütunumda yayınlayacağım, yeter ki "herkesi tatmin edecek" cevaplar olsun!.. Programda altını çize çize, "Ben herkesten fazla Galatasaraylıyım"ve de "Galatasaray'da görev alınmaz verilir"diyen Adnan Sezgin, "sözlü olarak" 5 defa ettiği istifasına "Hayır" diyen Adnan Polat'ın bu istediğini "emir kabul edip"görevde kaldığını anlattıktan 5-10 dakika sonra, bu defa bir başka Galatasaray Başkanı'na, "göreve yeni seçildiği günlerde, Faruk Süren'e istifa dilekçesi verdiğini, Başkan'ın kendisine 'Kal' demesine rağmen 'Ben ekibimle geldim, onlar gitti, ben de gidiyorum' diyerek ayrıldığını" açıkladı; Sezgin'in "samimi olduğuna inandıklarını" söyleyen 3 sevgili meslektaşıma soruyorum; "Bu nasıl bir çelişkidir ve samimiyet bunun neresinde?.." Dahası, "neden"5 istifa, Faruk Süren yönetimine verildiği gibi, "yazılı olarak" bugünün Galatasaray yönetimine verilmez de, "sözlü olarak" sadece Adnan Polat'a söylenir; bu tablo, "istifanın kabul edilmeyeceğini" bilmenin rahatlığı değil midir, "böyle" istifa "5 değil, 105 olsa" ne anlama gelir; nerede bu işin samimiyeti?.. Lâfı daha fazla uzatmamayım; program, hemen hemen "Adnan Sezgin'in artı değerlerini ortaya koyan"bir program oldu, buna zaten kimsenin "bir şey" dediği yok; tartışılan Sezgin'in "Galatasaray'a yararlı olup olmadığı" idi; işte bu sebeple bu program, Adnan Sezgin'e karşı Galatasaray camiasında duyulan antipatiyi (ki, programa katılan "gazeteci"arkadaşlarımın en iyi anlattıkları konu buydu) azaltmak için tertiplenmişken, korkarım ki "tam tersi"bir havanın oluşmasına yol açtı; Sezgin adına üzüldüm!..