Hâlâ diyorlar ki; "Lucescu ile olur, bal gibi olur, o büyük hocadır!" Elbette Lucescu ile olur, olabilir! Elbette Lucescu büyük bir hoca olabilir!. Ama "memur" özelliği herşeyin üzerinde ise, "disiplin" konusunda iki yıldır bunca uyarıya rağmen, hâlâ ve hâlâ "hiçbir şey yapamıyorsa ve bu yüzden Galatasaray takımı, "kampının her odasında bir başka grubun oluşturulduğu" yozlaşmış "yeniçeri ocağına dönüyorsa", söyler misiniz bana, Lucescu Dünya'nın en büyük hocası olsa ne yazar? Galatasaray'ın içine "gruplaşma virüsü" çok yıllar önce girmişti! Bülent'in grubu, Tugay - Suat'ın grubu, Büyük Hakan - Arif - Hayrullah - Hamza grubu- Yeniler grubu... Falan grubu... Filân grubu... Hiç unutmam "bu gruplaşmaları yazdığımda" sevglii kardeşim Hıncal Uluç telefon etmişti: "Abi, galiba fazla abartıyorsun, Galatasaray'da böyle şeyler olmaz!" Sonra, "O Galatasaray ile bir Avrupa gezisine gitmişti"; dönüşünde ettiği telefonu hiç unutmam: "Sen az yazıyormuşsun abi, kampın her odasında ayrı grup var! Ben hayatımda böyle bir şey görmedim? Peki ama Galatasaray bu hale gelirken spor yazarları, spor sayfaları nasıl uyudu?" Zamanın asbaşkanı ve "futbol şubesi sorumlusu" Adnan Polat "grupları temizlemeye başlamıştı" ki, yönetim değişti! Faruk Süren geldi, onunla beraber de Fatih Terim! Terim'in "demir yumruğu ve sert disiplini" Galatasaray takımının bütün hücrelerine girmiş "gruplaşma virüsünü" sindirdi! Galatasaray'ın "büyük başarılara ulaşmasındaki en büyük etken işte bu disiplindi!" Terim gitti; meydan boş kaldı! Ve "gruplaşma virüsü" gene bünyeyi sardı! Geçen sezon kötü sinyaller, sezon başı Avrupa kampında gelmeye başlamıştı!. Alp Yalman - Adnan Polat döneminde "eski grupların, kendi adamlarını ilk 11'de oynatabilme mücadeleleri", yeni gelenlerin başarılı olma imkânlarını nerede ise sıfırlıyordu! Onlara doğru dürüst pes verilmiyor, haklarında spor yazarlarına ipe sapa gelmez haberler aktarılıyor, kamplarda ayrı tutuluyor ve yer verilmiyor, dostluk gösterilmiyor, zaten yabancı oldukları bir ülkede ve takımda "iyice yabancılaştırılarak" moral olarak çökmeye ve kaçıp gitmeye hazır hale getiriliyorlardı!. "Bülent'in Mert'siz, Suat'ın Tugay'sız, Hakan'ın Arif'siz olamayacağı" gibi "emrivakiler ve olgular" yenisiyle, eskisiyle bütün futbolcuların beyinlerine kazınıyordu! Bakın, o günden bugüne kimler geldi, kimler gitti? Ne futbolcular harcandı? Dayananlar ancak Hagi, Popescu, Taffarel klasında olanlardı! Jardel gibi bir golcü bile, (ki geldiği yıl ligin ilk yarısının son haftasına kadar, Avrupa Kupaları dahil 25'e yakın gol atmıştı) ne hale getirildi? Şimdi görülüyor ki, sıra mesela Berkant'a geldi! Kimbilir sırada daha kimler var? Hangi grupta kimler bulunuyor, o gruplar arasındaki ilişkiler neler, kimler kimleri harcamak için kumpas kuruyor, kimlerle anlaşıyor? Yine, İstanbul'dan 600 kilometre uzakta Urla'da oturan bir Öcal Uluç, "bunlarla ilgili bilgileri, örnek olayları