Futbol Federasyonu Başkanı ve "yeni yapılacak" seçimin "rakipsiz" galibi (Tabii, burası Türkiye... Son anda bir engel çıkmaz da, genel kurul yapılırsa... Ve mesela haftalar önce yazdığım gibi, bir mahkemeden genel kurulun yapılmaması için bir tedbir kararı çıkmazsa...) Halûk Ulusoy'un "Türkiye Spor sayfasında" çıkan röportajında çok ilginç mesajlar vardı.. Bu mesajların "bana göre" en önemlisi, "hafta sonlarında", TV'lerde yapılan "Al geri... Oynat bir daha... Olmadı... Yavaş yavaş ileri al..." denilerek yapılan ve "hakemleri yerin dibine sokan", bu yüzden tribünleri de, taraftarı da, kulüpleri de birbirine düşüren ve "hakem camiasına güveni sıfırlayan" programların "önüne geçileceğine" dair olanı idi... Ulusoy, "bunu yapabilirse"."Havuz" bir. "Dünya Üçüncülüğü" iki. "Hakemliği ve tribünleri, dolayısı ile Türk Futbolunun geleceğini kurtarma operasyonu" üç. İşte, "bunlarla", Türk Futbol Tarihi'ne yazılacaktır!. Yıllardır "Bu programlara imkân verilmemesi ve Havuz İhalesi'nde şartnameye bu programları önleyici madde konulmasını" isteyen bir spor yazarı olarak, Ulusoy'u alkışlıyorum!.. Ne var ki, "aynı röportajda" bir başka mesaj vardı ki; irkildim ve Ulusoy'u fena halde ayıpladım!. Diyordu ki: "Futbolu mahkemeye kim götürürse bence o bir vatan hainidir." Olmadı Halûk bey, olmadı!. Türkiye, bir hukuk devleti... Herkes, "haklı olduğuna inandığı" bir konuda, "yanlış yapıldığına inandığı" bir konuda yargıya gidebilir ve kararı da yargı verir!. Kimseye, "anayasal haklarından birini kullandığı için", Futbol Federasyonu Başkanı çıkıp da "vatan haini" diyemez; dememelidir!. Derse, bir çuval inciri "bir defa daha" berbat etmiş olur!. Not: Yukarıdaki satırları dün sabah yazmıştım, öğleye doğru mahkemenin durdurma kararı geldi. Yazımı değiştirmiyorum. Çünkü konumuzun esası ile ilgisi bulunmuyor. Maliye Bakanı'na mesaj!.. "Orta sıradan" bir Avrupa Kulübünde bir "Türk" futbolcu var; 23 yaşında ve kulübünden "ayda" ancak "hem de primlerle beraber 5-10 bin euro alıyor!." Bu "gurbetçi" Türk gencine, İstanbul'un bir büyük kulübü talip oluyor ve "oyuncu ile anlaşıyor", sonra da kulübüyle masaya oturuyor!. Kulübü "üç-otuz paraya oynattığı" bu futbolcu için "2.5 milyon euro bonservis bedeli istiyor"; İstanbul kulübü ise "1.5 milyon euro veriyor"; görüşmeler sürüyor.Bu arada İstanbul Kulübü "daha önce aynı kulüpten aldığı bir oyuncunun bonservisini de masaya sürüyor" ve pazarlıklara "onu da katıyor!.." İstanbul Kulübü'nün bir derdi de, "bu oyuncudan kurtulmak ve yabancı kontenjanını başka bir futbolcu için kullanmak!." Ne var ki; bu arada "İstanbul'un bir başka büyük kulübü", İstanbul'un bir başka büyük kulübünün anlaştığı bir futbolcuyu, "bir gece operasyonu ile" kapatıyor... "Canı yanan" ve taraftarı önünde "küçük düşen" o İstanbul Kulübü de, "bir gecelik operasyonla", Avrupa'nın "orta sıra" kulübünün "gurbetçi" oyuncusunun işini parayı "bastırıp" bitiriyor!. Ve böylece "her sezon başı" olduğu gibi, bu sezon başında da "birbirlerinin talip oldukları oyunculara teklif yapmamak için" centilmenlik anlaşmasına varmış olan İstanbul'un üç büyüğü, "söz bir dönmek iki" ilkesinde buluşuyorlar!. Aylardır "pazarlık yapan", bu arada "işine yaramayan