Adam gidiyor Juninho'yu alıyor, siz Alex'i... Adam gidiyor Cris'i alıyor, siz Luciano'yu!.. Adam gidiyor Wiltord'u alıyor, siz Hooijdonk'u... Adam Fransız Ligi'nden "sadece top oynamayan ama futbolu bilen görev adamlarını topluyor", siz "top oynamayı çok seven ama henüz futbolu öğrenememiş yetenekliler" ile takımı dolduruyor ve bunları medya ile beraber "yıldız" diye şişiriyorsunuz!.. Adam "futbol oynatması için" takımın başına getirilen ve "oynatan" bir teknik adamla çalışıyor, siz "futbol oynatmaktan çok, kumar oynamayı seven ve Türkiye'nin en pahalı takımına iki yıldır futbolun f'sini bile oynatamayan" ama dostlarının "dâhi" diye yere göğe koyamadığı bir teknik adamla çalışmakta ısrar ediyorsunuz!.. Ve "bütün bunlar ortada iken" maç öncesi destanlar yazıyor; "Fenerbahçe şöyle yenecek, böyle yenecek" diye ekranlarda masallar anlatıyor, spor sayfalarında rüyalar yazıyorsunuz! Maç "tam bir hüsran" ve "futbol olarak hezimet ile" kapanınca, bu defa her şeyi ters yüz edip yazmadığınızı bırakmıyorsunuz!.. Söyler misiniz bana, "medya olarak" bizimle, "futbol" olarak Daum'un, Alex'in, Fenerbahçe'nin ne farkı var? Bakınız altını çiziyorum: Köylerimizde, kasabalarımızda "çok iyi avcı ve atıcı olan" delikanlılar vardır; "attıklarını vururlar!.." Sonra "bunlar" askere alınırlar... Onlara "askerlik iyi öğretilmezse", hele hele "iyi bir disipline sokulmazlarla, mangada, takımda, bölükte ne yapacaklarını iyi öğrenemezlerse" gene "iyi avcı ve iyi atıcıdırlar" ama, ne yazık ki "iyi asker" değildirler! Hatta "asker bile değildirler!.." İşte bizim "yıldız... yıldız..." diye öve öve bitiremediğimiz "gençlerin çoğu" bu durumda!.. Aldıkları beş toptan ikisini "pas" olarak rakibe veren, ikisini "çalım" sevdasına rakibe kaptıran, ancak birini "doğru olarak kullanabilen topçularımıza", haftanın yedi, yılın 365 günü "yıldız futbolcu" diye övgüler yağdırırsak, "Olimpic Lyon şoklarını" daha uzun yıllar çok yaşarız! Daum'u eleştiriyorlar: "Bunlar Milli Takım'da takır takır futbol oynuyorlar da neden Fenerbahçe'de oynamıyorlar?" Hangisi "Milli Takım'da takır takır futbol oynamış?" "Takır takır futbol oynasalar", Ersun Yanal "7-8 tanesini kadroya çağırmışken", son milli maçta, o da "zorunlulukla" ancak 3 tanesini ilk onbire koyarak Milli Takım'ı sahaya çıkarır mıydı? Milli Takım'ın gediklisi yapılan Serkan mı, "takır takır" futbol oynuyor, yoksa Deniz mi? "Çok koşan" ama "bal yapmayan arıya benzeyen" Tuncay mı? Elbette "hiç olmazsa bir maçta 2-3 kurtarış yapması gereken" ve ancak bunu yapan ama "Rüştü gibi bir kalecinin yememesi gereken" bir çok golü yiyen Rüştü mü? Yoksa, yoksa "iki maç iyi oynayınca ve olumlu yorumlar alınca", birdenbire "Ben Baresi'yim" havasında "çok riskli" ve de tabii "çok hatalı" oynamaya başlayan Servet mi? Maçları "işte böylesine seyreden" spor medyamın anlı-şanlı yazarlarının bazıları beni "kahkahadan öldürecek!." "Yılların en kötü Gaziantep'i" diye yazan onlar... Fenerbahçe'nin