Sevgili Naci Arkan ve sevgili Kemal Belgin, hafta içinde "spor sayfaları, spor proğramları, spor yazarları ve spor yöneticileri hakkında yazdığınız yazılar" için ikinizin de alınlarından öpüyorum!. Müsade ederseniz ikinizin de "mesleğimiz ve sporumuz için" altın değerinde olan yazılarınızın altına imza atmak istiyorum! Ve "bu iki yazının" bütün meslekdaşlarım için, bütün gerçek spor yazarları için imzaya açılmasını diliyorum!. Bu iki yazının, mesleğimizin ve sporumuzun geleceği için ne ifade ettiğini, "spor sayfalarını ve spor proğramlarını yönetenlerce" de çok iyi anlaşılmasını istiyorum!. Ey benim "gerçek" spor yazarı arkadaşlarım!. Ey benim "sporu ve mesleği, sorumlulukla hizmet edilecek birer kutsal temel olarak kabul etmeleri gereken" ve kabul eden "spor servisleri müdürlerim ve yetkililerim", bu seslere kulak verin!. Meslek dışından gelen, meslek ilkelerimizi "maalesef" hiçe sayan "kulüpçü - fanatik - sorumsuz" kişilerin sayfalarımızda ve proğramlarımızda "istedikleri gibi at oynatmalarına" müsade etmeyin! "Birkaç puanlık reyting ya da birkaç gazetelik tiraj uğruna" bu mesleğe ve "güzelim - tertemiz" spora yazık etmeyin! Sayfalarımız, proğramlarımız elden gitti, "mesleğimiz" de gidiyor, yazık değil mi? İktisatta dillere düşen "Kötü para, iyi parayı kovar" sözünü, neden sayfalarımıza, proğramlarımıza, sporumuza "tamı tamına uyan bir lâf haline getirmek için" yarışır hale geldik? "Bizim kulüp, bizim takım" diye diye, "gazeteciliği, onun ilkelerini pas pas edenlere" daha ne kadar kucak açacak ve onların sayfalarımızı da, proğramlarımızı da, sporumuzu da kirletmelerine, "barışın, dostluğun, kardeşliğin, sevgi ve saygının, dürüstlüğün, arkadaşlığın at koşturduğu bu mekanları birer kavga, birer savaş arenası haline getirmelerine" daha ne kadar izin vereceğiz? "Dar görüşlü, fanatik, kendi takımlarının kısa vadeli başarılarından öteye gözleri hiçbir şeyi görmeyen" ve bunun için de "herşeyi yapmaktan çekinmeyen" bir avuç yöneticinin "hınk deyicileri" durumunda olanlara, sayfalarımızı proğramlarımızı teslim etmeye, sporu yok edecek "herşeyi yapmalarına göz yummaya" daha ne kadar devam edeceğiz? Biz "çok değil" 8 -10 yıl önce böyle miydik? Elbette "rekabet" vardı, "eleştiri" vardı, ama "dipsiz bir seviyesizliğin içine böylesine hiç ama hiç düşmemiştik!." Evet; "dipsiz!." Her gün, her proğramda, her çıkardığımız sayfada "daha da battığımızı" ne zaman görecek ve anlayacağız? Üç takımın, 5-10 yöneticisinin, üç teknik adamının, 50 - 60 futbolcusunun ve onların etrafına kümelenmiş "spor yazarı olmayan ama bu ünvanı pervasızca kullanan" 15 - 20 kişinin "esareti altına girdiğimizi" nasıl göremiyoruz? Ey "gerçek spor yazarı" olan arkadaşlarım; hepimiz ama hepimiz, "bu kişiler tarafından" spor proğramlarında da, spor sayfalarında da "seviyesiz, saygısız, sevgisiz" bir kavga, bir savaş ortamına çekildiğimizi, üsluplarımızın "spor yazarlığına yakışmaktan çok" adeta "sokak çocukları sözcüklerine abone olduğunu" nasıl idrâk