yabancı oyuncudan da kurtulmak üzere olan" İstanbul'un büyük kulübünün "anlı-şanlı yöneticisi", açık açık "yaya kaldıklarından" feryat etmeye başlıyor: "Amatör bir futbolcu için kulübüne 2.2 milyon euro, kendisine de 800 bin euro verdiler. Biz 400 bin euro ile işi bitirmiştik, kulübüne de 1.5 milyon euro verecektik... Dostluğu, centilmenlik anlaşmasını bozdular... Biz bunu unutmayız." Hani, "şecaat arzederken, merdi kıpti sirkatin söyler" diye bir söz vardır; durum "biraz" ona benziyor: Bir: "Amatör bir futbolcu" diyorsun, kulübünden "ayda" ancak, o da "en iyi defans oyuncusu seçildiği" hafta ve ayların primleriyle beraber "5-10 bin euro alabildiğini" de biliyorsun ve "böyle" bir futbolcuya "400 bin euro transfer ücreti, 1.5 milyon euro bonservis bedeli ödemeyi" kabul ediyorsun; bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? İki: Diyelim ki, "milyonlarca dolar ödediğin ve hiç bir işe yaramayan bir futbolcudan da kurtulmak için" böyle bir transferi göze aldın, işi savsaklayacağına, bir an önce bitirsene!.. Hani, ülkenin transferde "en becerikli" yöneticilerinin başında geliyordun? Ve... Çok daha önemlileri: Bir: Futbolcu "öteki büyük kulübe gittiğine göre", demek ki, ilk pazarlık eden kulüpten çok daha fazlasını ödemiş olmalı... Hem futbolcuya... Hem de kulübüne... İki: Elbette, rekabet bu... Öder, alır. Amma.Ya ikide birde Ankara'lara gidip, Başbakanlara, Maliye Bakanlarına "Aman... Battık... Batıyoruz... Yüzlerce trilyon vergi borçlarımız birikti, bunları affedin" diye yalvaranlar kimler? Kulüplerini "gırtlaklarına kadar borca sokanlar" kimler? Ve... Bu "hovardaların" vergi borçlarını affedenler, nerede ise "sıfıra indirenler" kimler? Üç: Şimdi, Avrupa'nın orta sıradan bir kulübünde "5-10 bin euroya oynayan" ve pazarlık eden yöneticinin "amatör" dediği futbolcunun kulübüne "1.5 milyon eurodan, kendisine de 400 bin eurodan fazla verildiğine göre". Bakalım, Brezilya Milli takımında yer alan yıldızların Alex'lerin, Conceciao'ların, R.Junior'ların ve Türk Milli Takımı'nın gözdelerinden olan İbrahim Toraman'ların, Okan Buruk'ların ve benzerlerinin "Federasyona verilen sözleşmelerinde" hangi rakamlar yazacak? Hatta. Bizzat, "Avrupa'nın orta sıradan bir kulübünden alınan" ve "amatör" denilen futbolcunun mukavelesinde ne yazacak? Alex'e, espriyle karışık "Kaç paraya imza attın" diye soran, benim sevgili Maliye Bakanım, aslında bu yazı, elbette kulüplere ve federasyona ama, asıl size!.. 200 milyar dolardan fazla iç ve dış borç sarmalındaolan bir ülkede, kemerleri iyice sıkan, üsrtüste konulan vergilerden nefes alamaz durumda olan vatandaş kan ağlarken, İstanbul'un "büyük hovardaları", birbirinin elinden oyuncu kapmak ve taraftarlarına caka satmak için neler yapıyorlar, size "sadece" bir örnekle anlatmak istedim... "Rakamları yalanlayamazlar"; bu rakamlar, gazetecilerin önünde, basın toplantılarında söylendi ve TV kameraları tarafından kaydedildi!. Bilmem ki, hiç olmazsa "bu defa", Maliye Bakanlığı, "herkesin Maliye Bakanlığı olduğunu"gösterebilecek mi? Bir dev göçtü!.. "Ali Barçın öldü..." Birkaç gazetede "tek sütun" haber... Çoğunda da yok!.. 85 yıllık hayatının 70 yılını spora adamış bir "anıt" adam!.. Sporun