alıyor, öğreniyor" ama İstanbul'da Galatasaray'la beraber yaşayan yazar - çizer takımı acaba ne yapıyor? "İstenmeyenlerin doğru ve gerçek olsalar dahi yazılmasına tavır koyan" kulüpler, medyayı bu kadar mı sindirdiler? Geçen yıl Popescu'nun "ikinci kaptanlığına karşı çıkanlar" kimlerdi ve bu "önlenemeyen tavır" nasıl Galatasaray'ın şampiyonluğuna mal oldu; kimse araştırdı mı? "O olaydan sıçrayan ateş", Hagi gibi bir futbolcuya bacak kadar çocukların hakarete kadar işi götürmelerine yol açmamış mıydı? Hagi'nin "sahada çıldırmasının sebebi" sadece "hırçın bir futbolcu" olması mıydı? Neden Hagi, "bir yıl daha oynayabilecekken" bırakıp gitti? Neden "UEFA Şampiyonu ve Süper Kupa sahibi" Galatasaray, "futbolcuların kaçmak istediği bir yer olup çıkmıştı?" Bunun sebebi "sadece" parasızlık mıydı? Soruları devam etsek, olayları yazmayı sürdürsek Uluçmarket değil, bu sayfalar dolar! Ama "sadece pembe haberler yazmaya mecbur bırakılmış" bir spor medyası, hele hele "Sürenkoliklerin bitmeyen teşvikleriyle" çirkinliklerin üzerine "şal örtmeye kalkınca", olan Galatasaray'a oldu! Döndük dolaştık, Terim öncesine geldik! Lucescu bunun altından kalkabilir mi? Güldürmeyin beni!. Peki ya yönetim? İşte, yönetimden biraz ümitliyim; Fatih Altaylı gibi gençlerden! Onlar da boş verirlerse, yandı gülüm keten helva! Kaptansız, Hagi'siz, disiplinsiz bir Galatasaray nereye gider; kolayca tahmin edebilirsiniz! Hasan'a, Arif'e sahada "söz seylemeyen, ikaz etmeyen" bir kaptan ve teknik direktörle karşı karşıyayız! Biri zaten kendini idare edemiyor, öteki de "kafayı ödenmeyen parala takmış", kimseye lâf etme cesareti yok! Böyle bir havada Arif'ler, Hasan'lar az bile yapıyorlar; hemen önüne geçilmezse, daha neler olacağını yakında göreceğiz! Terim'in Milan'ı!.. Bilmem ki, Ajax-Milan maçını TV'de izlediniz mi? Ben dikkatle izledim!. Ve doğrusu ya, "durumu pek iç açıcı bulmadım!" Şota, Terim'i "Türkiye'den dolayı çok seviyor olmalı" ki, darmadağın olmuş rakip defansın "gel ikramlarını kabul etmedi" ve son yarım saatte 2-3 farklı Ajax galibiyetinin önüne set koydu! Tabii, daha mevsim başı ve ilk hazırlık maçları!. Ama, "ruhsuz" bir takımla karşı karşıyayız! Inzaghi ve Rui Costa hariç "canla başla oynayan futbolcu" parmakla gösterilecek kadar az! Sanki "herkes komutan!." "Koşmayı ve hammallığı" arkadaşından bekliyor! Defansta ve orta sahada hücuma çıkış, adeta yavaşlatılmış film gibi!. İmparator Terim ne yapar? Bekleyip göreceğiz! Vicdanı sızlıyor mu? Cem Uzan'ın, Mehmet Cansun'a yaptıklarına hiç şaşırmadım! Hayatı boyunca, "menfaat çatışmasına girdi herkese ve her kuruluşa aynı şeyi yapan" Cem Uzan'ın, Galatasaray'a, onun başkanı Mehmet Cansun'a "hakettiğini zannettiği" bu intikam darbesini vurmasaydı şaşırırdım!. Hele hele Galatasaray ikinci başkanı Fatih Altaylı'nın Hürriyet Gazetesi'nin manşetlerinden attığı "çok zehirli oklar" da ortada iken!. Daha oklar atıldığında yazmıştım; "kan