edemiyoruz! "Onlarla" spor proğramlarına çıkmayı reddedelim! "Onlarla" yanyana sütunlarda yazmayı reddedelim! "Onlar" bizi "dipsiz bir batağa çekeceklerine", biz onları "gerçek bir spor yazarı üslûbuna doğru çekmeye" gayret edelim! Gelmemekte direnenleri, "reyting uğruna" sporu ve mesleği kirletmekte israr edenleri teşhir ve protesto edelim! "Bizimle beraber yaşamak istiyorlarsa" ve "bizim tribünlerimize girmek istiyorlarsa" ondan da öte "sayfalarımızda ve proğramlarımızda yer almak istiyorlarsa", bizi kendilerine benzetmek yerine, "gerçek birer spor yazarına benzemek için" gayret sarfetsinler, yoksa proğramlarımızdan, spor sayfalarımızdan çekip gitsinler! Yapamaz mıyız; "el birliği edersek" başarırız! Yeter ki, ahdedelim ve elbirliği edelim! "Yüzlerce, binlerce gerçek gazetecinin, gerçek spor yazarının işsiz kaldığı" bir ortamda da, "bu mücadeleyi yapmaz ve başarıya ulaşamazsak", yazıklar olsun bizlere!. Ey gerçek spor yazarları, itibarımızı kaybettik, mesleğimizi de kaybetmek üzereyiz; "başka kaybedecek neyimiz kaldı?" Haydi görev başına!. Bu nasıl gazetecilik? Trabzonspor "eski başkanı" Mehmet Ali Yılmaz "TV - TV dolaşmaya başladı!" Olabilir; Trabzonspor'un son haftalarda üstüste aldığı kötü sonuçlar yüzünden elbette "TV spor proğramlarına davet edilebilir, edilecektir!." Amma... Bu proğramlar "monolog" olursa, proğramlara Trabzonspor'un bugünkü yönetiminden kimse çağrılmazsa, hatta "proğrama bağlanmak ve söylenenlere cevap vermek isteyen Trabzonspor yöneticilerinin telefonları" dikkate alınmaz, onlara "Başkan şartlı geldi, telefon bağlayamayız" denirse, söyler misiniz bana: "Bu nasıl gazeteciliktir?" Yılmaz "istediğini söyleyecek", meydanı boş bularak "bol bol konuşacak", karşı tarafa "cevap hakkı verilmeyecek!" Olacak iş mi? Bizde oluyor, neden? "Gazeteciliği" de, "spor yazarlığını" da bir kenara bıraktık, "işimize ne geliyorsa, nasıl geliyorsa, öyle yapıyoruz" da ondan! "Kulüp yöneticiliğinde" dikensiz gül bahçesi isteyenler, şimde de "spor proğramlarında" aynı şartı öne sürmeye başladılar ve başarılı da oluyorlar! Neden oluyorlar? Bu soruya cevap vermek istemiyorum! Spor sayfalarımızın ve spor proğramlarımızın ne hale geldiğini "Gerçek spor yazarlarına çağrı" başlıklı yazımda anlatmaya çalıştım; daha fazlasını yazmak istemiyorum! Orada burada söylenen "Mehmet Ali Yılmaz Milliyet Gazetesi'ni satın alıyormuş, onun için spor proğramlarının ve spor sayfalarının gözdesi oldu" iddialarına da inanmıyorum, inanmak istemiyorum! Bildiğim tek şey var; "Özkan Sümer ve arkadaşları, Trabzonspor'un bir daha tek adam yönetimine girmesine izin vermemek için sonuna kadar mücadelelerini sürdürecekler!" Trabzon şehri de bu mücadelede Sümer ve arkadaşlarının arkasında olmaya devam edecek!. "Daima Trabzon şehrini küçük gören uzaktan kumandalı bir yönetimin iş başına gelmemesinin" Trabzonspor'un "kurtuluş yolu" olduğunu gören ve anlayan onbinlerce Trabzonlu "TV proğramlarında ne denirse densin", bu mücadelede Sümer'e