hemen hemen her dalında "hizmet vermiş", hakemlik ve yöneticilik yapmış, binlerce öğrenci yetiştirmiş bir spor misyoneri... Daha "on beş gün önce" beraber olduk!. "İnsanlar yaşarken de anılmalı" sloganıyla "unuttuğumuz", hem de çoktandır unuttuğumuz "vefa" gibi bir hasleti, "yeniden" hiç olmazsa "sporumuza getirmek isteyen" Türkiye Futbol Adamları Derneği'nin İzmir Şubesi'nin tertiplediği törende dim dik ayakta idi, neşe doluydu, salonu kahkahalara boğdu, zaman zaman da hem ağladı, hem ağlattı!. O gün plâket alan İzmir ve Türk Sporuna büyük hizmetler vermiş "10 anıt adamın", Cavit Ölçer'lerin, Zeki Çırpıcı'ların, Bülent Esel'lerin, Lemi Yerli'lerin, Doğan Emültay'ların, Nevzat Güzelırmak'ların, Muzaffer Sarvan'ların, Çetin Gürel'lerin, Şevket Özçelik'lerin en yaşlısıydı; hatta salondaki herkesin ağabeyiydi!. Ne yazık ki, Futbol Adamları'nın gösterdiği vefayı, biz gazeteciler olarak ona gösteremedik!. Nur içinde yat, Barçın ağabey, nur içinde yat!. Seni unutmayacağız!. 3 haber, 3 yorum!.. ...İlhan Mansız menajerlerine talimat vermiş; "Mutlaka Galatasaray'la anlaşın ve orada oynamak istiyorum!." Oooo!.. "Uzak Doğu'da dikiş tutturamayan" İlhanımız, bence "Galatasaray'da oynamaktan çok" Ümit ve Volkan'la beraber oynamanın peşinde!.. * * * * * ...Ergun Gürsoy "Bizi ancak genel kurul indirir" demiş... "Böyle giderse", genel kurula gerek kalmayacak sevgili Gürsoy; tribünler "biletinizi kesecek" ve sizler de, genel kurul istasyonuna gelmeden, "kendiniz trenden ineceksiniz!.." * * * * * ...Günlerdir gazetelerin spor sayfalarında Ergun Gürsoy'un, Fatih Altaylı'ya verdiği cevaplar çarşaf çarşaf veriliyor.. İyi de, haberlerin hemen hemen hiç birinde "Altaylı'nın ne dediği" yok!.. Altaylı ile "bir gazete" bir röportaj yapmış, Gürsoy'un, "hem de basın toplantısı yaparak" cevap verdiği Altaylı'nın açıklamaları, o gazetede çıkmış!. İyi de "spor sayfalarını yöneten" sevgili meslektaşlarım; sizin milyonlarca okuyucunuzdan acaba kaç tanesi "o gazeteyi ve o röportajı okudu?" "Okumadıkları" bir röportaja verilen cevaptan yüz binlerce futbol meraklısı ne anlayacak? Benim gibi bir spor yazarına bile, "Altaylı bir şeyler söylemiş ve herhalde Galatasaray yönetimini fena halde eleştirmiş" demekten öteye bir şey anlatamayan bu haberlere, bilmem ki ne demek gerek??? Sebep ne ki? Beşiktaş, Okan Buruk ve Fatih Sonkaya'dan sonra, bu defa da İnterli Emre Belözoğlu'nun peşine düşmüş, onu almak için her fedakarlık yapılacakmış. Bizler bugüne kadar "Galatasaray" kompleksinin "sadece" ve zaman zaman "bazı" Fenerbahçeli yöneticilerde olduğunu sanıyorduk; meğer Beşiktaşlılar onlardan çok daha ileri imişler... Lucescu'dan beri "Galatasaraylı olsun" da diyorlar, "eski, yeni" bakmadan piyasada "dişe dokunur ne kadar Galatasaraylı futbolcu varsa" hatta "Galatasaray'ın talip olduklarını" bile alıyorlar!.. Hadi, Sinan Engin'in anlatımıyla "Lucescu varken, kulübü Lucescu yönetiyordu"; şimdi o da yok, ama "Galatasaraylı merakı" sürüyor; neden acaba?.. Yoksa, "yeni başkan" Yıldırım Demirören, Beşiktaş yönetiminden kopmasında bardağı taşıran damlayı, "tribün altı olayını" ve zamanın başkanı Serdar Bilgili'nin "Galatasaray'dan özür dilemesini" hâlâ unutmadı mı?