böyle bir Gaziantep'i "hatta şansla ve kalecisinin nerede ise kendi kalesine çeldiği topla yendiğini" ima eden onlar... Daum'u yerden yere vururken "Serhat'a nasıl 80 dakika dayandı" diye soranlar onlar... Daha önce de "Murat Hacıoğlu bir Anadolu takımında oynayabilir, Fenerbahçe'de yedek bile olamaz" diye yazanlar da onlar!.. Amma "Daum kötü oynayan Deniz'i çıkarmakta haklıydı da, yerine Mehmet Yozgatlı mı alınırdı?" diye soranlar ve... "Serhat'ı, Murat'ı neden almadı" diye eleştirenler de onlar!.. Gelin de kahkahadan çatlamayın bakalım! Eeee... "Yorumcusu", futbol ûleması "böyle", futbolcusu, teknik adamı "böyle" olan bir ülkenin takımı, üstelik "doğru dürüst futbol oynamadığı hâlde", Süper Lig'de nerede ise "yere göğe sığdırılamıyorsa", Avrupa sahalarında gelinecek nokta "bundan daha iyi olabilir mi?" "Beş asını sakatlık yüzünden oynatamayan", en iyi oyuncusu da 29'uncu dakikada oyundan atılan bir Danimarka'yı "bilmem kaç yıl öncesinin Avrupa Şampiyonu olduğu için" zirvelere oturtarak, 10 kişilik rakibini yenemeyen, üstelik ona "dört tane de mutlak gollük fırsat veren" bir Milli Takım için, "ikinci yarıda Danimarka'yı nasıl ezdi ama" diye destanlar yazan da bizler değil miyiz? "Aynı durum" Şenol Güneş ile olduğunda "teknik direktörü yerden yere vuran", ama şimdilerde, Milli Takım Teknik Direktörlüğü ile "Fenerbahçeli futbolcuların moral hocalığını" karıştırmaya başlayan Ersun Yanal'ı alkış tufanına tutan bizler değil miyiz? Bu kafa ile "Lyon özlemini" daha yıllar yılı çok çekeriz!. 90 dakika sahada yürümeye bile üşenen ama zayıf rakiplere karşı "iki çalım atıp bir gol yapan" Alex'e destanlar yazmak neyimize yetmiyor? Nasıl olsa "kötü sonuçlarda" suçlular hazır; hakemler... Teknik direktörler... Futbolcular ise yıldız... Yıldızların yıldızı... Bakın açık açık söylüyorum; Keşke "benim genç yıldızlarım" Galatasaray'ın gönderdiği bir Tamas, bir Bratu ve göndermek için fırsat kolladığı bir Petre kadar "futbolu bilebilselerdi"; gerçekten "yıldız" olurlardı! "Onlarda" yetenek "sıradan", ama "futbolu öğrenmişler"; onlara futbol eğitimi iyi verilmiş. Bizde ise, "yetenek" var ama "futbolu öğrenemeden" ve "futbolun gereklerini yerine getirmeyi" beceremeden, yani "yıldız" olmadan "yıldız" diye pohpohlanan bir çok da topçu var!.. İşte fark burada!.. "Onların yıldızları" ise "gerçek" yıldız; futbolu da biliyorlar, yetenekleri de süper!.. Üstelik "onların yıldızları koşuyor", bizimkiler "top bekliyor" ve yürüyor! Dikkat edin, Süper Lig'de "rakiplerini çalıma dizen" Alex, neden Manchester United ve Lyon maçlarında "neden tek doğru dürüst çalım atamadı, bir adam eksiltemedi de, ayağına nadir de olsa gelen topları hemen yanındaki ya da gerisindeki arkadaşına verdi?" Akıllı da ondan... İngilizler'in, Fransızlar'ın "kolay çalım yemeyeceklerini" biliyor; "cin gibi biliyor" ve kendini, evet "kendini" riske etmiyor!.. Juninho öyle mi? Lyon ile Fenerbahçe farkı da "işte" burada!..