ve arkadaşlarına destek verecek! Yılmaz "eğer gerçekten Trabzonspor'u seviyorsa", yeni yönetimin onun ayağına gelmesini beklemeden "dostluk ve barış elini" Sümer ve arkadaşlarına uzatmalıdır! Ona yakışanın da bu olduğunu sanıyorum "etrafındaki bir avuç hınk deyiciden başka herkes biliyor!" Gerçek bir "onursal başkan", bu adımı atar, hem de hemen ve samimiyetle! Bakalım Yılmaz ne yapacak? Olmuyor!.. Cüneyt Tanman "Galatasaray'da neden görev aldı?" Ve bugüne kadar ne yaptı? Neden görev aldığını herkes biliyor, bilmese bile tahmin edebiliyor!. Ama "ne yaptığını" bilen herhalde yok! Zira, "bugünkü durum", geldiği zamankinden çok daha kötü!. "İyileşme olacağına, kötüleşme olmuşsa", Cüneyt Tanman'ın ne yapması gerekirdi? "Başaramadım" diyerek, "başaracak biri için" koltuğunu boşaltması!. Peki, neden yapmıyor? Cüneyt Tanman gibi uzun yıllar "Galatasaray kaptanlığı yapmış" bir spor adamı, "başarısız olduğu açık seçik ortada iken", neden direnir? Cüneyt Tanman'a "camiada söylenenlere kulak vermesini tavsiye ederim!" Temiz mazisine "Milli Takım'da da Mustafa Denizli'nin yandımcısı iken" gölge düşürülmek istenmişti; "bir benzerini" Galatasaray'da yaşamasını hiç istemeyiz! Dost acı söyler; ama söyler! Ya işini ciddiye alıp, "başarılı olacak adımları" atsın, ya da görevi "başaracak olan" birine bırakmak için gerekeni yapsın! Galatasaray'da durum vahim; bu gidişle "ümitsiz hale gelecek!" Yarın "birileri çıkar", sorumluluğu ona yıkıverir, bunu mu bekliyor? Küçük düşünmek!.. "Onlar" şöyle düşünüyorlar; "Bir zamanlar ne güzeldi?. Edirne sınırından öteyi düşünmezdik! Türkiye hudutları içinde başarı, şampiyonluk yeter de artardı bile!. Bir takım geldi, çıtayı birdenbire yükseltti! Şimdi Türkkiye'de başarı, Türkiye'de şampiyonluk ara hedef oldu. Türk insanı artık Avrupa'da şampiyonluk istiyor, Avrupa'da başarı istiyor. Bu takım ne yaptı? Hepmizin rahatını bozdu! Bu takımı kendi hizamıza çekmezsek, halimiz harap! Ne yapıp, edip bunu başarmalıyız!" Kim "onlar?" Avrupa Kupaları'nda daha ilk turlarda "ismi cismi bilinmeyen" takımlar önünde elenenlerin yöneticileri!. Kim "onlar?" Avrupa Kupaları'nda "gol yeme rekoru kıran" ekiplerin yöneticileri!. "Medyadaki hınk deyicilerini de yanlarına alarak", Türk futbolunu yüceltmek için adeta "onur savaşı yapan" ve bu savaşta hatta "kendi yöneticilerini bile karşılarında bulan" bir avuç futbolcunun önünü kesmek için "hiç yoktan" büyük bir kavga başlatıyorlar! Ne yapsın bu çocuklar? "Kendi yöneticileri yetmezmiş gibi", şimdi "çok daha büyük bir cephe ile karşı karşıyalar!." Bu çocukların Şampiyonlar Ligi'nde başarılı olmaları, final oynamaları, hatta şampiyon olmaları, "onların" uykularını kaçırıyor! Zira, biliyorlar ki artık "Türk insanının önüne çıkıp" da "İşte lig şampiyonu olduk" övünmeleri yetmeyecek! "Bu çocuklar çıtayı öyle bir yere yükselttiler" ki, hele hele Şampiyonlar Ligi'nde de başarılı olurlarsa "daha da öyle bir yükseltecekler" ki, "onlar" da başarılı olabilmek için "bu