davası başlayacak ve bundan Galatasaray zarar görecek!." Kamyonlarla haczedilen koltuklar, sandalyeler buzdolapları!. Dünya kulübü Galatasaray'ın başkanı Cansun'dan Dünya TV'lerine ve gazetelerin en çarpıcı görüntüler değil mi? Merak ettiğim bir şey var!. Acaba TV'lerde bu görüntüleri seyrederken Faruk Süren'in vicdanı sızladı mı? Uzan'ın "Galatasaray'da üyelik haklarını geri alabilmek için açtığı davayı haklı bulan", bunu TV'lerde ilân eden, mahkemede "Galatasaray'ın yetkili kurullarının verdiği kararı savunmak durumunda olan kulüp avukatlarını mahkeme salonuna belki de hiç göndermeyen, savunma bile yaptırmayan, mesela varsa temyiz itirazına bile gerek görmeyen" Süren'in vicdanı sızladı mı? Hacze sebep olan teminat belgelerinin altında Cansun'la beraber imzası olan ama kendisine hiçbir şey yapılmayan Süren? Genel Kurul'da Cansun'un değil, Uzan'ın kazanmasını isteyen Süren yönetimini en ağır şekilde eleştirirken, çoğu zaman bana hak vermediniz!. İşte o eleştirdiklerim, bu kulübü bu hale getirdiler! Kamyonların üzerinde koltuklar... Sandalyeler... Buz dolapları... Sanki bit pazarına nur yağıyor!. Yok... Yok... Öyle değil!. Galatasaray Başkanı'nın eşyaları haczediliyor!. Hani o "Dünya Kulübü" dediğimiz Galatasaray'ın!.. Perdeeee!.. Fransa Bisiklet Turu ve medyamız!... Sevgili Hıncal Uluç'un Perşembe günü köşesinde yazdığı "Fransa Turunu manşetten veren gazete" başlıklı yazısını gözlerim buğulanarak okudum!. O 1956'lı, 60'lı yıllar gözümün önüne geldi! Rahmetli Oktay Kurtbökeli, Ahmet Taner Kışlalı'lı yıllar!. Yenigün'deki, Öncü'deki yıllar!. "Fransa Bisiklet Turu'nu", o zamanların 21-22 etaplı Fransa Bisiklet Turunu 22 gün "manşetten veren" iki gazetede çalıştığımız, yazdığımız okuttuğumuz yıllar!. Evet, "okuttuğumuz yıllar!." Sadece onu mu? Cahit Önel - Ekrem Koçak Türkiye Birinciliği 1500 metre kapışması günlerce antrenmanlarıyla, iddialı demeçleriyle, yarışıyla, teknik analizleriyle, notlarıyla, resimleriyle manşetlerden verdiğimiz, "okuttuğumuz yıllar!." Orhan Tuş'ları, Celal Sandal'larıyla, boksu, çok ünlü olimpiyat ve dünya şampiyonlarıyla güreşi, "Mülkiye - Harbiye, Galatasaray - Fenerbahçe, Modaspor - Altınordu kapışmalarıyla" basketbolu, hatta Fenerbahçe - Galatasaray rekabetiyle "kızlar voleybolunu" manşetlere taşıdığımız ve de "okuttuğumuz yıllar!." Elbette o sayfalarda futbol da vardı, lokomotifi ve manşetlerdeydi! Ama "abartma yoktu, sansasyon yoktu, yalan yoktu, spekülasyon yoktu, maniplasyon yoktu, menfaat bağları ile şu veya bu kulübe, şu veya bu başkana kapılanma yoktu!." Spor sadece futbol değildi! Futbol sadece profesyonel futbol değildi! Profesyonel futbol sadece ticari futbol değildi! Ticari futbol, sadece üç büyüklerin futbolu değildi! O günler güzel günlerdi! O günlerde "spor vardı!" O günlerde "spor yazarlığı vardı!." Spor yazarları "sporu yazarlardı!." Ve de "okuturlardı!" Nerede o günler? Nerede o sayfalar? Nerede o