çocukların yaptıklarını yapmak durumunda olan takımları" ortaya çıkarmak zorunda kalacaklar! İşte "onun için" bu çocukların başarılı olmasını istemiyorlar! Milli takımlara 10 arkadaşlarını veren ve "4 günde üst üste iki milli maç oynayan" bu çocukların, Real Madrid gibi bir Avrupa devi önüne "yorgun argın çıkmalarını", işte bunun için istiyorlar! Bir de "hem kendileri", hem de "hınk deyicileri" diyorlar ki: "Real Madrid de aynı durumda, neden bunlar dinlensin?" Ey "onlar!." Real Madrid "bugünkü durumuna gelene kadar", bir inceleyin bakalım diktatör Franco'dan, İspanyol Devleti'nden, İspanyol Futbol Federasyonu'ndan "hangi büyük destek ve imtiyazları" almış? Benfica'lar için Portekiz neler yapmış? Bugün İspanya - İtalya - İngiltere - Almanya - Fransa dışında bir ülkenin bir takımı "bu çocukların yaptığını yapabilse ve daha da büyüğünü yapmak için bugünkü duruma gelse", acaba "o ülkelerin federasyonları, hatta hükümetleri" neler yapardı? Bırakın artık "küçük düşünmeyi!." Büyük düşünmek; işte başarıya giden yol! Bugün bu çocuklar, yarın, öbür gün "başka çocuklarımız" en büyük başarılara imza atacaksa, bilmeliler ki bu, "kösteklenme yerine desteklenme ile olacaktır!" Önünü açın bu çocukların! Önünü açın ki, yarın "başka çocuklarımız da bu açılan yoldan" en tepelere tırmansın! Tıpkı Real'in yanına gelen Barcelona, Deportivo gibi, Atletico Madrid gibi!. Bilmem ki, "ne demek istediğimi" anlayacaklar mı? Sergen ve Oktay!.. İnsanları, hele hele "Sergen ve Oktay'ın yaşlarına geldiklerinde" değiştireceklerini sanan "romantik iyimserler", hâlâ ders almadılarsa, bilmem ki Oktay ile Sergen'in daha ne yapmaları gerek? Bu kaçıncı kulüp? Bu kaçıncı yönetim? Bu kaçıncı takım? Bu kaçıncı başkan? Değişen değişene ama, ne Sergen'de, ne Oktay'da "en ufak bir değişme" yok! "Kainatta değişmeyen tek şey değişimdir" diyen sosyal bilimciler herhalde Sergen ve Oktay olaylarını iyi inceleseler, "bu sözü söylediklerine pişman olurlardı!" Ya da şöyle derlerdi: "Kainatta değişmeyen üç şey Sergen, Oktay ve değişimdir!" İtirazı olan "hâlâ" var mı? Gülüyorum!.. Geldiler, yediler, içtiler, eğlendiler ve "güya denetim yapmış gibi göründüler" ve sonra da "Allahaısmarladık!." Neymiş; "İstanbul'u 2008 Olimpiyatı için hazır bulmuşlar, bu defa ümidimiz çok fazlaymış!." Açık söyleyeyim; "şansımız sıfır!." "Badminton'un ne olduğunu bilmeyen gazetecilerin bulunduğu bir ülkeye" kim "olimpiyat verir?" Hele hele "ekonomik kriz yüzünden Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı'nı Dünya'da kapı kapı para aramaya gönderen bir ülke", nasıl olimpiyat yapar? "Büyüklere masallar anlatanlar", hepimizi "ninnilerle uyutmaya devam ediyorlar!." "Olimpiyatı bu defa alacağız ve yapacağız" demiyorlar mı; "bu sıkıntılı günlerde", beni kahkahalarla güldüren "en komik söz" bu oluyor!. Olimpiyatı falan alacağımız yok da, hiç olmazsa "kahkaha atmamıza sebep oldukları için", gene de bunu sağlayanlara teşekkürler! Milyonlarca dolara mal olsa da, kahkaha kahkahadır!