manşetler? İnsan!.. Sergen'i beğenmediğimi bu sütunları takip edenler bilirler! Onu çok zaman ağır şekilde eleştirmişimdir! Ama şimdi ona acıyorum ve "bir an önce" bir insan olarak düşürüldüğü durumdan kurtulmasını diliyorum! "Son ayların en iyi gazetecilik olayı yüzünden", gerek "gazeteciliği yapanlar", gerekse "bu olayı atlayanlar", aralarındaki kavgada "insani değerleri unuttular"; Sergen'i "kalpten öldürmek için" durmadan itişiyorlar!.. Sergen'in bir problemi var! Hayati tehlikesi olup olmadığı, nabız yavaşlığının spor yapmasına mani olacak önemde olup olmadığı, ancak "ciddi testler, tahliller, muayeneler dizisi içinde ortaya çıkacak!" "Bu yapılmadan", olayla uzaktan yakından ilgisi olmayan kişiler fikir yürütüyor, "ilgililerin söyledikleri çarpıtılıyor" ve Sergen "ciddi bir hastalığı yoksa bile, ciddi bir hastalığa yol açacak kadar yoğun bir stres altına sokuluyor!" Ne yazık ki, Galatasaray yönetimi de "iki gün içinde ortaya çıkacak olan bilimsel gerçeğin gereği olan adımı atmakta" gecikiyor! Ya da Sergen'in içinde bulunduğu durumu iyi değerlendiremiyor! Yazık bu çocuğa!. Bu kadarını hiç haketmedi! Hatta "Galatasaray formasını giymeye karar vermesi bile", ona bunların yapılmasına sebep olmamalıydı! Erman Hoca'nın "Cuma günkü yazısını okumak bile", spor medyamızdaki "Galatasaray düşmanlığının nerelere kadar uzandığını" çok iyi gösteriyor! "Yaşasın Oktay, kahrolsun Sergen!." Sen çok yaşa emi, Erman hoca!.. Kafayı son günlerde taksi şoförlerine takmışsın!. Senin yaptıklarının yanında "onların ki çok hafif kalır!" Doğrusu ya "bir kalp hastası olduğu iddia edilen bir insana senin gibi moral (!) veren bir hocaya" bilmem ki ne demeli? Sevgili Şansal'a mesaj!.. Cuma günü, "ortaya" bir Faruk Süren yazısı yazmışsın... Stop... Elbette "başkaları da var" ama, sözünü ettiğin konuda en çok ve en uzun üstelik en açık - seçik ben yazdığım için, yazından payımı kolaylıkla aldım... Stop... Teşükkürler... Stop... Evet, Süren "hem kulüple kendisi ve şirketleri arasındaki ilişkiler", hem de "zor duruma giren iş hayatı" sebebiyle Galatasaray Kulübü Başkanlığı'nda kalmak için elinden geleni yaptı! Son dakikaya kadar "Divan Kurulu'nu ve Divan Kurulu baskısını" o devrede tuttu!.. Stop... Başarılı olamadı... Stop... Ama, Terim'in "en yakın arkadaşı" olarak, Süren'in Terim'e neler yaptığını ve onu nasıl kaçırdığını en iyi bilenlerden biri olan sen, Süren'le yaptığın "özel proğramda", Süren'in "gerçeklerin tam tersini söylemesine nasıl sesini çıkarmamışsan", şimdi de anlamadığım ve çözemediğim bir sebepten, gene "Süren'i koruyup, kollayarak", gerçekleri yazanları ve yorumlayanları "gerçekleri yazmamak ve okuyucularını aldatmakla suçluyorsun!." Stop... Sevgili Şansal, başkalarını suçlamadan önce bir aynaya bak... Stop... Kendisine inananları bir spor yazarı olarak ve spor yetkilisi olarak kim kandırıyor, çok iyi göreceksin... Stop... Sevgiler... Stop... Öcal Uluç... Stop...